Türkiye kamuoyu altın madeni elde etmenin doğa ve insan üstündeki ölümcül etkilerini, sonuçlarını ilk kez Bergama'nın Ovacık köyü yakınlarında Euro Gold adlı, Güney Afrika'dan, Kanada'ya, Papua-Yeni Gine'ye kadar ardında zehirlenmiş topraklar ve sakatlanmış insanlar bırakan firmanın Türkiye'ye de adım atmasıyla tanıdı.
Ovacık köylülerinin ve yöredeki kararlı, inatçı doğa ve yaşam savunucularının çabalarıyla sorun önce o bölgeye, sonra taa İzmir'e, İstanbul'a, Ankara'ya taşındı. Ovacık köylülerinin yaratıcı eylemleriyle medyanın da gündemine girdi.
(Bu harikulade sivil direnişin alkışlanası öyküsünün ayrıntılarını merak edenler Bianet'te genç meslektaşım Elif İnce'nin kaleminden okumak için tıklasınlar)
Evet, Bergama'da doğaya ve yaşama refah değil ölüm saçacak altın madeni tartışması medyanın gündemine girdi girmesine de kimi namlı kalemler, kimi namlı haberciler "Canım bu ülkenin serveti bu, ülkenin ekonomik refahı için katlanmak zorundayız" yollu yazılar, haberler döktürdüler. Hele Euro Gold şirketinin (ya da ondan işi devralan ve onun kadar kara ünlü Normandy şirketinin) davetlisi olarak ballı börekli Güney Afrika ve Papua-Yeni Gine'ye altın madenlerinde "gözlem ve araştırma gezisi" kılıfı altında geziye götürülenlerin yazdıkları meslek adına sadece ve sadece utanç kaynağı oldu.
Henüz konunun acemisiydik. "Altın madeni bu ülkenin servetiyse, o servetten bu ülkeye ne kalacak?" sorusunu bile soramayacak kadar acemi.
90'lı yılların ortasıydı ve Ovacık köylülerinin eylemleri ile Bergama altın madeni artık medyanın ilgi alanın göbeğine oturmuştu. İlhan Selçuk yukarı çağırdı. "Şu Bergama altın madeni meselesini bir kurcalasana" dedi. Bana da sabahın köründe benim külüstür Golf'e atlayıp Bergama yolunu tutmak kaldı.
Akşamdan bir Tırmık yazmış ve "Ben Bergama ovasına altın ve siyanür teftişine gidiyorum" demiştim.
İyi ki demişim. Bandırma feribotundan indiğimde telefon çaldı. Ünlü bir spor yazarı. Tanışmam ama adını bilirim. Kırk yıllık bir ahbap gibi lâfa girdi:
- Aydıncığım, benim küçük bir halkla ilişkiler firmam var. Sırf vatanımıza faydalı olmak için Bergama Altın Madeni çıkaran Normandy şirketine yardımcı oluyorum. Senin gibi çok seçkin bir gazetecinin madeni ziyaret etmesi bizim için fevkalade önemli. Genel müdür İzmir'den bizzat gelip madende seni karşılayacak sevgili kardeşim...
Yeme de yanında yat. Bir haberci için çok tartışılan, kapıları sımsıkı kapalı madenin içine girmenin bu kadar kolaylaşmasına başka ne denir.
Sahiden de madenin kapısında çok fiyakalı karşılandım. Neredeyse kendim de çok seçkin, çok önemli bir haberci olduğuma inanacaktım.
Önce şantiyenin müdür odasında bizzat Genel Müdür bir "brifing" verdi. Kağıt üstünde feci halde bilgilendim. Sonra da daha önce Güney Afrika altın madenlerinde çalışmış genç bir mühendis eşliğinde maden gezisine çıkarıldım. Ama önce ayakkabılarım çıkartıldı ve yerine tabanına yarım santim kalınlığında çelik levhalar konmuş ağır mı ağır bir postal giydim.
- Sebep?
- Toprağa siyanür sızması varsa çok ciddi sonuçları olabilir bey.
- Var mıdır ?
- Belli olmaz... Olabilir...
Oysa daha bir kaç ay önce şantiyenin açılışında müdürler su doldurulmuş göletten bardakla su alıp içmişlerdi.
- Şu göletten birer bardak içsek... Açılış töreninde içmişti sizin müdürler...
- Aman Engin bey... O zaman henüz cevheri taştan topraktan arındırmak için siyanürlü su ile yıkama başlamamıştı. Atık göleti şimdi siyanürlü suyla dolu...
Madeni adım adım dolandık.
- Göletin üstünden uçan kuşlar niye ölüyor?
- Şeyyy... Her zaman değil. Yazın sıcakta buharlaşma olunca göletin üstünde... Yani ağır metaller ve siyanür yüzünden... Kuşlar ne bilsin...
Öyle ya kuş beyinli, aptal kuşlar ne bilsin?
* * *
Göreceğimi görüp Bergama ve Dikili'deki uzmanlaşmış doğa savunucuları ile konuştuktan sonra, gazeteye döndüm. Üst üste bir kaç Tırmık'ta gördüklerimi, gözlemlerimi kısaca aktardım. Bir yazı dizisinde "Bergama Altın madeni cinayeti"ni ayrıntısıyla sergileyeceğimizi duyurduk.
Duyurur duyurmaz da başladı.
Bergama altın madeni yüzünden çıkarları bozulacak Almanya'nın, Türkiye'deki vakıfları aracılığıyla maden aleyhine kampanya başlattığını kesin bilgi olarak "ifşa" eden, Alman Aile ve Halk Sağlığı Bakanlığı ile (Almanya'da böyle bir bakanlık yok) bizim Dev-Sol diye andığımız DHKP-C arasında kampanya için bir protokol yapıldığını birinci elden bilgi gibi aktaran kitaplar raflarda belirdi.
Bitmedi.
İlhan Selçuk yukarıya çağırdı:
- Oğlum bu ne belalı işmiş be. Baksana MGK'dan üç yıldızlı bir general "memleketin servetiyle oynuyorsunuz" diye uyardı. N'oluyor yav?
- Sen ne dedin abi?
- Siz kendi işinizi iyi yapın, biz de kendi işimizi iyi yapalım deyip kapattım telefonu...
Bitmedi.
Cumhuriyet'in telefon santralinin o günlerdeki çalışanlarından Fatoş dahili telefonumu çaldırdı. Yüzünü görmedim ama sesinden gözlerinin fal taşı gibi açıldığını anladım.
- Aydın bey, orgeneral var telefonda, dört yıldızlı yani... Bağlıyorum.
Oysa deneyimli Fatoş "Bağlayayım mı, yok mu diyeyim" diye sorar.
Sormadan bağladı. Karşıda bir kuvvet komutanı. Selamsız sabahsız hemen lafa girdi. Aynen aktarıyorum:
- Bana bak gazeteci, bugünkü yazını okudum. Bugünkü yazı var ya, sen eşeğin "vajinası"na su kaçırdın.
Aynen böyle dedi. Ben şimdi vajina diyerek aklımca biraz kibarlaştırdım. Yoksa o adlı adınca söyledi ve çat!.. Telefon kapandı.
* * *
Uzun, çoook uzun bir tanıklıktan küçücük birkaç dilim aktardım. Bugünlerde Kazdağlarında, Madra Dağlarında, Havran'da, İvrindi'de, Şirince'de "memleketin ekonomik refahını artırmak" için çırpınanlara itiraz eden sözde doğa ve yaşam savunucusu hainlere benzer telefonlar, uyarılar gelirse şaşırmayın istedim.
Bir de onca söylenene, yazılıp çizilene, eylemlere aldırması gerekenler asla aldırmaz ve Kuzey Ege'de altın cinayetleri devam ederse sorunun ne kadar derinlerde ve yükseklerde olduğunun kavranmasına yardımcı olmak istedim. Yoksa kötü bir niyetim yok.
Vatan onlara minnettardır. Benim gibilere ise... (Cümlenin sonunu siz getirin e mi?..)