İstanbul'un Adalarında kullanılacak akülü taşıtlar birçok adalının itirazları, belediye yetkilileri ile toplantılar, yapılan ve uyulmayan anlaşmalar, gösteriler ve sonunda çevik kuvvet müdahalesi ile gündemde. Adalarda olup bitenler üzerine çok değerli bilgi ve belgeler tanımadığım bir adalının, Irmak Tanış Hanım'ın, twit dizisinde var şurada. Bir diğer tanımadığım bilgi kaynağı da Levent Kazak Bey, yazdıkları burada. İyi bir kısa değerlendirme Murat Sabuncu tarafından yapılmış. Bu olaylar siyasî kültürün alışkanlıkları, değişim niyetleri, akılcı çözümler ve bunları engelleyen sosyal, psikolojik dinamiklerle Türkiye'de ve dünyada sürüp giden ezelî tartışmaları bir kere daha çarpıcı biçimde gündeme getirdi. Hiyerarşik ve baskıcı rejimler ile halka danışan siyaset arasındaki farkları, Türkiye'de AKP başkanlık rejimi ile CHP'nin belediyeler üzerinden edindiği fırsat ve değişim sözü arasındaki dinamiği gözlüyoruz. Değişimin umut veren başlangıçları ile kurtulmak gereken alışkanlıklar ve iç baskılar söz konusu.
* * *
Adalar sahilleri, ormanları, hâlâ çok bozulmamış sokakları ve evleri, kent dokusu, mahalle kültürü ile gitgide azalan önemli özel mekânlarımız arasında. Bu mekânlar orada yaşayanlar için içinde bazılarının yaz-kış yaşadıkları, iyi bir hayat sürmeye çalıştıkları, birçoğunun ekmeklerini kazandıkları yerler. Ada dışından gelen İstanbullu, yerli ve yabancı turistler için de hayranlıkla gezilecek, keyfedilecek, nefes alınacak yerler. Adalıların ve biz turistlerin rahatça nefes almamız için adaların da nefes alması lâzım.
* * *
Tabii nefes almanın ve güzelliğin tadını çıkarmanın yanında çıkarlar da söz konusu. Ada esnafı çok turist gelmesini, adalılar evlerinin değer kazanmasını, gelir getirmesini isterler. Adaların ekonomisini, turizmini düzenlerken bu çıkarları dengelemek, kamu yararının, kamu malının, vatandaşların özel mülklerinin tehlikeye girmemesini, çevrenin korunmasını, kazaların yangınların olmamasını, olursa çabuk yardım gelmesini, can güvenliğini, asayişi de düşünmek gerekir. Kamu yönetiminin, siyasetin olmazsa olmazları bunlar. O kadar unutulup görmezden gelinebiliyor ki söylemekte yarar var.
* * *
Makûl, başkalarının ve kamunun çıkarları ile bağdaşabilir taleplerin ötesinde bir de sınırsız hırslar, ortak çıkarlara saygı göstermeyen, kanunları da ihlâl eden işgaller var. Türkiye'de sahillere ulaşım, orman alanlarının korunması, çevrenin korunması, trafik, imar gibi birçok alanda var olan koruyucu mevzuat değiştiriliyor, uygulanmıyor, yolsuzluklarla ihlâl ediliyor. Büyük bir inşaat ve rant yaratma akını ile kendi güzel vatanımıza karşı bir cihat ve tahrip kampanyası içindeyiz. Gerçekçi olalım: Buna toplumdan yaygın bir destek var. Kendilerine de ufak büyük çıkarlar bekleyen insanlar bu akını destekliyorlar, en azından göz yumuyorlar. Kolonlar kesiliyor, depremde evleri insanların başına yıkılıyor. Oraya kadar seyreden çok. Uyaranlara "ukalâ, elit" muamelesi yapılır. Bunun sonucu da gözlemle, kanıtlarıyla ortada. Deprem, sel yangın, âfet geldiğinde bazı başka ülkelerde benzer âfetlerde karşılaşılandan çok daha büyük can ve mal kaybı olur. Âfet olmadan da sürekli bir betonlaşma, doğadan uzaklaşma içindeyiz, şehirlerin, tarım ve orman alanlarının, toprağın, su havzalarının, geçim kaynaklarının bozulmasını seyrediyoruz. Bu destekleme, kabuş ve seyir durumu sebepleri olan, gerçek bir sosyal olgu. Ahlâkçı öğütlerle, cezalarla değil halkla birlikte politika, proje geliştirerek aşılabilecek bir durum. AKP gibi popülist totaliter partiler hem algıları hem de çıkarları yöneterek, ekonomik olarak zorunlu durumda olan - bu duruma getirilen insanlara küçük paylar vererek iktidar oluyorlar. CHP gibi muhalefet partilerinin içinde de büyük çıkar gruplarının sözcülüğünü yapanlar, ya da oy almak açısından "halkçı" çıkar algılarını temsil edenler var. Bunlar âfetlerden sonra kendi partilerinden veya kliklerinden olan sorumluları koruyarak, ya da susarak kendilerini belli ediyorlar. Etkin de oluyorlar. Bütün bunları kınamak için değil durumu, dinamiğin unsurlarını kaydetmek için yazıyorum. Yasalara uymamanın ve yolsuzluğun sıradanlaşması toplumu ve siyaseti yozlaştırdığı, hayat kalitesini düşürdüğü gibi ekonomi ‘politikasına' da rant ve inşaat üzerinden büyüme olarak yansıyor, bütün risk ve sonuçları ile beraber.
* * *
Çağımızda çevre sorunları olarak dile getirilen, küresel ısınma ile toptan küresel bir boyut alan sorunlar aslında toplumun ortak çıkarlarının, ortak mallarının (mîrî malın) sakınılması veya tahribi ve yağmalanması sorunu, insanlığın kaçınılmaz, ezelî sorunlarından biri. Meselâ Jared Diamond'un çağımızda ve eski zamanlarda dünyanın birçok farklı toplumunun "Çöküş"ünü inceleyen kitabında bu işin örnekleri ve dinamikleri gayet anlaşılır şekilde ele alınıyor. Bilim Akademisi üyemiz Daron Acemoğlu ve James Robinson'ın "Ulusların Düşüşü", "Dar Koridor" ve Acemoğlu ile Simon Johnson'ın "İktidar ve Teknoloji" kitaplarında toplumun ortak esenliği ile politika ve demokrasi ilişkileri gebnel bir tarihî ve güncel perspektifle anlatılıyor. İngilizce'de "tragedy of the commons" tâbir edilen ortak alanların sahibi olmaması yüzünden herkesçe tahribi veya gücü yetenlerce yağmalanması, üstüne konulması. Bu yağma ve tahribat kamu alanının (aslında düzenleyicisi olması gerekirken) sahibi olan devlet gücünü elinde tutan iktidar sahipleri tarafından, yerel iktidarlar tarafından, ya da bilinçsiz kullanımla toplulukta herkes tarafından gerçekleşebilir. Türkiye tarihinde yaylaların, meraların yağmalanmasını, Yaşar Kemal'in eserlerinde Çukurova'nın yağmalanmasını, günümüzde imara açma ve imar affı konularını hatırlayalım. Ortak çıkar için ortak alanların iyi yönetimi mümkün, bu da bilgi, uzmanlık ve liyakate dayanan bir yönetim meselesi. Doğrusunu yapmak bazan zor da olsa mümkün ama bu bilince sahip olunmadığı veya siyasî güç bu yönde oluşup kullanılmadığı zaman kamu malları bilmeden veya kandırılarak mahvediliyor. Onun için, aslında çaresi varken önüne geçilmez sanıldığı, öyle gösterildiği için buna trajedi denmiş. Kader değil, fıtrat değil, trajedi çünkü trajedinin insan içinde yol açanları, aktörleri vardır; felâketi önlemenin de yolunun yordamının olması gibi.
* * *
Ortak iyinin anlaşılması ve korunması söz konusu olunca doğru bilginin tespiti ve buna dayanan doğru politikanın üretilmesi, bilinçli ve bilinçsiz yağma ve tahribata karşı ortak değerlerin korunması ihtiyacı var. Hem uzmanların hem de halkın deneyim, projelendirme, çözüm önerileri, hak savunuculuğu, şeffaflık açılarından katılımı gerekir. Kamu çıkarına aykırı yağma ve yolsuzluktan korunma için bağımsız kurumların denetlemesi (kuvvetler ayrılığı) kadar yine halkın katılımı sigorta işlevi görebilir. Sosyal demokrasi üretim araçlarını ve kamu mallarını devletleştirip merkezden yönetmeyi değil özel mülkiyete yer vererek halkın katılımıyla kamu çıkarını da gözetmeyi amaçlar. Yine katılımı sağlamak, ve doğru bilgi üzerinden yerel politikaları geliştirebilmek için yerel yönetimlerin, belediyelerin de özel işlevi, imkânları ve etkisi var.
* * *
AKP ve tek adam rejiminin tepeye bağlı, hiyerarşik yapısıyla ve bütün geçmiş icraatıyla fıtratı belli. Bunun karşısında CHP sosyal demokrasi iddiası ile, belediyelerinin olumlu uygulamaları ile, yeni siyasî zaferini belediyeler üzerinden kazanmış olması ile, ve geçmişindeki bazı deneyimleriyle avantajlı bir konumda. Bir umut yarattı. Bu umudun kalıcı olması için iyi projeler üretmesi sonuç göstermesi gerek. Yurttaşlara açılma, onlara hizmet sunarken katılım imkânı verme yolunda iyi adımlar atılıyor, İBB ve başka belediyeler tarafından. Bunun için donanımlı kadrolar, İstanbul Planlama Ajansı gibi, KİPTAŞ gibi, Kent Konseyleri gibi organlar var (hepsini bilmediğim için sayamıyorum, affola). Öte yandan kendi içinde var olan ve kendisinin de içinde var olduğu kültür ve alışkanlıklar çok ciddî tuzaklar teşkil ediyor. Birincisi, çıkar gruplarının etkisiyle ya da başka türlü olamaz nasıl olsa olacak diye her yerde (bu arada Adalarda da, ama her yerde) imar, inşaat, asfalt, trafik kaçınılmazdır algısı. İkincisi kendi kadrolarını sorgusuz sahiplenme: AKP hiyerarşisinde yerel bürokrasi inisiyatifi olmadığından, donanımı olmadığından, ve yolsuzluk için, yanlış yaptığında zaten karar yetkisinin nerede olduğu bilinir, sorumluluk "bunlaaar" ve olmadı en alttaki yetkililere yıkılır.
Her kurumda kendi kadrolarını koruma refleksi ve gereği de vardır. Ancak CHP ve belediyeleri halktan yoğun tepki aldıklarında kendi kadrolarını dikkatle incelemeli, kayıtsız sahiplenme refleksine kapılmamalıdır. Son durumda CHPli Adalar Belediyesi adaları koruma yönünde halkla iyi bir ilişki içinde görünüyordu. İBB'nin başka organları, meselâ İETT aynı noktada değil. Üçüncü nokta halk ile sahici ilişkiler: halkla yapılan toplantılarda verilen sözler tutulmalı, farklı gelişmeler ortaya çıktığında iletişim devam etmeli. Anî karar değişiklikleri, habersiz emr-i vakiler yapılmamalı. Hele kolluk kuvvetlerinin, çevik kuvvetin acele devreye sokulması büyük bir hatâ. Şimdi olaylar tırmanıp şiddet ortamı çıkarsa göstericiler arasından da saldırganlık, (kasıtlı provokasyon da olabilir ama şart değil), kendiliğinden saldırganlık çıkar, nitekim çıkmış. Meselâ biri kalkıp İETT müdürüne saldırdığı zaman gereken şekilde şikâyet edilir, polis çağrılır vs. Ama muhalif partili bir belediyenin yöneticisi veya iktidar partisinin bir yetkilisi veya, hele, doğrudan kamu görevlisi olan bir bürokrat kolluk kuvvetini bu şekilde kullanmamalı. Yine gerçekçi olalım, kullanır mı, kullanır, hele işler güvensizlik, oldu bitti, kızgın tarafların sokakta yüz yüze gelmesi noktasında ise, insan psikolojisi icabı karşılıklı saldırganlık artar. Kavga ile iş çözülmez, çözülemez hale gelir. Bu arada sloganlar partiye belediyeye, ismen sayın Ekrem İmamoğlu'na ve Sayın Özgür Özel'e yönelir. Göstericiler arasında bunu engellemeye çalışanlar provokasyona gelmemeye, İETT aracının yolu tıkamasını polisin yardımıyla engellemeye çalışanlar olmuştur. Psikolojinin ve siyasî kültürün ağırlığı işleri zıvanadan çıkarır. "Devlet adamının", daha iyi değişle demokrasi insanının/ liderinin yapması gereken haberi olduğu andan itibaren restleşmeyi önlemek, diyalogu (yeniden) kurmak, sonuçlarla karşılaştığı zaman da kızmamak (kızmamaya çalışmak) ve konunun özüne dönüp tekrar nasıl çözülür diye proje üretmeye çalışmak olmalıdır.
* * *
İstanbul'un Adaları nasıl bir Adalar? Ada halkı içinde çok çeşitli kökenden insanlar var. Tarih boyunca da bugün de. Yazlıkçılar var, yaz kış oturanlar var. Günübirlik gelenler var. Her sınıftan insan var. Hepsi için Adalar şehirden bir kaçış yeridir. Adaya gelmek isteyen İstanbullular için de bir kaçış yeridir. Adanın doğal güzelliği denizleri ve ormanı bu insanlar için orayı yaşanır yapıyor. Bu güzellik ayni zamanda çok kırılgan: Adalarda sık sık yangın çıkar, etrafta pislik, bol plastik, sigara izmariti, cam kırıkları, çevre kirliliği vardır, kıyılar birçok yerde işgal altındadır, Diyanet tarihî Heybeliada sanatoryumuna ve Çamlimanına el atar vs. vs. Adalıların birçoğu bunun bilincindedir. Ada halkının epeyce bir kısmı da aktif olarak siyasîleri ve bürokrasiyi izlemeye, yolsuzlukları, ihlalleri engellemeye çalışır. Meselâ daha geçen hafta adalılar kıyıdaki tesislerden birinin orman arazisine çit çekmesiyle uğraşıyorlardı. Adalar belediyesi ile, İBB ile irtibatları vardır, toplantı yaparlar, çağrılınca giderler, haklarını ararlar. Her konuda aynı fikirde olmasalar da adalılar arasında bir haberleşme, tartışma, mahalle ortamı vardır. Bazı adalılar izlemenin ötesinde doğal afetlere karşı adayı korumak için teknik eğitim edinmişlerdir. Mahalle Afet Gönüllülerinin İstanbul'da güçlü ve deneyimli olduğu yerlerden biri Adalardır. Orman yangınlarında hemen itfaiyeye ve görevlilere yardıma giderler ve eğitimli oldukları için çok faydaları dokunur. Adada deprem riski vardır, ne yapılacağını bilen bu konuda eğitimli adalılar da vardır. Son afette gönüllü olarak afet bölgesine gittiler. Katkı yaptılar.
Bu insanlar konuşmasını yazmasını bilirler, medyaya ulaşabilirler, sözünü sakınmayan iyi siyasî paydaşlar, proje bazında müttefikler olabilirler. Ve son olarak, bütün bu özellikler onları kötü anlamda elit yapmaz. İyi örnekler arasına katar: Türkiye'nin her yanında, Akbelen'den Karadeniz derelerine kendi çevrelerine, yaşam kaynaklarına tehdit geldiğinde itirazını yükseltenlere bakın. Adalar deniz içinde adalar; Türkiye ve dünya içinde adalar; her yerde olanın bir küçük yansıması, bir küçük evren (mikrokozmos) bu adalar.
Ali Alpar kimdir?
Astrofizikçi. Sabancı Üniversitesi Emeritus öğretim üyesi. Bilim Akademisinin kurucu başkanı.
1968'de Robert Akademi'den, 1972'de ODTÜ Fizik bölümünden mezun oldu. 1977'de Cambridge Üniversitesi'nden fizik doktorasını aldı.
Boğaziçi Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Sabancı Üniversitesi'nde çalıştı.
Araştırma alanları nötron yıldızları ve pulsarlardır.
1993-1997 arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Konseyi, TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları'nı başlatan yayın kurulu üyesiydi.
ODTÜ (1994) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2003) mezuniyet sınıfı öğrencilerinin seçtiği en iyi öğretim üyesi ödüllerini aldı.
TÜBİTAK Teşvik Ödülü 1986, Sedat Simavi Ödülü 1988, TÜBİTAK-TWAS Bilim Ödülü 1992, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Hizmet ve Onur Ödülü 2018 sahibi.
Hükümetin KHK ile Türkiye Bilimler Akademisine (TÜBA) üye tayin etmesi üzerine TÜBA'nın 82 aslî üyesinden istifa eden 52 üye arasındaydı. 25 Kasım 2011'de Bilim Akademisi'nin 17 kurucu üyesi arasında yer aldı.
2011-2021 yılları arasında Bilim Akademisi'nin ilk başkanlığını yaptı.
Türk Astronomi Derneği üyesi ve eski başkanı. Academia Europaea, American Philosophical Society, European Astronomical Society, International Astronomical Union üyesi.
|