09 Şubat 2020

Umutlar 2021’e mi kaldı?

Bu kadar travma yaşamış bir toplumun insanlarını nasıl bir gelecek bekliyor? Travma yaşayan insanların kendilerini yeniden inşa edebilmeleri için üzerimize düşen şeyleri yapabilecek miyiz? Yeni nesillere nasıl bir yük bırakıyoruz?

Virüs yazacakken 1 haftada önem sırasında gerilere ilerledi konu. Deprem, çığ, uçak kazası... Oysa Şubat ayı başka bir travmanın ayıydı benim açımdan. 7 Şubat 2017’den beri tam 3 sene geçti. Doğru yapılmayan yapılar, alınmayan önlemler, liyakat sahiplerinin doğru işlerin başına yerleşmemesi gibi sebeplerle birçok travma yaşıyoruz. Önlemler alınmazsa iyiye değil, kötüye gideceği besbelli. Bugünü değil ama ileriyi düşünerek soruyorum. Bu kadar travma yaşamış bir toplumu nasıl bir gelecek bekliyor? Travma yaşayan insanların kendilerini yeniden inşa edebilmeleri için üzerimize düşen şeyleri yapabilecek miyiz? Yeni nesillere nasıl bir yük bırakıyoruz?

Çember daralıyor ve herkes üzerine düşeni yaşıyor. Peki gelecekte ne olacak? Herkes kendi iyileşme hikâyesini yazmaya uğraşacak gibi duruyor. Kimisi için kolay değil, kimisi ayakta duramıyor, destek alamıyor ve yenik düşüyor hayata. Her şeyden kurtulsak, ekonomik kriz tüm evlerin kapısını çalıyor ve travma hayatın içinde sıradanlaşıyor. Bu mümkün mü?

Bir dönem toplumsal travmaların hafızada bıraktığı izlerle ilgili çalışıyordum. Şöyle ki; bu konunun aslında kendi alanım olan görsel kültür üzerindeki etkilerini çalışıyordum demek daha doğru olacak. Travma yaşayan kişilerde travma konularını konuşmak zorlaşıyor. Ardından gelen nesillerde bu travmaların etkileri hala açıkça görülebilirse de, onlar konuşmayı ve duyurmayı istiyorlar. Yüksek sesle konuşabilmenin yollarından biri de çektikleri filmler, yaptıkları resimler, yazdıkları yazılar. 

Birkaç bireysel travma hikayesine bakalım.

Magritte

Rene Magritte ünlü bir sürrealist ressam. Yaptığı resimlerin her ne kadar soyut olduğunu ve yoruma açık olduğunu görsek de bazı desen ya da figürlerin sık kullanımını anlamlandırmak mümkün. Bu yukarıdaki resimde ölümü ve yaşamı simgeleyen iki figür vardır örneğin. Hayatın kırılganlığını anlatmanın yolunu neden böyle seçer ressam? 13 yaşında kendini nehre atarak intihar eden bir annenin çocuğudur. Annesi sudan çıkarıldığında ıslak yüzünün ve bedeninin üzerine örtülen örtüyü görür. Bu imgenin hayatı boyunca peşini bırakmadığını düşünmek yanlış olmaz. Ancak sadece bu da değil. Şunu da düşünmek gerekir. Magritte çocukluğunu depresyonu olan bir anne ile geçirmiştir. İki taraf için de kolay olmasa gerek. Annesinin son imgesini yani yüzü örtülü resimleri yapmasının sebeplerinden biri olabilir. Bedendeki en dikkat çekici unsurun yüzdür. Yüzü göstermemesi, tuvaldeki resmi göstermeyerek tuvalin arkasını resmetmesi gibi, başka bir deyişle resmi yapanın değil ama ona bakanın asıl yorumu getirebileceğini de resme eklemesi yine resmin anlamlarından sadece biri olabilir.

Susanna ve Yaşlılar

1593 doğumlu Artemisia Gentileschi kadınların resim yapmasının çok da kabul görmediği yıllarda Floransa’daki Disegno Sanat Akademisi’ne kabul edilmişti. Babası da kendi gibi ressam olan Artemisia’yı babası ressam Agostino Tassi’nin yanına göndermiş ve Tassi genç kıza tecavüz etmişti. Artemisia Gentileschi hayatı boyunca çizdiği bütün resimlerde güçlü kadınları, acı çeken kadınları ele aldı. Mitsel hikâyelere, İncil’den gelen hikayelere yorum kattı ve onları bir kadın gözüyle değiştirdi. Tassi’nin kendisine tecavüzünden babasını da sorumlu tutuyordu. 1610 yılında yaptığı "Susanna ve Yaşlılar" resmindeki yorumu bilinen örneklerin çok dışında oldu. Bu İncil hikâyesi çok ressam tarafından ele alındı. Gentileschi’nin, çoğu erkek ressamın Susanna’nın yaşlı erkeklere kur yapar, adeta kendisine tacizde bulunulmasını bekler yorumlarına karşı cevabı sertti. Onun versiyonunda hikâyedeki yaşlılar, babası ve Tassi’yi simgeliyordu. Merak edenlere Annibale Caracci’nin yorumuna bakmalarını da tavsiye ederim.

Solda Cravaggio, sağda Gentileschi’in "Judith ve Holofernes" tabloları

Yine oldukça etkileyici bir örnek de Cravaggio ve Gentileschi’in "Judith ve Holofernes" tablolarını resmediş arasındaki farktı. Gentileschi erkeklerin sandığı gibi şiddet karşısında elini korkak alıştırabilecek bir kadın değildi. Yaşam ona çok sert davranmıştı ve bunun acısını resimlerle dışarı atıyordu. Gentileschi’nin resminde Judith adeta bir kahramandır. Oysa Caravaggio’da yaptığından çekinen, olaya dahil olmaktan imtina eden bir kadın görürüz. Caravaggio’nun Judith’i narin, Gentileschi’ninki savaşçıdır. Caravaggio’da Judith’in hizmetçisi olayı uzaktan seyreder gibidir oysa Gentileschi’nin tablosunda kadınların dayanışması gerekir. Gücü güce katarak general Holofernes’i yenebilir ve şehirlerini kuşatılmaktan kurtarabilirler. Artemisia travma yaşamış bir kadındır, yaşadığı ve resmettiği yıllarda hem bu travmanın izlerini görürüz.

Edward Munch

Örnekler çoğalabilir. Edward Munch annesini ve hasta yatağında hayatının sonuna yaklaştığını gördüğü ablasını tüberklozdan kaybetti. Onun resimlerindeki imgeler hep bu travmaları bilinç üzerine çıkardı. Susanna Brison "Aftermath: Violence and Remaking of a Self" kitabında saldırıya uğramasını ve ölümden kıl payı kurtulmasını anlatır. Ancak bu kadar basit değildir anlattığı. Susanna Brison Dartmouth Üniversitesi’nde felsefe profesörü. 1990'da, Fransa'nın güneyindeki bir sabah yürüyüşünde saldırıya uğruyor, dövülüyor ve ölüme terk ediliyor. Hayatta kalıyor ama dünyası yok ediliyor. Bir filozof olarak eğitimi, bu travmayı anlamlandırmasına yardımcı olmuyor ve ve benliği hakkındaki temel varsayımlarının birçoğu paramparça oluyor.  Kitabı kişisel bir iyileşme anlatısı ve travmanın felsefi bir keşfi. Brison, şiddetin ardından benliğin geri kazanılmasını ve yeniden oluşturulmasını inceliyor.

Brison'un gözlemlediği temel olarak şu; travma hafızayı bozar, geçmişi bugünden ayırır ve bir geleceği hayal etme yeteneğini etkisiz hale getirir. Kitabında yaşanan travmaların ardından iyileşme sürecinde nelerle karşılaşılabileceğini örnekleriyle anlatıyor.

Şimdi başladığım yere dönüyorum. Travma bir geleceği hayal etme yeteneğini etkisiz kılıyorsa bir dönemi yaşamış insanlar geleceklerini nasıl hayal edebilecek? Bu kadar çok ve sık travma yaşayan bir toplumun insanları bu travmaların etkisini nasıl  yaşayacak? Kendilerini sanatla ya da edebiyatla dışavurarak bunu bir ilk ağız hikayesine döndüremeyenler bu etkilerden nasıl kurtulacak?

Yazarın Diğer Yazıları

Yas günlüğü: Babama mektup

Yazılmamış mektuplar, yarım kalan duyguların sessiz tanığıdır. Söyleyemediklerimizi yazmak, hem geçmişe hem kendimize bir armağan olabilir. Peki sizin yazılmamış mektuplarınız var mı?

Çöküş

Aydınlatmayacak olsa bile, aydınlığı seçmek ahlaki bir direniştir

Paylaşılamayan mutluluk ve performatif mutsuzluk

Biz neden mutluluğumuzu paylaşmak yerine mutsuzluğumuzu yarıştırmayı tercih ediyoruz?

"
"