Hadi bakalım verin cevabını…
Benim cevabım basit; müşteri olmak çok zor…
"Aaa niye öyle düşündün?" diyebilirsiniz. Parayı sen veriyorsun, bir sürü alternatifin var, birini beğenmezsen çeker gidersin diğerine, öyle değil mi? Ama öyle olmuyor işte.
Yurt dışında ilk defa inşaat yapıyorum. Açıkçası bu işi sevdiğimi de itiraf etmeliyim. Yeni ev, yeni heyecan, yeni enerji. Bana çok iyi geldi.
Şimdiye kadar, sadece Londra'da, beş ev taşımışım. Sayınca kendim bile inanamadım. Altı yılda beş ev. Atalarımız göçebe tamam anladık da, bu kadarı bana bile fazla.
Düşününce "off ne yapmışım ben" dedim, bu cesaretime inanamadım. Mustafa diye bir arkadaşım var, önemli bir grubun finans işlerinin başında. Kulakları çınlasın. Ben ne zaman iyi bir iş başarsam, "Aferin çocuğum otur, 10!" der. Aklıma o geldi, bir 10 da kendime verdim.
Üstelik Türkiye'de taşıdığım evleri ve yaptığım inşaatları saymıyorum bile.
Yazdıklarımı annem de okuyor, şimdi başlamıştır bile "Ah benim akılsız kızım" diye söylenmeye. "Millet tatile gitmeyi düşünür, sen inşaat yapmayı. Bıkmadın bu işlerden". Kesin böyle diyor şimdi, sesini duyar gibiyim.
Herkes yaşamak istediklerini öyle ya da böyle seçiyor. Son taşınmadan bir de bel fıtığı yanıma hediye kaldı çünkü seçtiğim şirket çok kötü çıkınca, sinirlenip her işi kendim yapmaya kalktım. Ama şimdi aynı hatayı yapmak istemedim.
İyi bir taşıma şirketi seçmek için yola koyuldum. Hemen Google'a sordum Londra'nın en iyi taşıma şirketlerini... Birkaç tanesini logolarından tanıdım. Yollarda kamyonlarını sıklıkla görüyorum. Sonra bir de Türk WhatsApp gruplarına sormak istedim. Tavsiye bu işlerde çok önemlidir.
Bu sosyal medya grupları buralarda hayat kurtarıyor açıkçası. Ne sorarsan sor hemen birinden bir cevap derdine derman oluyor. Müthiş bir paylaşım platformu. Oradan bulduğum bir Türk şirketini aramaya karar verdim. Türk, Türk'ün halinden anlar ve İngilizlere göre daha esnek olabilir diye.
Önceki deneyimlerimi onlara anlattım, bakalım evi taşırken sonuç nasıl olacak.
Türkiye'de iş yapmak çok kolay; eş dost, tanıdık, bilirsiniz nasıl iş yapacağınızı. Şimdi iste, yarın olsun her şey... Ama Londra'da öyle değil. Bir sistem var ve bu sistemi anlamak, bilmek ve kendini o sisteme göre adapte etmek lazım. Biz Türklerin buna alışması baya vakit alıyor. Bir buzdolabı alacaksın diye niye dört hafta bekleyesin? Parasını verince hemen gelmeli mantık olarak, değil mi? Ama işte burada en az dört hafta hatta bazen daha uzun süre beklemeniz gerekebilir.
Her şeyin bir lead time'ı (teslimat süresi) var. Üstüne bir de Covid gelince ortalık duman oldu. Brexit de üstüne tuz biber. Ne sorsanız, elinizi neye atsanız stoklarında var mı diye kontrol etmeniz lazım. Yoksa en az 4-6 hafta beklemeniz gerekiyor.
Teslimata geldiklerinde eskiyi almazlarsa belediyeye haber vermek gerekiyor. Geri dönüşüme kazandırılacak bir şey ise, hepsini senin organize etmem lazım, ayrıca bunun için ayrı bir ödeme var.
Arada "bütün bunları Türkiye'de yaptırsam yarı fiyata hallederim" gibi düşünceler aklınıza gelecek ama bence aklınızı hiç karıştırmayın daha fazla, yoksa iyice bunalır işin içinden çıkamayabilirsiniz.
Bu işleri yapan Türkler ile çalışmak da pek tabii iyi olabilir ama kimle çalışacağınızı dikkatli seçin. İşinde uzman olsun ama sizin gibi İngiltere'yi yeni öğreniyor olmasın.
Bazı şirketler tam istediğim gibi çıkıp çok memnun kaldığım halde, bazılarını ise ben idare etmek zorunda kaldım. İşin başlangıcında size biri bir şirketi tavsiye ediyor ya da ortak bir tanıdık oluyor. Aman ne iyi oldu tam da aradığım şeydi diyerek -biraz da kolaya kaçarak- onlarla çalışmaya başlıyorsunuz. Ama eğer içinizde bir damla "acaba mı" duygusu varsa onlarla çalışmayın derim. Ben ne zaman bu duyguyu yaşasam sonu hiç iyi gelmedi. Oysa iş kendi coşkusuyla devam edecekken vasat bir enerjiyle devam eder ve bir an önce hem o iş bitsin hem de o insanı bir daha görmeyeyim istersiniz. O iş bitip evinize girince de yapanı ve yaşadıklarınız aklınızdan çıkmayabilir.
Ben bu ev işlerini organize ederken haftalık ve günlük check list'ler yapmama rağmen ucunu kaçırıyorum.
Bunların bir kısmı birlikte çalıştığım insanlardan ve onların aslında işlerini yapış şekillerinden kaynaklanıyor. Bir kısmı da birlikte ön göremediğimiz aksaklıklar ve benim karar almada yaşadığım zorluklardan. Çok zevkle yaptığınız iş birden sizi strese sokabiliyor.
Bunları yaşamak istemiyorsanız mutlaka konusunda deneyimli ve zevkine güvendiğiniz insanlarla çalışın. Tecrübeleriyle karar vermenize yardımcı olsunlar. Kuru kalabalıkların içinde kaybolmayın.
Mesela basit bir koltuk kumaşı ya da perdeyi buranın yangın yönetmeliklerine uygun olmayan bir kumaşla yaptırdığınızda başınıza gelecek bir yangın vs. durumunda, sigorta şirketi sizi kapsam dışı bırakabilir.
Evinize yaptığınız her türlü harcamanın faturasını saklayın. Hem sigorta şirketleri için hem de daha sonra evinizin satışında bir kar elde etmiş olursanız, aradaki artışın bir kısmını ise evinize değer katan harcamaların belgelerini gösterirseniz daha az vergi ödersiniz.
Taşınmanın en güzel yanı, her şeyi ayıklayıp sizle gelmesi gerekenlere sizin karar verebilmeniz.
İşte belki de onun için bu taşınmaları seviyorum. İstemediğin her şeyi arkanda bırakıp gidebilme özgürlüğü. Sadece kalmasına izin verdiklerim benimle.
Eskisi kadar sevmediğim mobilyalardan, istemediğim, süs püs olsun diye aldığım objelerden, dolaplara sığmayacak kadar çok ve gereksiz ayakkabılarımdan ayrılma anı.
Yani bir nevi detoks. Sadece eşyalardan değil, eşyaların bana yaşattığı duygulardan da arınma detoksu.
"Ekmek aslanın ağzında" lafının ne kadar doğru olduğunu bilmemek mümkün değil. Hele şu aralar... Ama nasıl oluyorda bu kadar rekabetin içinde vasat şirketler bir şekilde hala ayakta kalabiliyor anlaması zor.
Kim işini nasıl büyütmek ister, nasıl başarılı olur bilmesi zor. Herkesin hamuru yoğurma şekli farklı olabilir. Ticaret hanesi de öyle ya da böyle devam edebilir. Ama müşteriyi ne kadar sık dinlerseniz o kadar çok öğrenir, hem müşteriyi az yorar hem de siz az yorulursunuz.
Bu hafta, uzun renk denemelerinden sonra karar verildi ve ev boyanmaya başlandı çok şükür.
İngiltere'de Farrow & Ball boya şirketinin toplam 15 şubesinde, sanırım beş tanesinin çalışanları beni görünce artık kahve ısmarlayacak hale geldi. Utandığım için farklı aralıklarla başka şubelere gidip renk sağlaması yapar hale gelmiştim ki sonunda o karar alındı ve bu ızdıraptan hepimiz kurtulmuş olduk. Elimdeki boya örneklerini isteyen varsa hemen gönderebilirim.
Bu arada her seferinde görüyorum ki buralarda çok gelişim alanı var. Mağazaların satış temsilcileri de o kadar bilgisiz ki, siz ne sorsanız kafa sallıyor.
Büyük şirketlerin kurumsallaşma çalışmalarının en önemli adımlarından biri müşterisini dinlemektir. Müşterisini iyi dinleyen ve ondan öğrenen markalar ve kurumların yolculuğu da bir o kadar uzun ve başarılı olur.
Peki niye küçük şirketlerin bazıları bunu beceremiyor?
Sanırım çoğu mesleğe alaylı başlıyor, iş aldıkça gelişiyor ve arkasına dönüp bakmadan ilerlemeye devam ediyor. Oysa azıcık durup baksalar hem daha az yorulacaklar hem de daha sağlıklı büyüyebilecekler.
Mesela perde alacaksınız diyelim ve evinize hangi perde daha iyi olur karar veremiyorsunuz... Katlamalı perde mi, yoksa bildiğimiz uzun sarkan perdeler mi? Hangi kumaş neye iyi gider?…
Haliyle birinin gelip sizi önce eğitmesini beklersiniz değil mi? Neticede sizin nasıl bir perde istediğinize dair bir fikriniz olabilir ama o fikirler zaman içinde değişebilir. Birkaç yere gidip pencerelere bile o gözle bakınca fikriniz değişebiliyor.
İşte bu işi yapacakların biraz müşteri ruh halini yakalaması, müşterinin bir adım önünde olabilmesi lazım. Yoksa sürekli aynı yerde, elinizde kumaş dolaşıp duruyorsunuz.
Ben istiyorum ki otursun bana önce eğitim versin, trendleri anlatsın, neyi kaça satın alırım, ne kadar zamanda teslim edilir vs... Hani arama motorlarında bir şeyi aratırken en pahalıdan ucuza ya da en çok tavsiye edilenden gidersin ya, işte o hizmeti bekliyorum satıcıdan da. Sonra ben eve gidip üstüne düşüneyim ve salim kafayla kararımı verip öyle tekrar karşısına oturayım.
Benimle birlikte o da savrulmasın. O bana çeki düzen versin… Ama nerede…
Herkes bir an önce işi bitirip yenisine koşma derdinde.
Bende ev hikâyeleri bitmez. Bir yenisinde buluşana kadar kalın sağlıcakla...