Donetsk'e bağlı Avdiyivka’nın da Rus birliklerinin eline geçmesinin ardından bazı Batılı liderlerin kendi kaderlerinin Ukrayna’nın kaderiyle yakından bağlantılı olduğunu dile getiren açıklamaları ve sanki Kiev yönetimine destekte (kendi birliklerini Ukrayna’ya göndererek) bir sonraki faza geçmek niyetindelermiş gibi konuşmaları, NATO’nun Rusya ile topyekûn bir savaşa mı gireceği sorusunu da gündeme taşıdı.
Savaş tamtamları cılız da olsa ilk seslerini verirken, bir yandan da Karadeniz’in giderek daha tehlikeli bir görüntü vermeye başladığına tanık olmaya başladık. Zira, NATO uçaklarının Karadeniz sularında sıradışı bir hareketlilik içinde olduğu yönünde iddialar da oldu.
Şimdi neler oluyor ve bütün bunların anlamı ne, sakince onlara bakalım.
Şubat ayı sonlarında 20 Batılı ülke lideriyle Paris’te bir görüşme gerçekleştiren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron toplantı akabinde yaptığı bir açıklamayla tüm Avrupa’yı kasvete boğabilecek şok dalgaları gönderdi. Zira, Batılı ülke liderlerinin Ukrayna'ya asker gönderme olasılığını müzakere ettiklerini ancak henüz bir fikir birliğine varılmadığını belirten Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Avrupa olarak Ukrayna’ya asker gönderebiliriz,” dedi. Macron, kıtanın ufkuna genel bir savaş manzarası yerleştirme sevdalısıymış gibi görünen bu demeciyle Avrupa ölçeğinde bir liderlik de üslenmeye hazır bir pozisyona oturmak istediğini de açık etmiş oldu. Açıklamalarının ardından onun söylediklerini destekleyici mahiyette beyanlar başka liderlerden de geldi. Bunlardan birine ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, diğerine ise Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski imza attı.
Amerikan Temsilciler Meclisi'nde konuşan Austin, Ukrayna’nın savaştaki yenilgisinin NATO ile Rusya arasında askeri bir çatışma tehdidi oluşturduğunu belirterek, “Açıkçası, eğer Ukrayna düşerse, NATO'nun Rusya ile karşı karşıya geleceğine gerçekten inanıyorum,” ifadesini kullandı. Austin, “Her gün Rusların baskı yapmaya devam ettiğini ve kademeli olarak toprak kazanımları elde ettiğini görüyoruz. Bu çok endişe verici. Bizim desteğimiz olmazsa Ukraynalılar topçu silah ve mühimmatı bakımından geride kalacak ve hava savunması eksikliği tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar,” şeklinde konuştu.
Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski ise Rzeczpospolita gazetesinin aktardığına göre, “Ukrayna'da NATO kuvvetlerinin varlığı düşünülemez değildir,” ifadelerini kullandı. Varşova Üniversitesi’nce düzenlenen bir konferansta konuşan Sikorski, “Başkan Emmanuel Macron'un girişimini takdir ediyorum çünkü bu, bizim Putin'den korkmamızı değil, Putin'in bizden korkmasını sağlamakla ilgili,” dedi.
Çelişkili, ilginç mesajların verilmeye çalışıldığı günlerden geçiyoruz. Zira, birileri bir adım ileri atarken çok da “başkası” olmayan birileri bir adım geri atabiliyor.
Örneğin, Polonya Savunma Bakanı Wladysław Kosiniak-Kamysz geçen cuma günü, TVN24 kanalının sorularını yanıtlarken, “Polonya ordusu Ukrayna’ya girmeyecek. Cumhurbaşkanımız, Başbakan ve ben bunu teyit ediyoruz,” şeklinde net konuştu. Kosiniak Kamysz, Kiev yönetiminin asli destekçilerden biri olan Polonya’nın Ukrayna’ya teçhizat göndererek destek vermeyi sürdüreceğini de sözlerine ekledi.
Diğer taraftan Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu da Macron’un 26 Şubat’ta kullandığı ifadelerin bağlamından kopartılarak yorumlandığını ileri sürdü. Lecornou, Cumhurbaşkanı’nın aslında Fransa’nın çatışmalara “muharebe ortağı” olarak dahil olmayacağını yeniden ifade ettiğini savunuyor ve “orada net bir şekilde masaya konan hipotezler vardı, ancak burada veya orada da söylendiği üzere kara birlikleriyle çatışmalara katılmaya yönelik hipotezler yoktu,” diyordu.
Tüm bu ifadeler havada uçuşurken, bir yandan da Karadeniz’in giderek daha tehlikeli bir görüntü verdiğini düşündürten iddialar geldi.
Söylenenlere bakılırsa, NATO uçakları geçtiğimiz perşembe günü Karadeniz sularında sıradışı bir hareketlilik göstermişti. Askeri konularda uzman olan gazeteci Alexander Zimovsky’nin kişisel Telegram kanalından aktardığı bilgilere bakılırsa, ABD Hava Kuvvetlerine ait P-8 Poseidon ve RQ-4 Global Hawk keşif uçaklarının 7/24 keşif görevi icra ettiği bölgede, bir NATO erken uyarı sistemi donanımlı bir keşif uçağının Kırım yönündeki faaliyetleri geçen perşembe günü olağandışı bir yoğunluk göstermişti.
Bu hareketliliğin ardından Rusya’ya yönelik NATO destekli “sürpriz [saldırı] bekliyorum” uyarısında bulunan Zimovsky, şunları söyledi: “Kırım yarımadasının açıklarında, Karadeniz Filosu üslerinde ve Karadeniz’in Rusya kontrolündeki kısmında görev yapmakta olan NATO Daimî Deniz Görev Grubu’nda İtalyan Hava Kuvvetlerine ait Gulfstream G550 CAEW (konformal havadan erken uyarı uçağı) ile İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait RC-135W Rivet Joint da var. Bu grup, çiftler halinde çalışan ve yakıt ikmalinde birbirlerinin yerini alan NATO savaş uçakları (Eurofighters vd.) tarafından korunmakta. İngiliz hava tankeri Airbus KS de onlara yakıt ikmali sağlıyor. Kıbrıs'taki İngiliz Hava Kuvvetleri üssü Akrotiri'den havalanan KS, yakıt ikmalinin yapıldığı Köstence'nin batısındaki buluşma noktasına girdi. Daha sonra Kıbrıs'a geri döndü. Tüm yolculuk 6,5 saat sürdü. Bir sürpriz [saldırı] bekliyorum.”
Zimovsky’nin bu yorumları, acaba Ukrayna Kırım’ı Rusya anakarasına bağlayan Kerç Köprüsü’ne NATO desteğinde yeni bir saldırı mı gerçekleştirecek, diye düşündürürken, gelişmeye yönelik olarak sosyal medyada bir değerlendirme yapan emekli Tümamiral Cem Gürdeniz çok önemli bir başka hususun altını çizdi: “NATO’nun Karadeniz’deki kışkırtıcı eylemleri son derece tehlikeli. Bir NATO ülkesine veya NATO varlığına karşı Ruslar silahlı bir tepki verirlerse, NAC'de (Kuzey Atlantik Konseyi) hiç kimse İttifak’ın 5. maddesinin 32 üye ülke tarafından onaylanacağını garanti edemez.”
Gürdeniz, üst düzey Alman subayları arasında geçen ve Kırım Köprüsü’ne saldırı planlarını konu alan bir konuşmanın basına sızdırılmış ses kayıtlarını hatırlatarak şu yorumda da bulundu:
“Alman generallerin patlayıcılara dair konuşmalarının sızdırılması ve Almanya Şansölyesi Scholz’un Fransa ve İngiltere'nin Ukrayna'da Rusya'ya karşı doğrudan askeri müdahalesi olduğuna ilişkin itiraflarının ardından, artık NATO karar alıcılarının daha fazla provokasyon ve komplo planlamaya kalkarken iki kez düşünmeleri gerekiyor. Aksi halde NATO, neo-con'ların kullanışlı bir aygıtı olma lekesini kalıcı olarak taşıyarak zaten epey zayıflamış güvenilirliğini tümden kaybedecektir.”
Peki ne anlama geliyor bütün bunlar?
Tek ve ortak bir anlam belki de yok. Her aktörün farklı bir hesabı olması da muhtemel. Ancak genel olarak, ABD’nin Avrupalı NATO müttefikleri, nükleer savaş riskini önemli ölçüde artırabilecek doğrudan düşmanlıkların içine çekilmekten özellikle imtina ediyorlar. NATO’nun farklı aktörlerinin farklı hesaplarını güçleştiren en temel belirleyici, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in stratejik muğlaklığı tamamen ortadan kaldıran ve “Rusya’ya yönelik herhangi bir askeri müdahale nükleer silahların da kullanıldığı büyük ölçekli bir savaşa yol açar” şeklindeki net sözleri. O nedenle Avrupalı NATO müttefikleri demeçlerinde fazla ileri giden biri olursa hemen ardından bir düzeltme yayınlayıveriyorlar.
Macron’un Avrupa’nın liderliğini üslenirmiş gibi yapmakta farklı bir hesabı da var kuşkusuz. Hatırlayanlar olacaktır, Sarkozi’nin Libya’daki NATO liderliği hesabını andırıyor bu çıkış. Fransız savaş uçakları epeyce proaktif (!) davranıp Libya’yı kaosa sürükleyecek şekilde bombalamaya kalktıklarında ilk önce Libya ordusunun envanterindeki Rus yapımı tankları ve silah sistemlerini imha ederek işe koyulmuşlardı. Kaddafi isyancılarca devrilerek kurulacak yeni hükümet kendisine “kötü günde” destek vermiş Paris ile anlaşmaya oturduğunda envanterini Fransız silah sistemleri ile yenileyecekti. Hesap buydu. Macron da gün gelip savaş sona erdiğinde Ukrayna’dan geri kalacak topraklarda kurulacak yeni hükümet görevi devraldığında Fransız askerleri o topraklarda bulunsun istiyor. Fransız askeri Ukrayna’ya destekte bir rol oynamış gibi görünsün istiyor. O gün yeni hükümet ile hem ekonomik hem askeri anlaşmalar imzalamada Paris geç kalmış olmasın istiyor.
ABD yönetiminin hesaplarına gelince. Orası fazla karışık. Bir kere Amerikalılar Avrupalı müttefiklerinin hem maddi hem askeri anlamda daha fazla şey yapmasını istiyor. Trump Kasım 2024 seçimlerini kazanırsa, muhtemelen Avrupa’yı bu anlamda biraz daha “tokatlayacak”. Ancak şu anki Beyaz Saray yönetimi fon yetersizliği nedeniyle Aralık ayında askıya alınan Ukrayna'ya yardımların yeniden başlatılmasını istiyor. Zira Kasım seçimlerine kadar Ukrayna sahasında işlerin Ruslar lehine daha fazla gelişmesi Biden için daha tatsız olacağından, Ukrayna ordusu “son askerine kadar” (!) silahsız kalmasın istiyor.
Bu bakımdan, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in konuşması, Washington’un, Kiev'e yönelik bu kez 60 milyar doların üzerinde bir yekûn tutan dış yardım tasarısı için Kongre’dan onay almaya dönük çabanın bir parçası olarak değerlendirilebilir. Gelgelelim, Ukrayna’ya Rusya’ya karşı savaşında destek olarak bugüne dek milyarlarca dolarlık askeri, ekonomik ve mali yardım gönderen Washington’un Amerikan vergi mükelleflerinin paralarını hem de Başkanlık Seçimleri öncesinde yeniden savaşa yönlendirmek için Kongre’de geniş tabanlı bir mutabakat gerekiyor ki, şu aşamada bu çok da kolay görünmüyor. O nedenle Avrupa’ya, “hadi elinizi taşın altına daha fazla koyun” baskısı yapılıyor. Avrupa da mehter yürüyüşü içinde bazı adımlar atıyor. Bu arada sahada belki belirleyici etki yaratmayacak ama ses getirecek darbeler vurulsun Rusya’ya isteniyor. Hem böyle darbeler vuralım, vurduralım ama “postalımıza da taş değmesin,” isteniyor.
Haa, bu arada savaşla birlikte Kiev yönetiminden aldıkları ve Karadeniz’i Amerikan-İngiliz gölü haline getirme çabalarının en büyük ayağı olan donanma ihaleleri boşa giden İngilizler, “aman bari Odessa düşmesin, Rusların eline geçmesin, gerekirse Ukrayna’nın şu an cephe hattında olmayan belirli yerlerine NATO üyesi ülkelerin askerleri yerleştirilsin,” ve Odessa için ön alınmış olsun, istiyor.
Bu “hareketliliğin” ardında, Putin’in birkaç ay önce televizyonda yayınlanan soru-cevap oturumunda söylediği ve Çarlık döneminde Novorossiya olarak adlandırılan bölgelerin (Kharkov, Lugansk, Donetsk, Kherson, Nikolayev ve Odessa) aslında Ukrayna'nın bir parçası olmadığına yönelik sözleri var. Bu bölgelerle ilgili olarak Putin şunları söylemişti: “Bu bölgeler 1920'li yıllarda Sovyet Hükümeti tarafından Ukrayna'ya verildi. Neden? Kim bilir? Bir dizi bilinen savaşta Potemkin ve Büyük Katerina tarafından kazanıldılar. Bu bölgenin merkezi Novorossiysk olduğundan bölgeye Novorossiya adı verilmiştir. Rusya çeşitli nedenlerle bu toprakları kaybetti ama halk kaldı.” Yani Putin’in Rus ordusunun Donetsk ve Lugansk ile yetinmeyeceği ve özellikle Odessa’yı da hedefleyebileceği sözleri İngilizlerin canını sıktı. İngilizlerin Odessa’ya yönelik ilgisinin sebeplerine daha önce bir yazımda detaylı değinmiştim. Hatta Londra hükümeti, Ocak ayında “Chernihiv” ve “Cherkasy” isimli mayın avlama gemilerini Karadeniz’e göndereceğini açıklamıştı. Ankara, Montrö Sözleşmesi’ne dayanarak bunun hukuki bir dayanağı olmadığını ve gemilerin Boğaz’dan geçmesine izin vermeyeceğini bildirmişti. NATO çevrelerinden emekli bazı İngiliz ve Amerikalı generaller Türk donanmasına ateş püskürerek, “böyle NATO müttefikliği mi olur” demeye getirmişlerdi.
Velhasıl, galiba Batı’nın Ukrayna meselesindeki en büyük hatası, Rusya’yı silah desteği ve yaptırımlarla Ukrayna topraklarında yenilgiye uğratacaklarını düşünmelerinden ziyade, Rusya’nın olası bir zaferini sanki bu durumda yenilen “Batı” olacakmış gibi bir hava içinde algılatmış olmaları. Bu, tabii NATO’yu kendi kullanışlı aygıtları yapmada pervasız davranabilen ve bu anlamda önlerini de açık bulan neo-con'ların “başarısı.” Mevcut ihtilafı bugün bir hatta 2 yıl öncesinden daha fazla endişe verici yapan bu aslında.
Galiba bu konuda kimselerin diyemediğini söyleme cesaretini kendisi de bir NATO üyesi olan ama başından beri krize diplomatik çözüm bulunması çağrısı yapan ve “Donald Trump'ın Kasım ayındaki seçimi kazanıp Beyaz Saray'a dönmesi halinde Rusya ile Ukrayna arasındaki çatışmayı durdurabileceğini” ifade eden Macaristan’ın Başbakanı Viktor Orban gösterebildi. Ha evet, Orban ülkesinin büyükelçilerini ağırlayarak yaptığı konuşmada Batı’nın hakimiyet çağının sona erdiğini ve yeni bir dünya düzeninin zuhur ettiğini, ülkesinin bloklar yaratmaktan yana olmadığını ve tüm egemen ülkelerle ittifaklık ilişkisini güçlendireceğini söylemişti.
Hiç “beyin ölümü” yaşamayanla yaşayan bir oluyor mu, yahu!