18 Ağustos 2024

Defolu şimdiki zaman

“Kan gözüktü” haberlerini okumaya başlamak demek artık diyaloğun ve sözün yerini “yumrukların” hatta savaşların almakta olduğunu görmektir

Gazze

1880 yılında Stéphane Mallarmé “şimdiki zaman defolu” demişti. Bu istibdadın geri geldiği bir Fransa tarihi çizgisi içinde söylenmiş bir söz-kavram olarak kaldı. Bu dönem, Van Gogh’un kendi Japon çizgilerini aradığı ama başarıp başaramadığını kendisinin tam olarak kestiremediği bir zamandı. İmha etti; eserini değil ama hayatla birleşen bedenini. Paul Gaugin uzaklaşmak istemekteydi. Gustave Courbet de Paris Komünü ’ne iştirak ederek tavır aldı. Sonunda sürgüne gitmek zorunda kaldı. 1871 haziran sonrası Fransa başkaydı artık. Öncü sanatlar Romantizmin ve Sembolizmin arasında sıkışmış bir şekilde yaşamaya başlamışlardı. Ama öncü sanat şimdiyle ilgilenmekteydi. Şimdi ise “defolu bir mal” gibi durmaktaydı karşılarında. Bunu aşmak gerekmekteydi. 20. yüzyıla girildiğinde ise değişim rüzgarları yeniden esmeye başlamıştı. Şimdiki zaman daha yaratıcı, öncü eserlere açılmaktaydı.

Bugüne gelirken 1980’li yıllarda yine “defolu” bir zamana girilmeye başlandı. 1960’ların özgürlük arayışları hem sanatlarda hem toplumda ve siyasette başlarını kaldırmaya, uzağa bakmaya çalışmaktaydılar. Her gün yeniliklere açılan bir moda, sinema, plastik sanatlar, müzik ve hatta Pop müzik ve şiir anlayışı şahlanmaya doğru yol almaktaydı. 1968 ise belki de 1970’lerin yarısına veya sonuna kadar sürecek olan bir dönemi devam ettirdi.

Mallarmé’den yüz sene sonra yine 1980’de zaman “defolu” olmaya başladı. Siyaset adamları toplumu ve içindekileri bir kenara bırakan, sert sözlerle ve sert ekonomi-politikalarla bu işi sürdürmeye başladılar. Reagan ve Thatcher bu işi en güzel üstlenen demokratik örnekler oldular. Ama diğer yandan 1980 darbesiyle 12 Eylül Türkiye’de ve 1981’de Polonya’da darbeler bu “defolu” zamanlara eklendi. Şimdiki zaman “defolu” olmaya başlamıştı yeniden.

"O günden bugüne değişen nedir?” sorusu sorulursa da siyasetin ve diyaloğun yerini artık şiddetin doldurmakta olduğunu söyleyebiliriz. Her tarafta cinnet ve şiddet kol gezmekte. Savaşan ülkeler, soykırımı söylemleri, bombalamalar, sivil ve asker arasındaki etik ayrımın ortadan kalkması, meclislerde kavgalar ve yumruklaşmalar, saldırmalar. “Kan gözüktü” haberlerini okumaya başlamak demek artık diyaloğun ve sözün yerini “yumrukların” hatta savaşların almakta olduğunu görmektir. Etik ve dostluk arayışı bile değil, el sıkışmanı reddi yaşanmakta. Sivillerin bombalanması, askerlerin ve milli savunma mensuplarının askeri kurallarının B.M. kararlarına uymaması hâkim olmakta. Anayasalara olan bağlılık yeminlerinin kale alınmaktan uzaklaşması yaşanmakta. Seçimler birer temsili tiyatro haline dönüşmekte. Oy çokluğuyla alınan kararlar ne olursa olsun, bunlar kazanmakta ve şiddet uygulayabilmekte. Denetim, “demokratik popülizm”, dezenformasyon ve “yalan haber” bu imkanları sağlayabilmekte.

TİP'li Ahmet Şık'ın AKP sıralarına işaret ederek, "Bu ülkenin en büyük terör örgütü buradaki sıralarda oturanlardır" sözleri üzerine AKP'li Alpay Özalan kürsüye gelerek saldırıda bulundu

Akla gelmeyecek hatta utanılması gereken sözlerin kamu önünde sarf edilmeye başlanması ise bu duruma tuz biber ekmekte.  Bir zamanlar “insanlık suçu” olarak kabul edilen laflar rahatça ağza alınabilmekte. Hatta saldırılar hakaret hatta kibirli bir tavırla tahkir haline dönüşmekte. Bu her yerde yaşanmakta. Basit halktan, okumuşlara, hukukçulardan sporculara kadar bu “şiddet” almış başını yürümekte.

1880’lerdeki “defolu şimdiki zaman” daha sonra öncü sanatlara yol açtığı gibi siyasi değişimleri de kazanılmış hakları da beraberinde getirmesini bildi. Özgürlüklere olduğu kadar kardeşliklere ve hukukun önünde eşitliklere kadar genişleyerek, Fransız Devrimi'nin dünyayı değiştiren değerlerini güncelleştirmesini bildi. Bugün uzaklaşmakta olduğumuz değerlerden nedense bir tek “özgürlük” değeri geriye kaldı. O kelime de her yana çekilerek genişleyerek içi boşaltılan bir kavram olarak kullanılmakta. Her şey için “özgürlük.” İyi veya kötü değil; ama hastalanmakta olan “cinnet toplumlarının” hastalığına katkı sağlayarak, yarayı bir “kötülük” haline çevirme başarısını göstererek ilerlemekte bugün.

Defolu şimdiki zamanlar yaşıyoruz. Kalite kontrolü ne zaman gelecek? 

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris'te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi'nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü'nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye'de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır. 

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayımlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Arhan Kayar’ın hayal gücü

Kendi hızını hayat yakaladı ve birdenbire bıraktı. Arhan İstanbul’un hayal gücüydü. Ama hayal gücü olarak anılmaya devam edecek. İstanbul İstanbul’u yapanları unutmaz

Vardın mı?

Toplumsal alanın içindeki cins kimlikleri arası anlaşmazlıkların aşılması ve barışın vurgulanması için 25 Kasım’ın duyurulması ve yaygınlaştırılması ehemmiyetli gözükmekte

Kriz nerede?

Sıkışan ve sayıca azalan hâkim bir burjuvazi ile orta üst sınıfların, eski devlet memurlarının ve de daha sonra “orta direk” olarak ortaya çıkanların ekonomik krizden kuvvetli bir şekilde etkilendiğini gözlemlemekteyiz. Alt diye adlandırılan sınıfların ise, maaşlı, emekli, işsiz vb. “açlık sınırında” olduğu belirtiliyor: Kriz!

"
"