13 Şubat 2023

Asıl şimdi başlıyor!

Deprem bölgesinde kapkara bir acıyla boğulan hayatı yeniden filizlendirebilmek adına asıl bundan sonra taze enerjilere ihtiyaç olacak. Toplumun sivil enerji ve kapasitesinin bölgeye seferber edilme zamanı asıl şimdi geliyor!

'99 Marmara Depremi ile birlikte gördüğümüz gerçeklerden biri de şu olmuştu: Bir afet yıkıcı ve trajik sonuçlarıyla bir coğrafyayı nasıl bir anda dünyanın merkezi haline getirirse getirsin, olaya yönelik medya ilgisinin sönümlenmesinin ardından bir anda kaderine terk edilip, unutulup gidiyor. Bu bakımdan, 500 atom bombasının enerjisine sahip olduğu söylenen ve 10 ili etkilemiş son yıkıcı depremlerin akabinde, yardım faaliyetlerine katkı vermek ya da dayanışma içinde olmak amacıyla bölgeye gitmeyi düşünmüş, ama bunu hava muhalefeti, uzaklık, lojistik sorunlar vb. nedeniyle gerçekleştirememiş insanların enerjilerini önümüzdeki günlere, haftalara, olayın sıcaklığını kaybedip medya ilgisinin azalacağı zamana saklamalarında fayda var. Zira, depremle birlikte kapkara bir acı, koyu bir çaresizlik ve derin bir matemle boğulan hayatı oralarda yeniden filizlendirebilmek adına taze enerjilere ihtiyaç olacak.

Ayrıca işin şöyle bir yanı olduğu da unutulmamalı; profesyonel olmayan ve deprem bölgelerinde ne yapacağını tam olarak bilemeyen kişilerin, oralara felaketin ilk günlerinde gitmesi zaten çok büyük bir fayda getirmiyor. Bu kişiler orada acıdan ve matemden başka bir şey bulamadıkları gibi fazladan doyurulması, yatırılması, ısıtılması, taşınması gereken insanlar olarak yük ve "seyirci" de olabiliyorlar. Bir anlamda, oradaki nüfusa bir depremzede gibi dahil olabiliyorlar.

Oysa asıl büyük ve kitlesel ihtiyaç, "kahramanlar," "mucizeler" ve melodramatik hikâyeler peşindeki medya organları ilgilerini afet coğrafyasından başka yerlere kaydırdığı, insanları aldıkları sözler ve vaatlerle yalnız başına bıraktığı zaman beliriyor. İşte o günlerde, bölgede yaşayanların kamu otoritelerince giderilememiş ya da düşünülememiş ve artık kendisine bir ses bir kanal bulamayan ihtiyaçlarının tespiti ve tedariğine çok büyük ihtiyaç duyuluyor. Merkezi yönetim ve yerel otoritelerce verilen sözlerin yerine getirilmesi amacıyla baskı mekanizması oluşturulmasına, bölge insanlarının kararlara katılım hakkını savunmaya, hak arayışlarıyla umut olmaya gereksinim oluyor. Tutarlı veri ve bilgilerin organize bir şekilde akışına ve alınacak aksiyon kararlarını bu akışın üzerinde biçimlendirmeye duyulan ihtiyaç zaten hiç bitmiyor.

99 Depremi sonrasında yaşananlar buna bir örnektir. Orada kriz anında doğan boşluğu doldurmak kendiliğinden oluşan bir sivil toplum dayanışmasına düşmüştü. AKUT gibi aslında temel misyonunu dağlarda arama kurtarma çalışmaları yapmak olarak belirlemiş ve ilk deneyimlerini Bolkar'larda, Uludağ'da kaybolan kişileri aramak şeklinde gerçekleştirmiş yapıların enkaz altında canlı arama çabalarıyla öne çıktığı ve "kahramanlaştığı" dağınık ve dağıtık bir dayanışmaydı bu.

Enkaz kaldırıldıktan sonraki günler ve haftalarda bölgeyi yalnız bırakmama görevini ise geniş bir gönüllüler organizasyonu olarak doğmuş, insanî ve eşitlikçi bir anlayışla işlemeyi ilke edinmiş Sivil Koordinasyon Merkezi gibi kendiliğinden oluşan gruplar devralmıştı. Sivil Koordinasyon Merkezi deprem sonrası destek çalışmalarına cömertliği ve fedakarlığı ile katkıda bulunmak isteyen bireyleri organize etmiş, bu doğrultuda epey bir deneyim edinmiş, birikim geliştirmişti. Benzer şekilde, Mahalle Afet Gönüllüleri grupları da öne çıkmış, olası bir İstanbul depreminde insanların kendi mahallelerinde kendi imkân, kaynak ve donanımlarıyla ilk müdahale ve yardım çalışmalarını yürütebilecek eğitimler almaları bile sağlanmıştı.

1999'da Değirmendere'ye, bölgede yaşayan annesi deprem sonrası sokakta kalmış olan dağcı arkadaşım Alper Sesli'nin "Weckwer kırıcılarımız, jet'lerimiz, jeneratörlerimiz ve SATELLİTE telefon ile 25 DSM'li dağcı olarak yola çıkıyoruz; hedef GÖLCÜK ve DEĞİRMENDERE!" şeklindeki mesajını görmem akabinde gitmeye karar vermiştim. Devletin, yani merkezi otoritenin 3 gün boyunca ortada olmadığı ve hayatı yıkıntıların altından çıkarıp sivil bir inisiyatifle örgütlemek zorunda kalınan bir depremdi, o. Dün -Değirmendere'de- merkezi bir otorite görmeye ne denli ihtiyaç duyulmuşsa, bir zamanlar o boşluktan doğmuş ve ellerindeki kırıcılar, koliler ya da excel sheet'lerle muazzam bir deneyim biriktirmiş dağıtık yapılara ve onların özgürce çalışabildiği koşullara bugün o kadar ihtiyaç olduğu görülüyor.

2000'lerin başlarında artık dünyaya en gelişkin yönetim modül ve araçlarına sahip afet yönetim yazılımları ihraç etme noktasına gelmiş olması gereken bir ülkeydi Türkiye. Bugün, "bizde büyük bir hasar yok, senin yaralarını saralım Suriye," diyebilmeli, dünyanın büyük bir bölümünün yaptırımlara boğup yalnız bıraktığı komşusunun yardımına koşmalıydı. Ama bizler 2023'te bile böyle bir hayali kuramadığımız gibi, Sivil Koordinasyon'un koca bir Gölcük ve Düzce deneyim ve birikimini çöpe atma lüksüne sahip bir ülkeymiş gibi davranabiliyoruz. En acı olan belki bu.

Sivil Koordinasyon'un '99 Marmara Depremi sonrasında ısı tasarrufu sağlamak ve altyapı sorunlarını minimize etmek üzere tasarlayıp binlercesini ürettiği ve montaja hazır paneller halinde ihtiyaç noktalarına sevk ettiği "Acil Mobil Barınaklar" bile tek başına muazzam bir deneyimi temsil ediyordu. Bugün ellerinin altındaki çok büyük kaynaklara rağmen, toplumun enerjisini soğutmayı ve ana akım medyanın "kahraman" ve "mucize" arayışına karşılık geliştirmeyi asli hedefi olarak belirlemiş gibi davrandığını gördüğümüz kamu yapılarını görünce, o deneyimin heba edilişi daha da acı veriyor.

Galiba, düşünce ve eylem dünyalarımızdaki asıl büyük dönüşümü, "kahramanlara" ve "mucizelere" bel bağlamayı bırakıp, enerjimizi geçmişteki kolektif akıl temelli birikim ve deneyimleri kurumsallaştırmaya ve sorunların karşısında her defasında aynı yerden "gafil avlanmayı" bırakıp mesafe kat etmiş olmaya verdiğimizde yaşayacağız. O güne kadar, bu ülke öğrenemeyen, öğrenmesine izin verilmeyen bir ülke olarak da bizlere acı vermeye devam edecek korkarım. Her şeye rağmen, deprem bölgesinde kapkara bir acıyla boğulan hayatı yarın yeniden filizlendirebilmek adına biz ayakta kalanların taze enerjilerine duyulacak ihtiyaç orada. Ve biz bu ihtiyacın karşılanması için ellerimizden geleni yapmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir ‘devrimcinin’ bir cevlâni olarak portresi

HTŞ lideri Cevlâni’nin ailesinin Cevlân Yaylalarının İsrail tarafından işgali akabindeki zorunlu göçünde Filistin mücadelesine destek ile başlayan yolculuklarında altmış yıla yakın bir zaman sonunda geldikleri noktanın, Filistinli gruplara silah bıraktırıp kamplarını kapattırmak olması hayli manidar

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

"
"