Yoo, yoo, birbirimizle değil.
Gazeteci ile okurun tanışması biraz uzun sürer. Önceden bir tanışıklıkları yoksa okur yazıya bir göz atar; tad almadıysa başka bir yazıya zıplar. Bu, ertesi gün de tekrarlanır. Yine tatsız bulduysa ilişki tanışmadan biter... Yok yazı ile okurun öncelikleri, eğilimleri, titreşimleri, duyarlıkları uyumlu ise tanışılır. Yazar okuruna kavuşur...
Ve asıl sorun o zaman başlar. Gün gelir kucaklaşırlar; gün gelir itişir kakışırlar... Gün gelir gazetecinin ödülü övgü olur; gün gelir kısmetine yergi çıkar... Gazeteciyle okurun ilişkisi hep gergin bir ilişkidir ve o yüzden yazı gitgelli ama keyifli bir serüvendir.
Yani tanışma öyle tek yazıyla, bir günde olup bitmez; zamanının külyutmaz denek taşında oluşur...
* * *
Öyleyse dönün yazının başlığına: Haydi tanışalım !..
Birbirimizle değil; hep birlikte geleceğin medyası ile tanışalım. Şu anda ekranınızda olan “gazete”den, daha fiyakalı bir deyişle “e-gazete”den sözediyorum, Tempo 24’den...
İlk bakışta “kağıt gazete”lerden pek bir farkı yok gibi. Haberse hepsinde var. Köşe yazısı denen yazı türleri de öyle. Magazin, spor, sağlık, ekonomi, bilmece, bulmaca, ilan, reklam...
Evet, pek fark yok gibi. Mesela Tempo 24’ün 330 sayfası var. En babayiğit kağıt gazete ise 60-70 sayfa. Ama bu da önemli bir fark olmasa gerek. Nihayet dev rotatiflerde kağıda, mürekkebe kıyarsanız 330 sayfa da çıkabilirsiniz 530 sayfa da. Nitekim New York Times’in hafta sonları iki buçuk okkalık bir tomar halinde çıktığı söylenir...
Peki fark nerede?
Hızında, kapsamında...
Hız üstüne somut bir örnek: Türkiye’de bir kağıt gazete en geç geceyarısı haberi, yorumu kesip rotatif denen dev (yani hantal) makinalarda baskıya geçmek zorunda. Sabahleyin de okurlar gazeteleri ile buluşurlar...
Sonra ?
Sonra ertesi sabaha kadar olup biteni öğrenmek için bir tam gün bekleyeceksiniz. Oysa o sırada hayat olanca hızı ile akıp gitmektedir. Dünyanın bir yerlerinde mutlaka haberiniz olması gereken bir şeyler olagelmektedir.
Sakın “Aradaki boşluğu radyolar, televizyonlar dolduruyor” demeyin. Radyolarda ses, televizyonlarda ses ve görüntü uçar gider. Atladığınız bir ayrıntıya, daha derinleşmek istediğiniz bir gelişmeye yeniden dönme şansınız yoktur. “Belki tekrarlarlar da atladığımı yakalayabilirim” diye dua etmekten öte çareniz yok.
Kapsam üstüne somut bir örnek:
Kağıt gazete bir olay üstüne ne yazdıysa, sayfalarına ne kadarını sığdırabildiyse onunla yetinmek zorundasınız. Daha derinleşmek, olup bitenin perde arkasına, geçmişine, geleceğine bakmak isteseniz bile size sunulanla yetinmek zorundasınız.
Peki “e-gazete”?
Hız’ından söz etmeye gerek var mı ? Evrende şimdilik ulaşılabilen hızın sınırı ışık hızı. E-gazete neredeyse bu hıza yakın size ulaşıyor...
Kapsam’ına gelince: Teorik olarak sonsuz; pratikte sonsuza yakın... Bir e-gazete sayfasındaki linklere, göndermelere tıkladığınızda binlerce sayfalık bilgi, ayrıntı anında gözlerinizin önünde, ellerinizin altında...
Dahası televizyonun görüntüleri, radyoların sesi, kağıt gazetelerin yazıları, fotoğrafları hepsi bir arada ve hepsi birbirini tamamlayarak, pekiştirerek, zenginleştirerek tek bir medyada, e-gazete’de buluşuyor...
“Ama ben sabah vapurda, metro vagonunda, otobüsün koltuğunda, kahvaltı sofrasında çayımı içerken gazete açıp okumak istiyorum” mu dediniz ? Dert değil. Katlanabilir ekranlardan ibaret e-gazeteler mühendislik olarak çözüldü; ekonomik olarak da çözülme aşamasında. Bu satırların yazarı Berlin’de kitap büyüklüğünde bir ekranın ardarda üç defa açılarak kağıt gazete boyutuna büyüdüğüne gözleriyle tanık oldu. Sayfaları ekranın en altındaki noktalara dokunarak çevirdi; sesiyle, görüntüsüyle, müziği ve yazısıyla e-gazete’yi okudu.
O yüzden “geleceğin gazetesi” dedim.
O yüzden Tempo 24 beni heyecanlandırıyor ve sizi de heyecanlandırmalı.
İlk bakışta Tempo 24’ün kağıt gazetelerin internet sayfalarından bir farkı yok gibi ?
Doğru. Şimdilik yok. Çünkü o bir bebek. Ama serpilip geliştikçe, sırtını bir kağıt gazeteye dayamayan ve bir kağıt gazetenin sınırları içine sıkışıp kalmadan geleceğin gazetesine doğru yürüyor, yürüyecek. Bu bir meydan okumadır ve ben bu meydan okumanın bir halkası, bir parçası olmaktan hem mutlu, hem heyecanlıyım.
* * *
Ama hepsinden de önemlisi: Okurun alabildiğine pasif, gazetecinin istediği kadar aktif olduğu bir medya çağının sonuna geldik. Okur ile gazeteciyi ayıran o soğuk ve somut duvar hızla yıkılıyor. Okurun isteğini, ihtiyacını, itirazını, katkısını anında ve duraksamadan ve sınırlanmadan ete kemiğe büründürebileceği, gazetecinin bu etkileşimin kırbacıyla mesleğini daha özenli, daha derin ve daha zengin yapmak zorunda kalacağı bir çağa ayak basıyoruz.
Haydi şimdi bir kez daha dönün bu yazının başlığına: Haydi tanışalım !..
Geleceğin gazetesi ile...