Geçtiğimiz salı Aziz Nesin'in doğum günüydü.
Büyük usta, 20 Aralık 1915'de İstanbul'da Heybeliada'da doğmuştu.
Özlüyor musunuz Aziz Nesin'i?
Kendi payıma ben çok özlüyorum. Yaşadığımız şeylere bakınca "acaba ne tepki verirdi?" diye düşünmeden edemiyorum.
Rahmetli babam ne zaman tuhaf, trajikomik bir hadise olsa "tam Aziz Nesinlik" derdi.
Artık bu deyimi kullanan kaldı mı, bilmiyorum. Bir ara bu tür durumlar için "tam Zaytungluk" filan demeye başlamıştık ki, memleket "Zaytungland"e dönünce ondan da vazgeçtik.
Çizim: Aydan Çelik
* * *
Aziz Nesin sadece yazdıklarıyla değil, varlığıyla, tutumuyla, personasıyla çok zengin bir karakterdi.
"Aydın" denince akla gelen ilk insanlardan biriydi. Hatta benim duyduğum en güzel aydın tanımlarından birini o yapmıştı. "Aydın, üzerine vazife olmayan işe karışan kişidir" diyordu.
Yıllar sonra ona benzer bir tanımı Cogito Dergisi'nde Levent Yılmaz'a söyleşi veren Umberto Eco yapmıştı. Mealen: "Aydın kriz çözen değil, kriz yaratan kişidir" diyordu.
Socrates'ten, Emile Zola'dan, Jean Paul Sartre'dan gelen "at sineği" metaforu yani...
* * *
Aziz Nesin 80 yıllık ömründe ses getiren çok sayıda eyleme imza attı. Onlardan biri de meşhur "Aydınlar Dilekçesi"ydi.
"Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler" başlıklı dilekçe 15 Mayıs 1984'de Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına verilmişti. Aziz Nesin, Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Fehmi Yavuz, Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Esin Afşar gibi isimlerden oluşan temsili heyet Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne gitmişti.
Özetle "demokratik bir Türkiye" talebini dile getiren dilekçeye çok kızan Kenan Evren Manisa'da yaptığı konuşmada şöyle cümleler kurmuştu: '
'Kefil olduğum Anayasa'nın orasından burasından delik açtırtmam. Biz çok aydınlar gördük. Vatan hainliği yaptılar. Bazı şairler vardı yurt dışına kaçtılar. O aydın değil miydi? Ne yapayım ben böyle aydını? Son padişah Vahdettin de aydındı ama memleketi düşmana teslim etti."
Aziz Nesin gecikmemiş: "Vahdettin aydın mıydı bilemem, ama devlet başkanı olduğu kesindir" diye cevabı yapıştırmıştı.
Onun mizahla taçlandırılmış keskin zekâsı muktediri ters köşeye yatırıyordu.
(Dilekçenin ardından askeri savcılık jet hızıyla dava açtı. Bazı imzacılar anında tornistan yaptı. Bir kısmın gerekçesi tam "Aziz Nesinlik"ti. İbrahim Tatlıses ve Öztürk Serengil imzaladıkları metni "toplu konut dilekçesi sanmıştı" mesela.)
* * *
Aklımda kalan bir başka olay 1988 yılına ait... O senenin 17 Ağustos'unda Ziya ül Hak'ın uçağı sabotajla düşürülmüş, Pakistan diktatörü hayatını kaybetmişti.
Bu duruma çok üzülen Kenan Evren: "Aziz kardeşimi kaybettim" diye bir beyanat verince, Aziz Nesin tekrar topa girmiş: "Aziz kardeşini kaybetmedin, Ziya kardeşini kaybettin. Aziz kardeşin dimdik ayakta" diye golünü atmıştı.
* * *
12 Eylül'ün karanlık günlerinde sadece Kenan Evren değil, onun koltuğundan ettiği Süleyman Demirel de oklarından nasibini almıştı.
Darbeden birkaç yıl sonra Güniz Sokak'taki evinde (yoksa Tuzla'daki yazlık mıydı?) Aziz Nesin ve arkadaşlarıyla görüşen, ortadaki sehpanın üstüne Montesquieu'nun, Rousseau'nun kitaplarını yığan, satır aralarında "okuyom ben" mesajları veren Demirel, demokrasiden, insan haklarından, kuvvetler ayrılığından filan dem vurunca dayanamamış: "Sayın Demirel, bir darbe daha olursa komünist olacaksınız" diye taşı gediğine koymuştu.
* * *
Aziz Nesin kitaplarının olduğu bir evde büyüdüm. Okumayı öğrenir öğrenmez yazdıklarını büyük bir iştahla tükettim.
Fiilen ilk karşılaşmam ise seksenlerin başında, o zaman Taksim Meydanı'ndaki Etap Marmara Oteli'nin asma katında yapılan TÜYAP kitap fuarlarının birinde oldu. Üniversite'ye yeni başlamıştım. (Karşında YÖK'ün kurulduğu sene üniversiteye başlayan bir bahtsız var sevgili okur.)
Büyük bir heyecanla aldığım Zübük'ü imzalatmak için kuyruğa girdim. Aziz Nesin yine kendine mahsustu. Diğer yazarlar kalemle imza atarken, o, kitaplarına elindeki mühürü basıyordu. Sanırım o sıra bir sağlık sorunu vardı. (Maalesef Zübük'ün o mühürlü edisyonunu yıllar evvel kaybettim.)
İkinci karşılaşmam yine aynı yıllarda Beyoğlu Tünel'deki Bilar binasında oldu. O ve bir grup aydın, dernek vb. oluşumları engelleyen yasakları aşmak için Bilar AŞ diye bir şirket kurmuş, türlü çeşitli etkinlikler düzenliyordu.
Üniversitelerin iyice çölleştiği seksenli yıllarda, Tünel'deki Bilar, Cihangir'deki Bilsak, Cağaloğlu'ndaki YAZKO gibi yerler bizim için adeta birer vahaydı.
Beyoğlu Belediyesi'nin tam karşısındaki Bilar'ın küçük dairesinde, adını şimdi unuttuğum Almanya'dan gelmiş bir insan hakları savunucusu, dünyadaki hak ihlallerini anlatıyordu. Onun yanında Profesör Metin Özek ve Aziz Nesin oturuyordu.
Alman akademisyen konuşurken, Metin Hoca önündeki kağıda not alıyor, sonra da Türkçe'ye çeviriyordu. Hekim olduğu için midir, bilmiyorum, notlarını koca koca harflerle alıyor, bir A4 kağıdını otuz saniyede dolduruyordu. Bir süre sonra önündeki kağıtlar tükenince arkadaki görevlilere "arkadaşlar boş kağıt verir misiniz?" diye seslendi. O daha cümlesini bitirmeden Aziz Nesin atladı: "Üçüncü hamur verin!"
Aziz Nesin'in "cimri"liğini bilen salon, kelimenin tam anlamıyla koptu. Otuz saniye evvel trajik şeyler anlatan insan hakları uzmanı kahkahaları duyunca ne yaptı hatırlamıyorum. Ama neredeyse 40 yıl evvel yaşanmış bu hadise dün gibi aklımda.
* * *
"Cimri" sıfatını Aziz Nesin'in kendisi kullanıyordu. Ama bir seferinde oğlu Ali Nesin, davet edildiği bir radyo programında babası için "cimri" ifadesi kullanılınca çok kızmış, Aziz Nesin'in hayatı boyunca kendisi için bir şey istemediğini, bütün kazancını başkaları için nasıl cömertçe harcadığını anlatmıştı. Hatta Amerika'da yaşarken kendisini ziyarete gelen babasını New York'taki meşhur taksilere bindirmek istediğini, Aziz Nesin'in: "Ali biz bu taksiye binmeyelim. O taksinin parasıyla Nesin Vakfı'ndaki çocuklara boya kalemi filan alalım" dediğini eklemişti.
* * *
Madem Aziz Nesin ve taksi dedik, onun Türkiye'deki taksilere dair iki anekdotunu anlatmadan geçmeyelim.
İlkini yıllardır sağda solda anlatıyorum, gülmeyen bir kişi görmedim.
Aziz Nesin bir gün taksiye biniyor. Fakat feci bir trafik var. Şöföre: "Daha hızlı gidemez miyiz?" diye soruyor. Taksi şoförü: "Gideriz abi. Ama arabayı nereye bırakacağız?" diye yanıtlıyor. (Bu yaşıma geldim İstanbul trafiğin bundan daha iyi özetleyen bir cümle duymadım.)
Taksilere dair ikinci hikâye, dolaylı olarak yine Kenan Evren'le ilgili. Bir seferinde 12 Eylül'ün Türkiye'ye tek faydasının taksilere taksimetre koymak olduğunu söylemişti. Ama bunu yapmak için darbeye ihtiyaç olmadığını da eklemişti.
* * *
Biliyosunuz bazı tarihçiler 20. yüzyılı 1914'de patlak veren Birinci Dünya Savaşı'yla başlatır.
1915 doğumlu Mehmet Nusret (asıl adı buydu) gözünü 20. yüzyılın başında açtı. Çağının acı- tatlı sayısız hadisesine tanık oldu. Onların en korkunçlarından biri olan 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı'ında canını son anda kurtardı. Ancak iki yıl sonra hayatını kaybetti. Yakınları onun katliama kadar gayet sağlıklı olduğunu, söz konusu vahşetin sağlığını derinden etkilediğini söylüyordu.
* * *
Çağımızın Nasreddin Hocası" kendini bir simyacı olarak tarif ediyordu. Gözyaşlarını gülmeceye çevirip dünyaya sunan bir simyacı... O göçtüğünden beri dünyada ve ülkemizde gözyaşı daha da arttı.
Gülmeceye, neşeye, mizahın dirençli azmine çevirecek olan simyacı iradeye çok ihtiyacımız var.
İki öneri
Bu köşeyi izleyenler 1 Eylül'de Büyükada'daki Adalar Müzesi'nde açtığımız Bisiklet Sergisi'nden haberdar olmuştur.
İşte o sergide Heybeliada doğumlu Aziz Nesin için özel bir pano hazırladık. Adanın yoksul kesimine mensup olan, bu yüzden hiç bisiklet sahibi olamayan Mehmet Nusret'in bisiklete dair hikâyelerini paylaştık. Sergi şubata kadar açık. Bence kaçırmayın.
İkinci önerim ise bir film. Malum, Afganistan'da Taliban geçen hafta kız çocuklarının okula gitmesini yasakladı. Bu vesileyle önerdiğim filmin başrollerini Tom Hanks ve Julia Roberts paylaşıyor. Charlie Wilson'ın Savaşı,1979'da Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği Afganistan'daki mücahitlere para ve silah yardımını organize eden Cumhuriyetçi senatör Charlie Wilson'ın yapıp ettiklerini anlatıyor.
Filmin bir bölümünde yukarıda bahsi geçen Ziya ül Hak'ı da görüyoruz... Şu meşhur "Yeşil Kuşak Projesi"nin dünyayı ve bizi nereye getirdiğini görmek açısından ilginç bir yapım.
Güle Güle Aydın Abi
19 Aralık, yakın Türkiye tarihi için hayırlı bir gün değildir. Maraş Katliamı'nın işaret fişeği 44 yıl evvel, 19 Aralık'ta atılmıştı. Ondan 22 yıl sonra, yine 19 Aralık'ta "Hayata Dönüş" adı verilen cezaevi operasyonlarında çok sayıda insanın hayatı karartıldı.
2022'nin 19 Aralık'ı ise iki kıymetli insanın aramızdan ayrıldığı gün oldu. Aydın Ilgaz 82, Sarper Özsan 78 yaşında hayatını kaybetti.
Sarper Özsan'ı doğrudan tanıma şansına erişmedim. Besteleriyle büyüdüm. Ama Aydın Ilgaz ile tanışma şerefine nail oldum. Evinde misafir edildim. Aynı sofrada yan yana oturdum. Sohbetini dinledim. Çok zarif, sevecen bir insandı.
Güle güle Aydın Abi. Rıfat Ilgaz'a, Hababam Sınıfı'na selamlarımızı iletin lütfen.
Aydın Ilgaz (Fotoğraf: Burhanettin Ünüvar)
Aydan Çelik kimdir?
Aydan Çelik 1966 yılında Gürün'de doğdu.
İstanbul Ünivesitesi'nde İşletme ve İktisat Tarihi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Heykel okudu.
Çizgi film stüdyolarında, reklam ajanslarında, gazetelerde, dergilerde, yayınevlerinde çalıştı.
Erken yaşta bağlandığı bisiklet sporu vesilesiyle Eurosport Türkiye'de konuk yorumcu oldu.
Açık Radyo'da Esra Ertan'la birlikte Şeytan Arabası adında bisiklet programı yaptı.
2006'da Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan Mişli Geçmiş Zaman adını taşıyan karikatür albümü yayımlandı.
Devam eden yıllarda Bi Tur Versene, İstanbul Bisiklet Rehberi ve Bisiklet Manifestosu adında bisiklet temalı üç kitabı okurla buluştu.
2013'te Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun 50. yaşı için "Pardus" adında bir maskot tasarladı.
Toplumsal Tarih, Cyclist Türkiye, Socrates dergileri yayın kurulu üyesi.
Halen çiziyor, yazıyor, bisiklet üstünde çocukluğunu arıyor.
|