Öylesine hızla yaşıyoruz ki her şeyi, durup olan bitenler hakkında kafa yormaya, hayatlarımıza dokunan insanlarla ilgili olarak seslerimizi yükseltmeyi bile ıskalıyoruz. Önümüze konulan ve ülkemizin ‘olağanüstü’ koşulları bahane edilerek olağanlaştırılan uygulamaları kanıksamak suretiyle ‘mış gibi’ yapmanın rahatlığı/huzuru içerisinde evlerimize kapanıyoruz. Son bir yıl içerisinde yaşadığımız olayları alt alta dizmeye kalksak tüm Avrupa ülkelerinden çok daha fazla olayla karşı karşıya kaldığımızı ve bütün bu olaylarda da binlerce insanımızı kaybettiğimizi görebiliriz. Bir yerlerde işler hiç de istediğimiz gibi gitmiyor ve aynı çözüm yollarını uygulamayı sürdürdüğümüz sürece de gitmeyecek! Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek her yaştan insanımızı hızla kaybediyoruz. Ölenlerin arkasından ağıtlar yakıyor, yaralılarımız için acil şifalar diliyoruz. Birilerinin sürekli olarak cennet yurdumuzdaki huzur ve güven ortamını bozmak istediğini ve bunun için de sürekli olarak aramıza nifak tohumları ektiğini yıllardır öğretip duruyoruz. Tarihimizle, ecdatlarımızla övünmeyi onları yerlere göklere sığdıramamayı çok ama çok seviyoruz. Nedense konu başkalarının ecdatları ve tarihi olduğunda ise aynı hassasiyeti ve samimiyeti göstermiyoruz. Başkalarına kendi ülkelerindeki halklara karşı nasıl demokratik bir tutum göstermeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyoruz hatta zaman zaman tavsiyeden de öteye geçiyoruz. Ancak aynı tavsiyeler bize yapıldığında birden bire iç işlerimize karışma ifadeleri ile içeriye dönük hamasi nutuklara sarılıyoruz.
Nüfusunun %99’u Müslüman olan, aynı dinden gelen büyük çoğunluğu aynı etnik kökene mensup olan ama bütün bunlara karşın bir araya gelmeyi bir türlü beceremeyen bir topluluk olma özelliğini sürdürüyoruz. Kimsenin kimseyi sevmediği ve güvenmediği, herkesin birbirine kuşku ile yaklaştığı bir ülkede sürekli olarak ‘birlik ve beraberlik’ ifadeleri ile karşı karşıya bırakılıyoruz. ‘Biz eğer bir araya gelirsek üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok’ cümlesini iktidarı da muhalefeti de aynı minvalde kullanıyor ve sonuç olarak bir araya gelemiyor ve sorunlarımızı çözemiyorsak bir yerlerde hata üstüne hata yapıyoruz demektir. ‘Adalet mülkün temelidir’ cümlesini adliyelerimizde görürüz ve yine bu cümleyi de siyasilerimiz kullanmayı çok severler. Adalet dairesi geleneğinden gelen bir ecdatın çocukları olmamıza rağmen bu ülkede bir türlü adalet sorununu çözememiş olmamız ve gücün/güçlünün adaletin önüne geçmesinin başımıza ne gibi sorunlar açabileceğini bir buçuk ay önce acı bir tecrübe ile görmüş olduk. Acaba tüm bu olan bitenlere rağmen akıllandık mı? Pek öyle düşünmüyorum. İnsan profilimiz son otuz yıl içerisinde öylesine sakat bir biçimde dizayn edildi ki, yaşanan her mağduriyet beraberinde yeni rant kapıları açtığı için eller oğuşturularak bekleniyor. Liyakat sistemini hayata geçiremediğiniz, hakkaniyetli bir devlet modelini tesis edemediğiniz sürece ülke olarak yaşadığımız sıkıntılar şekil değiştirmenin dışında aynen sürmeye devam edecektir. Adaletini tamamen çıkar gruplarının-isterseniz buna cemaatler de diyebilirsiniz-ellerine teslim ettiğiniz ve her çıkar grubu kendi yandaşlarına dönük bir anlayışı hayata geçirmeye gayret ettiği sürece ‘bir ve birlik’ olmak mümkün olmayacaktır.
Bu topraklar çok uzun zamandan bu yana barışa hasret sürekli olarak kan kaybediyor, can kaybediyor ve hepsinden öteye ileriye dönük umutlarını kaybediyor. Barışa her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Bir arada yaşamak ve birlikte hayatlarımızı sürdürmek istiyorsak huzurlu bir ülkeye ve bunu gerçekleştirecek bir barışa ihtiyacımız bugün her zamankinden çok daha fazla bulunmaktadır. Bulunduğumuz coğrafya ve etrafımızda yaşananları düşündüğümüzde, işin sadece lafla yürüyemeyeceğini mutlaka asgari müşterekler çerçevesinde buluşabilmemiz gerektiğini görmek durumundayız. Sürekli kan ağlayan anaların olduğu, insanların yarınlarına umutla bakamadığı bir ülke olmaktan çıkmalıyız. Bir örnek insan tipinin ne kadar tehlikeli ve sinsi yapılanmaları beraberinde getirdiğini hep birlikte 15 Temmuz’da gördük ve o günden bu yana bir örnek modelin neler yaptığını dinlemeyi sürdürüyoruz. Farklı seslere, farklı renklere, farklı fikirlere ihtiyacımız var ve hepsinden önemlisi barışa, barışmaya ihtiyacımız var.