13 Ağustos 2022

Nazi Mirası

Ülkede bu kadar çok katliam, şiddet, taciz, tecavüz eyleminin olmasında buna hazır, deneyimli, kültürel kodları buna imkan veren bir geçmişin olması ne kadar etkili?

Bu kitap hakkında psikiyatr olmamanıza rağmen yazmanın zor bir iş olduğunun farkındayım. Açıkça itiraf etmeliyim ki alana hakim olmadan tam olarak yazılanları anladığımdan emin değilim, normal şartlarda buna cesaret edemezdim ama 2016 yılında ilk baskısı 2019 yılında ikinci baskısı yapılan bence ülkenin siyasal, toplumsal ve günlük yaşamında yeme-içme kadar sıradan bir durum olan şiddet-katliam-ölüm-tecavüz-taciz gibi gerçeklikleri psikanaliz desteğiyle anlamada çok önemli - öğretici veriler içeren bu kitap ile ilgili şimdiye kadar hiç bir inceleme, makale, yazı olmaması beni bu yazıyı yazmaya teşvik etti.

O nedenle değerlendirmelerim toplumsal meselelere duyarlı, bu tür örnekleri anlamaya çalışan bir hukukçu-okuyucu çerçevesinde olacağından eksiklikler mutlaka olacaktır. Şimdiden bu alanda çalışan ehil kişilerden af dileyerek kitaba geçiyorum.

Ülkemizde ve dünyada insan türü tarafından kendi türüne karşı yapılan katliamları anlamaya, bununla ilgili ne kadar kaynak varsa okumaya çalışıyorum. Şimdiye kadar hep katledilenler ve geride kalanlar cephesinden anlamaya çalışmıştım ki zaten failin psikolojisi tarafından konuya yaklaşan çalışmalar o kadar fazla değil.

Yakın tarihte gerçekleşen 1900 Ermeni Katliamları, ardından Dersim, Koçgiri, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi vs. soykırım-pogrom gibi katliam çeşitlerinin kalanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığı son zamanlarda daha çok konuşuluyor, tartışılıyor, akademik çalışmalara konu oluyor. Kürt, Ermeni, Alevi halkları üzerindeki "sürekli-devam eden yas" durumunun onların giyimi, ölümler karşısındaki refkleksleri, günlük yaşamdaki birtakım melankolik durumlar vs.  tamamlanmamış, tutulmamış yas, yüzleşilmemiş geçmişle ilgili olduğu dillendiriliyor. Tam bu noktada konuşulmayan, tartışılmayan (ya da az konuşulan ve tartışılan diyelim) bir şey var ki katledenler ve genetik mirasçıları cephesinde neler yaşanmakta. İşte bu kitap buna kişisel psikoloji açısından bir cevap sunuyor.

Vamık Volkan bu meselelerle ilgili yüzlerce çalışması olan bir doktor. "Anayurdu olan Kıbrıs'taki nefretin yıkımın ve ölümün herkesi özünde değiştirdiğini" fark ettiğinde bu meselelerle ilgili hikayesi başlamış, psikopolitik ve dünyanın sorunlu bir çok yerinde barış için yaptığı çalışmalar nedeniyle Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmiş bu alanda başlıbaşına referans birisi.

Kitapta iki terapi örneği üzerinden mirasçı faillerin şiddetle ilişkisi anlaşılmaya çalışılmış. Bu örneklerle, Nazilerin kötü-kanlı geçmişlerinin nesille arası bilinçdışı aktarım yoluyla torunlar-çocuklar üzerindeki etkisi uzun bir terapi süreci sonunda nasıl ortaya çıktığı çok anlaşılır bir dille anlatılıyor. 

İki masum çocuğun büyüdükten sonra trajik aile geçmişleri nedeniyle çok acı çektikleri ve kendileri gibi masum insanlara da nasıl acı verdiklerine şahitlik ederken, çevremizde bunlara benzeyen kimseleri düşlüyoruz.

İlk örnek Victor, Nazi komutanlarından birinin erkek torunudur, yetişkin biri olarak uyuduğunda birkaç saat boyunca başka birine dönüşür, geceleri uyanıp pencereleri kırıp dışarı çıkmaya çalışır, boğulduğunu zanneder, birilerini de kurtarmaya çalışır, ancak bunların hiçbirini hatırlamaz, bu yüzden sorunlu ilişkiler yaşayıp mutsuz bir yaşam sürer.

Victor'un dedesi T4 operasyonu olarak bilinen işe yaramaz veya zihinsel özrü olan çaresiz durumda olan insanların öldürülmesini amaçlayan ötenazi programından önemli bir figür olmasına rağmen ev içinde iyi bir adam ve şehit olarak hatırlanırmış. 

Terapi sonucunda dedesinin genetik mirasının Victor'un yaşamında ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. 

Örneğin, ona anlatılana göre Victor, 3-4 yaşlarında iken bademcik ameliyatı öncesinde nitröz oksit vermeye çalışan hemşireye karşı aşırı bir direnç göstermiş bu nedenle anestezi başarısız olmuş. Sonrasında sünnet ameliyatında da benzer tepki vererek gazlanmayı reddetmiş.

Victor'un küçük engelli bir kardeşi varmış, Victor ona karşı çok korumacı davranırmış, hatta onu yangından koruması nedeniyle aile arasında adı itfaiyeciye çıkmış.

Victor'un çocukluk ameliyatları ile ilgili travmaları anne ve babasının hasta bir çocuğun öldürülebileceğine dair duyduğu kaygı nedeniyle şiddetli olurmuş. (Anne ve babanın bu kaygıyı nasıl-neden taşıdığı aile içine suskunluktan dolayı Victor tarafından tam anlaşılamıyor.)

Victor terapinin bir döneminden analistiyle aile içinde hep birilerinin ölmesi beklendiği duyusunun olduğunu paylaşır.

Victor terapi arasında Güney Amerika'ya gider. Sonrasına neden oraları seçtiğini anlatır analistine. Uzun zaman önce Nazilerin Güney Amerika'ya kaçtıklarını, isimlerini değiştirdiklerini ve orada yaşamaya başladıklarını okuduğunu hatırlamıştır.

İşte Victor'un oksijen gazına karşı tepkisi, gece uyanmaları, engelli kardeşine karşı ona bir şey olacak diye aşırı koruma göstermesi, camları kırması, birilerinin ölümünü beklemesi, Güney Amerika gezisi, bunların hepsi dedesinden kalma bilinçdışı mirastır. Özellikle cam kırıkları imgesi, Kristal Gece'den kaynaklanıyor olabilirdi. 1938'de Hitler gençliği ve Alman siviller Yahudilerin sinagoglarını, dükkanlarını, evlerini yakarlar. Kırık cam parçaları sokakları doldurmuştu. 3. Reish'ta bu olaya Kristal Gece denmiş, korkunç cam kırıkları yerine hoş kristal parçaları imgesi yerleştirilmişti.

İkinci örneği Fritz adıyla biliyoruz. Akıl hastanesine gitmesine neden olma ihtimali olan olayda Fritz karısına müstehcen bir dil kullanarak ona kaltak diye hitap eden bir mektup yazar. Mektupta karısıyla arasında geçen cinsel eylemleri ve özel cinsel taleplerine karşı karısının tepkisini anlatır ve karısına ait fotoğraflarla yaşadığı bölgede 300 eve dağıtır.

Analiste göre Fritz'in SS içinde bir paramiliter örgüt olan Waffen SS'in (Silahlı Savunma Birliği) üyesi olan babasının ideolojisinin zihinsel temsili, Fritz'in içselleştirilmiş nesne ilişkilerinde ve insanlarla etkileşimde ortaya çıkıyordu.

Karısını küçük düşürmesi tıpkı Yahudileri sarı yıldızlı bant takmaya ya da diş fırçasıyla sokakları temizlemeye zorlayarak halk içinde küçük düşüren Nazilerin yaptığına benziyordu. Fantezisi mektup yayıldıktan sonra karısıyla karşılaştığında göreceği yüzün tıpkı toplumdan dışlanan ve hayatlarının tehlikede oluğunu hisseden Yahudilerin yüzleri gibi dehşet içinde birinin yüzü olacağıydı. 

Failin travmasıyla ilgili bir makalesinde yazar Deniz Doğan İbrişim şöyle yazar:

"Failin travmasının varlığını kabul etmek kuşkusuz zor bir durumdur. Ancak failin travmasını kabul etmek, failin de rehabilitasyon gereksinimi için önemlidir. Toplu felaketlerin, kıyımların ve savaşların ardından fail, gerek edebiyatta gerekse sinemada çoğu kez grotesk ya da karikatürümsü biçimde temsil edilir. Bunun en bilindik örneği Art Spielgelman'ın Maus-Hayatta Kalanın Öyküsü'dür. 1948 Stockholm doğumlu ünlü çizer Art Spiegelman,Polonya gettolarından sağ kurtulabilen bir babanın oğludur. Spiegelman Maus'da, babasının "ölüm kamplarında", 1939-1945 yılları arasında bir Yahudi olarak yaşadığı kabus dolu günleri, kedi'nin (Nazi) fare'yi-maus (Yahudi) kovalamasına benzettiği güçlü ve karşı bir grafik-romanla okura anlatır. Tam buradan yapılan çalışmalar özellikle son yıllarda ivme kazanır. Berkeley Hukuk Okulu'nda profesor olan Saira Mohamed "Canavarlar ve Adamlar" ("Of Monsters and Men") adlı makalesinde tam da bu karikatürleştirme konusunu derinlemesine tartışır. Mohamed, toplu felaketin ya da kıyımın aktörü failin neyi nasıl yaptığına ilişkin bilinçi bir seçim ve öznellik taşıdığını söyler. Failin öznelliği ortada bir seçim bulunduğuna ve biz fark etmek istemesek de bu seçimin sonucunda işlenen suç nedeniyle acı çekme, kendiyle hesaplaşma ve hatta suskunlaşma, dile dökülememe (tıpkı madundaki gibi) kendini gösterir. Burada madun-fail eşitlemesi ya da faile karşı sempati duyma gibi bir durumu işaret etmiyor kesinlikle Mohamed. Şiddetin, vahşetin pek de tanınmayan yüzünü göstermek isterken failin de öldürmeyi seçen ama ardından bu seçimin ağır yükünü ve bedelini sırtından taşıyan bir insan olduğunun altını çizer sadece."  

İnternetten Türkçe bir arama yaptığınızda "fail travması" ile ilgili karşınıza başkaca bir çalışma çıkmıyor. Salt fail travması bile ile ilgili bu kadar az çalışma varken "falinin mirasçıları" ile ilgili bir çalışmanın olmaması normal ama büyük bir eksiklik olarak karşımızda duruyor.

Ülkeye dair birkaç karşılaştırmayla bitirmekte fayda görüyorum. Örneğin üzerinde çalışma yaptığım Maraş katliamında sanıkların doğum tarihleri ortalama olarak 1940'lı yıllar, babalarının doğum tarihleri ortalama 1920'li yıllar, dedelerinin ortalama doğum tarihleri 1900'lü yıllara denk geliyor. 

1890-1920 arasın yüzbinlerce Ermeni'nin katledildiğini bir hakikat olarak karşımızda. Ve o dönemde özellikle Maraş'ta yoğun bir Ermeni nüfusunun varlığını görüyoruz.

1978 yılında gerçekleştirilen Maraş katliamı dava dosyasından anlamaktayız ki, 20-30 bin kişi fail konumunda, 5-6 gün boyunca her türlü öldürme şeklinin uygulandığı bir vahşet şöleni yaşanmış. Üstelik bu vahşetleri tanımadıkları bir düşmana karşı değil tanıdıkları, her gün ilişki içerisinde oldukları insanlara karşı işlemişler. Ve yine dosyadan faillerin motivasyon kaynağının "gavurluk-kızılbaşlık-Kürtlük" gibi kimliklere duyulan öfke olduğunu görüyoruz.

İşte 1978'deki failler, 1900'lerdeki faillerin torunları. Belki de şiddet becerilerini dedelerinden almışlardır?

Daha yakın zamana hatta günümüze geldiğimizde, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, Türkiye'de 2021 yılında 280 kadın öldürüldü, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. 2020 yılında ise 300 kadın cinayet kurban gitmişti.

Umut Vakfı'nın yayınladığı rapora göre ise , 2021 yılında yerel ve ulusal basına 3 bin 801 silahlı şiddet olayı yansıdı. Türkiye'nin dört bir yanında basına yansıyan bu 3 bin 801 olayda; 2 bin 145 kişi öldü, bir kısmı ağır 3 bin 896 kişi de yaralandı. Olaylarının 3 bin 172'sinde ateşli silahlar, 629'unda ise kesici aletler kullanıldı... 

Bu örnekle şuraya gelmek istiyorum, ülkede bu kadar çok katliam, şiddet, taciz, tecavüz eyleminin olmasında buna hazır, deneyimli, kültürel kodları buna imkan veren bir geçmişin olması ne kadar etkili? Zor bir soru, çok uzun bir çalışma yapılması gereken alan olarak karşımızda duruyor.

Bu kitap ile bir kez daha bu duruma kanaat getirmiş oldum.

Bitirirken sözü yine Deniz Doğan İbrişim'e bırakıyorum:

"Failin travmasını mağduriyet zeminine oturtmak ya da etik düzlemde belirgin farkın bulunduğu iki öznelliği aynı koltuğa sığdırmak değildir bu. Travmayı düzleştirmek, törpülemek, acıları eşitlemek de değildir. Faili bütünüyle insan kabul edebilmek, özne/nesne, canavar fail/masum kurban, suç/ceza gibi karşıtlıkları ve hiyerarşileri yeniden düşünmemiz için farklı bir alandır bu. Özellikle travma ve bellek çalışmalarının son yıllarda (özellikle son on yılda) eğildiği en önemli konulardandır. Çetin ve bir o kadar da hassas bir konudur… Failin travması yadsınamaz bir olgudur ve önümüze yolları çatallanan, girilmesi zor nice bahçeleri çıkarır. Failin sıradanlığını ve kötülüğünü, bilinçli seçimi, şiddeti, madunu, suskuyu, empatiyi, şiddetsiz iletişim hallerini yeniden düşünmek özellikle tarihte, edebiyatta ve sanatta kim bilir daha neler söylecektir bize?"



Depolama, Nesiller Arası Aktarım, Disosiasyon ve Eylem Yoluyla Hatırlama-Nazi Mirası
Prof. Dr. Vamık Volkan 
Pusula Yayın Evi.

Yazarın Diğer Yazıları

Failin travması; unutmak mı affetmek mi?

"Unutmamak ahlaki bir yükümlülüktür" derken "unutmak" daha iyi gelmesin insanlığa?

Maraş pogromu

"Olay, katliam, hadise, çatışma, pogrom, soykırım..." Maraş'ta yaşananlar nasıl tanımlanırsa tanımlansın insanlığa karşı işlenmiş suçlardan olduğu tartışmasızdır. Ve bir gün mutlaka uluslararası alanda tartışma konusu yapılıp insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğu tartışmasız olarak kabul edilecektir

Adalet orucu

Bu çığlığı duymamız gerektiği konusunda netim. Eğer bu bir çelişki olarak görülecekse de "yaşam ve yaşatma kaygısı" karşısında bu şekilde nitelenmekten zerre kaygı duymuyorum