12 Ekim 2012

Hem Sol Hem Yeşil

Hayır, hayır, gelecek ay kurulacağı açıklanan partiden söz etmeyeceğim. Zaten bugün eğer Suriye uçağı konusundan...

 

Hayır, hayır, gelecek ay kurulacağı açıklanan partiden söz etmeyeceğim. Zaten bugün eğer Suriye uçağı  konusundan kendine yer bulabildiyse bir çok gazetede haberi bulacağınızı, kimi meslektaşların yazılarını okuyacağınızı sanıyorum. Twitter ve Facebook ise zaten dün geceden beri klişe deyimle “yıkılıyor”.

Yani bir de benim yazmama ihtiyaç yok.

Ben başka bir ülkeden, Almanya’nın “hem sol, hem yeşil” serüveninden söz edeceğim.

Buyrun.

*    *    *

1980’di.  ABD’nin Batı Avrupa’ya yerleştirmeye çalıştığı nükleer füzelere karşı Alman barışçılarının ve anti militaristlerinin ayağa kalktığı günlerdi. Gitmek istediğim caddeyi polis kapatmıştı. Zorunlu bekledim. Önüm sıra “Nükleer roketlere hayır” diye haykıran bir yürüyüş kolu akıyordu. Kalabalık değillerdi. Kulağı küpeli delikanlılar, süpürge saçlı, solgun yüzlü genç kadınlar çoğunluktaydı. Tesadüfen (tamamen tesadüfen) 12 Eylül generallerine yakalanmamış, kapağı Almanya’ya atmış yeni ve acemi bir siyasal göçmendim. Çat pat kıvırmaya başladığım Almanca ile yanı başımda dikilen orta yaşı geçmiş iki Alman’a kulak verdim.

- Bu zıpçıktılar da kim?

- Yeşiller deniyor ya, işte onlar…

Almanya’da Yeşillerle tanışmam böyle oldu.

Benim gibi “Çevreydi, nükleer enerjiydi, kadın sorunuydu, üçüncü dünyadaki çocuk işçilerdi, farklı cinsel ve dinsel tercihleri olanların haklarıydı”…I-ıh, bunlarla uğraşılmaz. Devrim olunca nasıl olsa hepsi çözülecek, düzelecek” diyen bir “sıkı komünist” için önümden geçenler  sahiden de kulağı küpeli, süpürge saçlı “zıppırlar”dı. Birkaç yıl içinde Almanya’nın en diri siyasal partisine dönüşeceklerini, onlarsız koalisyon hükümeti kurulamayacak kadar güçlü bir parlamento gücüne ulaşacaklarını söyleselerdi, güler geçerdim. Fena yanıldım.

Sonra Alman komünistlerini tanıdım.

Seçimlerde binde bile değil on binde bilmem kaç oy alabilen, çoğu yaşlı, inanmış ve inatçı kadın ve erkeklerdi. Sonraki yıllarda onlarla çok daha sık birlikte oldum, birlikte çalıştım. Oy yüzdeleri de, toplumdaki etkinlikleri de değişmiyordu.

Yıllar hızlı geçti. Önce Çernobil patladı. Devrim yapmış, devrimin 80. Yılını kutlayan ülkede çevrenin nasıl hunharca yok edildiğini, emperyalist-kapitalist blokla yarışın nasıl da “insansız bir kalkınma”ya indirgendiğini gördük.

Sonra duvar yıkıldı. Sosyalist sistem dağıldı, Sovyetler Birliği ve ardından öteki “sosyalist” ülkeler hızla kapitalizme döndüler.

Geri dönmez sandığım tarihin tekerleği bal gibi geri dönmüştü.

Marksizmi benimsemiş, yaşamının çok büyük bir dilimini Marksist olarak yaşamaya çabalamış, yeryüzünün dört bir köşesindeki binlerce kadın ve erkek külahlarını önlerine koydular ve o çok can acıtan, geçmişle değil  bugünle, başkalarıyla değil kendileriyle hesaplaşmayı kaçınılmaz kılan zorlu bir süreç başladı. Berlin'de, Frankfurt’ta, Prag’da, Brüksel’de uykusuzluktan gözleri kızarmış kadın ve erkeklerin “Yanlış neredeydi” sorusuna bıkıp usanmadan cevap aradıklarına tanıklık ettim.

Sorunu hemen çözecek bir reçete yoktu. Mümkün de değildi. Zor aylar, yıllar geçti.

Önce Doğu ve Batı Almanya’nın komünistleri biraraya gelip  “Yeni bir siyaset” üstünde uzun uzun tartıştıktan sonra bütün ezberlerini bir yana itme yürekliliğini gösterdiler ve PDS’i (Almanya’nın Demokratik Sosyalizm Partisi’ni) kurdular.

Çok kısa sürede bir çok kent ve kasabanın yerel yönetimlerinde iktidar ya da iktidar ortağı ve Federal parlamento’da caydırıcı, gerekirse kilitleyici bir siyasal güce dönüştüler.

Aynı dönemlerde sosyal demokratlarla (SPD) koalisyon ortaklığı yapan ve “iktidar bozulması”ndanzorunlu olarak etkilenen Yeşiller içinde kimi kesimler “Yeşiller çok sarardı” diye eleştiri ve  itirazlarını dillendirmeye başladılar.

Keza küçük parti ya da hareketlerde yer alanlar ya da hiçbir partide ve harekette yer almayıp, sosyalist sistemin dağılmasından duyulan o derin umutsuzlukla  tribünde oturanlar “Nereye kadar? Kapitalizmin ‘Kâbe’lerinden birindeyiz ve Alman gericiliği silah ve nükleer santral üretiminden asla vazgeçmiyor. Nereye kadar böyle sürecek” sorusuna yanıt arıyorlardı.

Sonunda aşırı sararan Yeşilleri terkedenler, küçük parti ve gruplarda ezberlerini önce sorgulamayı, sonra da bir yana itmeyi göze alanlar, tribünde oturmanın ahlâksızlık sınırında bir miskinlik olduğunu bilince çıkaran aydınlar yeni bir partide buluştular: Die Linke(=Sol Parti).

Bugün ciddi siyasal zorluklarla boğuşuyorlar ama yine de Federal Parlamentoda caydırıcı bir güç ve pek çok yerel yönetimde iktidar ya da iktidar ortağı durumundalar.

Ayırdedici özellikleri “Hem sol, hem yeşil” olma ve yeni bir siyaset arayışında ezberlerin rehavetini reddetmeleriden ibaret…

Sizlerle paylaşmak istediğim “Ol hikayet” de bundan ibaret

Gel de “Darısı başımıza” deme…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"