27 Eylül 2022
Komet, önce babamın arkadaşıydı, Ömer Uluç gibi. Sonra ikisi de benimle arkadaş oldular. Onlar da birer birer eksilmekteler. Komet her şeyden önce nükteli, zeki iyi bir ressamdı ve aynı zamanda şairdi. Şiirlerini çok ciddiye alıyordu. Her türlü sanat malzemesini denemişti, her zaman çok düşünmedi belki de bu medyumları, ama "İdi, İdim, İdik" sergisinde felsefenin önemine dokunmuştu. Düşünceyi zorlamayı ve bununla eğlenmeyi seviyordu; çünkü şairler genelde filozofturlar da aynı zamanda. Edip Cansever'e hayrandı. Edip öldüğünde Paris'te otobüste karşılaşıp sonra gidip Edip için içki içmiştik. Tıpkı 1960'lı yılların sonunda Sartre'ın Varoluşçuluk felsefesine dikkatini vermiş olduğu gibi. Bu dönem resimlerine bakıldığında belki de bu felsefenin etkilerini görmek mümkün olabilir: Yalnızlığı yaşayan bireylerin yan yana durmalarına rağmen aralarındaki mesafe gözükür ve bireyler yakın olmalarına rağmen aralarındaki uzaklık hissedilebilir; bir kalabalıktaki yalnızlığı duyumsatır.
Komet de okuyordu, hem de iyi bir kütüphanesi vardı. Onun için okumak daha çocukluğundan beri bir şansı olan, anlattığı kadarıyla bana, öğretmen bir babanın mevcudiyetiydi. Ansiklopediler bilhassa çocuklar için çok faydalıydı. Hele resimli Ansiklopediler çok daha dikkat çekici olabiliyordu.
Komet son sergisine çok önem vermişti ve belki de biliyordu bu sergisinin "son sergisi" olduğunu. Zaten öyle söylemişti atölyesinde, resimlerini bana gösterirken yazı yazmamı istemişti, Dirimart'taki bu "son sergisi" için. Bir de medyumları denedikten sonra vurguladığı bir şey vardı. Resim sergisiydi bu "son sergi" ve bir "ressam" tarafından yapılan bir sergiydi. Düşüncenin resme giden bakışıydı ve sanat tarihine birçok gönderme yapmaktaydı, bilhassa erken dönem resim tarihine, Rönesans resmine. Hep beraber yediğimiz son yemek, Japon lokantasındaydı. Orayı sevdiğini söylemişti Hazer. Hazer (Özdil), ben ve Komet'in Paris'ten arkadaşı Seza (Paker) hep birlikte yemek yedik ve sergisinin hazırlıklarını konuştuk.
Aşağıda Dirimart'daki son sergisi için yazdığımı ekliyorum, onun "son sergisinin" ve geçen seneki konuşmalarımızın (felsefe içerikli) bir özeti olarak bu sergi için yazdığım yazıyı; onu sevgiyle anıyorum...
Giordano Bruno'nun "Mühürler Mühürü" adlı kitabında bahsettiği bellek, sanatına ait olarak sanatı iki anlamda ele almaktaydı. Bunlardan biri "imitasyon" üzerine kurulu bir kopya ilişkisini ortaya koymaktayken diğeri "belleğe" ait olarak "akıldan" olanı tercih etmekteydi. Belki de akıldan olan bugünkü kavramsal sanatçıların Duchamp'dan beri reddettikleri retina sanatının dışına çıkan bir benzeme ve benzetme ilişkisinin dışında rasyonel bir bakışı öne sürmektedirler; ancak bu rasyonellik akılın kendi akıl dışılığının dışarıda bırakılması anlamına gelmemektedir. Akıldan hareketin bellekteki saklı hali aynı zamanda, Spinoza'nın Etik adlı kitabının da bir parçasıdır. İlk olarak, kanaat ve hayal gücü üzerine düşündüğünde, Spinoza bir temsiliyeti ele almaktadır; duyular ve gözlemlerle yapılanların akılda ve bellekte kaldığı şekli bu kategorileri hayata geçirmektedir. Bu imajlar "zihinsel imajlardır", duyumsal hatıralardır. Bu şekilde, "düşüncenin imajları" ortaya konulmaktadır. O zaman temsiliyet ile düşünce imgesi aynı şey değildirler. Ressam ise düşünce imgesini kullanarak temsiliyete bağlanandır. "Düşünce ile imge nasıl çakışabilirler?" sorusunu sorarsak eğer, o soruya cevap olarak şunu ileri sürmek mümkündür: Her figür veya her nesne diğerleriyle ilişki içindeyse o zaman imaj bir düşünceye dönüşmektedir: Orman ağacı saklar, ama o ağacı anlamak için ormana gitmek gerekmektedir. Doğa imgenin parçası olduğunda düşünce resme girer. Bu akılda kalan değil, akıldan resimdir. Tekillik bir bütünün parçası olduğunda sosyaldir, tikel olmaktan çıkmıştır. Bu neyin doğru neyin doğru olmadığını anlamamıza yarar. Burada tablonun tüm öğeleri gerekli olarak orada bulunmaktadırlar ve birbirleriyle alakalıdırlar. Biri çıkarılamaz veya başka bir şey eklenemez.
İfade burada akıldan gelen bir fırça darbesine veya darbelerine bağlı olarak bir yandan belleğin insana verdiği ve ona önceden gelen etki tarafından şekillenerek akılda kalanı dışa vurmak ve de aynı zamanda da akıldaki verilerinin dışına doğru giden el ve kafa hareketlerinin kontrolden çıkan eylemini gerçekleştirmek istemektedir. Sanat tarihi bu ifade ilişkilerini detaylarda arayan bir bakışa sahip olarak kendisini bağrında taşımaktaydı ve sanat tarihçilerinin bilhassa ayrıntıya verdikleri önem eserin bir kısmını ele alan ve oraya odaklanan soyutlamanın verdiği gerçeklikte saklı olarak ele alınmaktaydı. Ayrıntı, bu anlamda, bütünün tablodaki bir parçasından başka bir şey olarak durmamaktadır.
Sanat tarihçilerine göre, figürleri başka bir yere doğru çeviren gözün ressamları Cimabue'den Giotto'ya giden bir çizgiden geçilmektedir. Halk, böylece tabloların içinde yer almaya başlamıştır. İzleyici ressamın kaygısı içindedir. Ayrıntıların üzerine kurulu Floransa resmi, 15. yüzyılda düşünceyi de başka bir yere taşımıştı: Akla dayanmıştı. Burada büyük bir yer Giotto'ya ayırılmıştı.
Komet, Türkiye'deki ressamlar arasından modernlik içinden geçen fakat etki alanının daha çok eski klasik ekollerden geçtiğini söyleyen bir bakışın ressamı olarak kendisini ifade etmektedir. Konuşmaları sırasında söylediği gibi, Floransa sanatı onun ilgi odaklarından biri olarak durmaktadır.
Geçmişe doğru dönen Komet'in tavrı, bir anlamda, Fransız filozof Jean-François Lyotard'ın ileri sürdüğü anlamda beğeni yargısını post-modern bakışa doğru çekmektedir. "Postmodern nedir?" sorusunun arkasında yatan ise, genel kanının aksine, modernin sonrasına değil, ama modernin evveline doğru yüzünü çevirmiştir. Postmodern bu anlamda geçmişe yönelik duran bir bakış olmasına rağmen aynı zamanda öncü anlamını da taşımaktadır. Zamanların birbiri içinden geçerek harmanlanması sayesinde sanatçı veya düşünür bu zamanın içinden geçerek şimdiki zamanda bunların bir billurlaşma halini ortaya çıkaracak bakışının ürününü ortaya koymaktadır.
Komet'in "seri-dışı" veya hatta "seri-karşıtı" olarak adlandırdığı çalışma tarzı "aynı andalık" üzerine odaklanmaktadır. Birden çok tablo yan yana ve değişik odalarda sıralanmışlardır. Her biri ressamın fırça darbelerinden çıkacak olanı beklemektedir. Bu beklenti aynı zamanda bir sürecin içinden geçmeyi de göstermektedir. Her bir fırça darbesi tablolara hayat vermek üzere olduğu kadar aynı zamanda tablonun o anki yapısını değiştirmeye yönelik olarak da işlemektedir. Komet'in seri dışı olarak adlandırdığı bu çalışma tarzına göre bir benzer bir benzer ile yan yana gelmemekte, tersine her bir seferde yeniye doğru giden çizgiler kendilerini görsel olarak ortaya çıkarmaya namzet adaylardır. "Seri dışı nedir?" sorusunu sorduğumuz zaman "seri tarih" veya "seriyel müzik" olarak adlandırılan çağdaş yaklaşımların bir yandan ötesine gitmek, diğer yandan ise bu yönteme doğru bakışını yönlendirmek ihtiyacını belki de fark ederiz. 20.yüzyılın başının modern keşiflerinden biri olan kompozitör Arnold Schönberg tarafından ortaya atılan müzik yazma biçimi, atonal bir müzik yapmak anlamına gelmektedir. Önceden kurulmuş ve değişmez olan bu dizilerle işleyen yazılma biçimi entervallerle ayrılmaktadır. Tonlamanın diktatörlüğünden müziği çıkarmak üzere başlatılan bu hareketle tonlamalar, entervallerde birbirlerine ters olarak işlemektedir. Bu karşı çıkış hareketleri müziğin akışkanlığını da kırmaktadır.
Komet'in anti-seri olarak adlandırdığı da, bu anlamda, tablolar arasındaki benzerlikleri kırmak ve karşıtlıklar ortaya çıkarmaktır. Her ne kadar tabloların bir benzeme mozaiği (serpiştirme hareketi) göze çarpmakta olsa bile, bir humour içindeki bakışın ürünü olarak, bu anlaşılabilir. Espas kendisini heterojen bir şekilde ortaya koymaktadır. Bitmemişlik etkisi ile bitmenin tuhaflığı arasında gelen giden bu ilişki ressamın tabloları ele alma yöntemiyle ilgili olarak görülmektedir. Sanatlarda seri olarak adlandırılan her tablonun tematik yapısındaki benzerlikleri görmekle ilgili olduğundan dolayı, Komet'in anti-seri olarak adlandırdığı tam da bu anlamda seriyel müzikte olduğu gibi hem müziğin kendi iç klasik kurallarına karşı çıkmayı, hem de entervaller arasındaki kopmaları gerçekleştiren ritmini görmek lazımdır. Burada, Komet'in yaklaşımı tematik yapıyı bir kenara bırakmaktır; ama aynı zamanda ressamın kendi iç dünyasının yansıdığı bir dış dünya ve bu dış dünyanın figürleri tablolarda yer almaktadır.
Komet hem modern öncesi ressamlara bakan bir ressamdır, hem de Anadolu coğrafyasının içinden geçen bakışlar Hitit, Asur medeniyetleri gibi eski Mezopotamya uygarlıklarının sanatına doğru bakışını yönlendiren ve etkilerini alan bir sanatçıdır. Şiirsel bakışını tarihi olarak sanatına yansıtmaktadır. Bazen ironik bazen ise varoluşşsal olarak, dramatik veya trajik bir tablo, büyük bir humour ile bizi etkilemektedir. Bazen ise kelimeler onun sesinden çıkarak kâğıda yansırlar ve şiir formuna girerler.
Rönesans için, Fransız sanat tarihçisi Daniel Arasse, Varietas'ların siparişlerinde sanatçı için hem bir zevk unsuru hem de ayrıntıların denetim altına alınmakta olduğunu yazmıştı. Bu anlamda Alberti'nin yazılarından yola çıkan sanat tarihçilerinin bakışlarına göre, Rönesans, eserlerin anlamlarını oluşturmak üzere "yeniden bulunan bir sentez" olarak kabul edilmektedir. Bu sentez, resme açılan tematik ve değişik eski ve yeni motiflerden yola çıkan, entelekte dahil edilebilecek bir süreçte kendisini belli etmektedir. Komet, her ne kadar Rönesans öncesine bakmayı tercih ettiğini ifade etmiş olsa bile, yine de bu anlamda eski ve yeniyi harmanlamaktadır. Bu şekilde Anadolu coğrafyasının uygarlık tarihi ile bugünkü Anadolulu insanların uzantısı birbirleriyle kesişir durmaktadır. "Yeniden bulunan sentez" açısından bakıldığında, ayrıntılar önem kazanmaya başlamaktadır. Ayrıntılar resmin anlamına yeni bir olasılık katmaktadır. Bu olasılıklar ressamın ortaya koyduğu, ama belki de bilinçli olarak düşünülmese bile tuvalin üzerindeki mevcudiyetinin kayıtsız şartsız yer almasıyla birlikte izleyiciye yansıyabilmektedir. Dolayısıyla tablonun ressam tarafından verilmiş haliyle izleyicinin genişleterek bakacağı ilişki içinde, olasılığa açık bu açılımlar izleyiciye yeni imkânlar sağlayacaktır.
Komet'in tablolarındaki renklerden, çizgilerden ve serpiştirmelerden oluşan veri izleyicinin bakışıyla birlikte genişletilmektedir. Her durumda, Komet kendi resmi için bunu kabul etmez gibi görünse bile, avant-garde sanatta biraz da seyirciler değil midir zaten tabloyu yapanlar? Kaybolan bir uygarlığın bugünkü aynı coğrafyada, kendisini yeniden arayışa sokması demek, ressamın isteyerek bu coğrafya için kullandığı fırça darbelerinin kadim bir kültüre yansımasıyla koşutluk sağlamış olması değil midir? Buna rağmen, Komet'in tablolarında ne Antik kültürün ne de Rönesans "dini hümanist" kültürünün temalarına rastlamak mümkündür; ama daha entelekt üzerinden giden, bilinç ile olmasa bile iradeyle yapılan bir tematik söz konusudur. Ve zaten tablolardaki fark edilen humour söz konusu yeniliği ortaya çıkarmaktadır. Bir buluştan söz edeceksek, bu Komet'in çalışma yönteminden yola çıkarak bulunabilecektir. Espasın dışında, gerçek ile gerçek dışının birbiri içine giren masalımsı resimlerinde bu ilişki bulunabilecektir. Aynı şekilde, iç mekanlar ve dış mekanlar iç içe sokulmuştur; iç mekan masalımsı ve hayalidir, figürler ise Komet'in yıllardan beri sürdürmekte olduğu ona ait varoluşsal figürlerdir. Bazı tablolarda iç mekân mı yoksa dış mekân mı tam olarak belirgin olmayan espasta derinlik hissi "perspektifsizleştirilmiştir". Komet, izleyiciyi bu piktüral espas'a göre eserlere bakmaya hazırlamaktadır; seyirci her zaman bu espasın dışında yerleşmiştir. İç mekân olarak gözüken tüm volümü içine almaktadır.
Temsiliyeti ressam seyirciyi dışarıdan bakan olarak konumlamaktadır ve onları bazen şaşırtmaya hazırlamaktadır ve dolayısıyla arka plan ile ön plan arasındaki hiyerarşiyi görünmez kılmaktadır. Tabloların bazılarındaki mimari çizgiler ve bazen ise mimari konstrüksiyon espası organize ederek, tablonun iç dengesini ortaya koymaktadır; böylece izleyici tablolarda espası direkt olarak algılayabilir. Bir tablodaki mimari konstrüksiyon üzerine yerleştirilen kırmızı renk, yoksa Komet tarafından bize, Giotto kırmızısını mı hatırlatmak istemektedir? Espasın ışığı alması ise, renklere göre daha geri planda rasyonelleştirilmektedir. Tablolardaki masalımsı bir atmosferle, Komet kişiliklileriyle birlikte espası büyüsel bir hale sokmaktadır.
Bu anlamda, hiçbir şey anlatmadan çok şey anlatmaktadır tablolar. Anlam genişleyerek şiiri yakalamaya başlar. Her yerinde birden çok enformasyon taşıyan tablolar sanki hiçbir hikâye anlatmaz gibi kurgulanmıştır; ama izleyicinin kendi karşısında baktığı tablolarda göreceği birçok anlatı yan yana yer almaktadır: Bunlar ana temanın altında yatan ayrıntılardadır. Kimi zaman espasın içinden geçen, kimi zaman ise karakterlerin bedeniyle birleştirilen serpiştirmelerin aynı espasın parçası olduğu gibi, anlatılar da birbirleri içine girerek düz çizgisel bir masalı bozup, anlatıyı olasılıklara doğru taşır. Anlatan bir ressam ile hiçbir şey anlatmayan ve bakışa sadece eserini sunan ressam birbirlerini tamamlamaktadır.
Bu anlamda, her bakımdan iki Komet vardır. Kelimeler ile bir Komet ve resimlerdeki karakterler ve şeyler ile bir Komet. Bu iki Komet'i tablolarında görmek sanırım mümkün durmaktadır. İki Komet demek ki, iki kımıldayan ve yerinde duramayan yıldızı andırır. Ressam karşılıklı olarak kendisine bakar ve iki heterojen öğeyi birleştirmeye başlar. Renklerin motiflerindeki serpiştirmelerde bir kumaş dokusu gibi işleyen, karakterlerin üzerine yansıyan bir espas anlayışı ortaya çıkarılmaktadır. Bazen motiflerdeki serpiştirmeler tekniğiyle renklenen espasta ressam çizgileriyle, mimari çizgiler gibi tabloların üzerine müdahale etmektedir. Espası parçalayarak resmi Rönesans perspektifinden uzağa taşımaktadır.
Bazen ise bir beden parçalara bölünmüş ve hatta parçalanarak katlanmıştır. İki figürün birbiri içine girdiğini gördüğümüzde ise, bir erkek sanki kadına dokunmak istercesine kendisini katlamaktadır. Katlama demek ne demektir? Düşünürsek kim neyi katlar? Mektupları zarfa koymak için katlarız. Bir mektup bir erkekten bir kadına giderken "aşk mektubu" mudur? Erkeğin dokunduğu göğsünde kaybolan eli mektubu yazan eli midir? Kafka'nın mektuplarını hatırlayalım ve Komet'in 1960'lı yıllarda Kafka'yı varoluşçu felsefe içinde algıladığı ve harmanladığı Türkiye'nin "Yeni Dergi" (ilk çıkışı 1964) yıllarına dönüp bakalım. Kafka ve Komet. "İki K." birbirleriyle ilişkiye girmezler mi?
O halde, kocaman bir yüzün izleyiciye baktığı saldırgan gözleriyle büyük tabloya gelebiliriz. İç ve dış dünya burada birleşmeye başlamaktadır. Komet bir yandan şiirsel bir anlatıyı resme bağlamakta, diğer yandan ise moleküler ve küçük partiküllerin oluşturduğu maddi bir dünyayı bize hatırlatmaktadır. En küçük parçacığın sonsuzcasına küçülmeye (infinitesimal) başlamasının materyalizmiyle kaba maddi bir materyalizm arasındaki ayrımı burada fark edebiliriz. Maddeyi bir otopsi masasına yatırmış gibidir. Biçimleşmekte olan maddenin hareketi verilmiştir resme. Form yavaş yavaş sonsuzcasına küçük serpiştirmelerle kendisini belirgin kılmaktadır. İnsanı yeniden bulabilmesi için, Fethi Naci'nin deyimiyle, bir zamanlara ait olarak duran "insanın tükenmez bir varlık" olduğunun altını çizerek, bir noktadan başka bir noktaya kımıldarken maddenin bir form edinmesi gerekmektedir. İnsanı tekrar nasıl bulabiliriz? Bir figür olarak maddenin kendi hareketini bulmasının getirdiği fırça darbeleriyle ve tuvale yansıyan çizgilerle ve nerdeyse çizgilerin mimarileştirilmesiyle birlikte bir alan ortaya çıkarılmaktadır. Dil olarak resim dili, bir ev içinde, kendisine zemin aramaktadır. Bu hareket aynı zamanda Komet'in iç dünyasıyla dış dünyasının birleşmeye başladığı süreçsel anlarda kendisini parıldatmaktadır.
Erkeğin yaslandığı mekân bir dikdörtgendir. Yani havaya doğru yükseltilmiştir; kadına ulaşması veya hatta ulaşmaya çalışabilmesi için. İki figürün içi de boşluklarla doludur; bedenleri ise aynı "serpiştirilmiş" kumaştandır. Parçaları ise havada -asılı olarak- durmakta sanki! Bir başka tabloda, bu sefer, bir kadın ve bir erkek yine motiflerdeki serpiştirmelerin ortaya koyduğu, tözünü edinmiş bedenleriyle yan yana durmaktalar. Sanki fotoğraf çektirmek için poz vermekteler! Bastıkları yer ise zemindir, ama belirsiz flu bir zemindir. Yine bir başka tabloya bakarsak, mavi göğü kapsayan büyük figürler soyutlanmıştır ve altında koşarak kaçan figürler belirlenmişlerdir. Ve de yine bir başkasında, devler dünyasında bir cüce yerini aramaktadır. Yukarıdan bakan denetimin yansıması karşısında kaçanların kimliklerinin belli olduğu bir bakış burada Komet'in tablosuna yansımakta ve belki de bir iktidar ilişkisini belirlemekte midir? Her yerden denetim altında değil miyiz yeni dijital teknolojilerle? Tıpkı bir başka tabloda elinde bir şey olup olmadığı belli olmaksızın kürsüdeki birine uzanmasında olduğu gibi bir iktidar ilişkisi midir bu?
İki Komet (Komet ile Komet) bir ikiz gibidirler. Aynılıktan gelen ikizlik ise iki defa birbirlerine dönüp bakmaktadır. İkizler her zaman bir insanın içinde yer almaktadır; ama birbirlerine bakan ve birbirini bu anlamda hem farklılaştıran hem de sentezleyen bakış insanda değil, insanın yapaylığından oluşan renk ve çizgilerle tablolarda görülebilir ancak. Sağlıklı olan ise bu ikizliği şiirde ve resimde bulmak değil midir? O halde sanatçı, ressam, şair, ironi dolu bir bakışın getirdiği gökyüzündeki bir yıldız hızı gibi, Komet'in hızının kendisi de bu değil midir? Haz ve hız yan yana gelmektedirler, kanımca. Komet'in tablolarının zekâsı da, burada, kendisinin çekiciliğinde yatmakta olmasın sakın?
Ali Akay kimdir? Ali Akay Paris’te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi’nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul’da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü’nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir. Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye’de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. |
Kendi hızını hayat yakaladı ve birdenbire bıraktı. Arhan İstanbul’un hayal gücüydü. Ama hayal gücü olarak anılmaya devam edecek. İstanbul İstanbul’u yapanları unutmaz
Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte
Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!
© Tüm hakları saklıdır.