Priene'li Bias.
Antik çağın yedi bilgesinden biri.
Bias, Priene'de yaşayan başarılı bir avukatmış. Her konuda haklıyı bulup dile getirirmiş.
Bias bugün araştırma yapan herkes için en önemli konulardan birine adını vermiş durumda.
Araştırmalarda taraf tutmalara ya da araştırma bilimindeki adıyla "yan tutma"ya "bias" diyoruz.
Bias kavramı adını aldığı Priene'li Bias gibi verilerin gerçekten ne söylediğini anlamamız için gerekli. Verilerin okunmasının zor olabileceğini biliyoruz. Covid - 19 nedeni ile en çok yaş işin içine girince bu okumayı çok değiştirdiğini konuştuk: İtalya'da ölümler çoktu, çünkü nüfusunun yüzde 25'i yaşlıydı. Bu grupta hastalık daha kötü seyrediyordu. Oysa, örneğin ülkemizde yaşlı nüfus oranı yüzde 9. Bu yüzden Türkiye'nin ölüm hızını İtalya'nınki ile yaşı dikkate almadan okumamamız gerekli. diye...
Anadolu Ajansı'nın 26.05.2020 tarihli haberine göre, İçişleri Bakanlığı, Covid - 19 döneminde aile içi ve kadına yönelik şiddet olaylarının azaldığını bildirmiş. İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, yılın 4 aylık döneminde meydana gelen kadın cinayetlerinin, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36 düştüğü, Türkiye'de ilk Covid - 19 vakasının görülmeye başlandığı 11 Mart'tan önceki ve sonraki 70 günlük dönem kıyaslandığında ise polis/jandarma sorumluluk bölgesinde meydana gelen aile içi ve kadına yönelik şiddet olay sayısında yüzde 7'lik, hayatını kaybeden kadın sayısında yüzde 31'lik azalma görüldüğü belirtilmiş. 1 Ocak-10 Mart tarihleri arasında 45 bin 798 kadına şiddet olayı yaşanırken, 11 Mart - 20 Mayıs tarihleri arasında 42 bin 693 kadına şiddet olayı yaşanmış. 1 Ocak - 10 Mart tarihleri arasında 48 kadın hayatını kaybederken, 11 Mart - 20 Mayıs tarihlerinde 33 kadının hayatını kaybettiği saptanmış. Dünya Sağlık Örgütü, kadınlara yönelik şiddetin, başta olağanüstü durumlar olmak üzere küresel bir halk sağlığı sorunu olduğunu ve kadın sağlığının tehdidi olmaya devam ettiğini belirtiyor. Kadınlara karşı şiddet çok yaygın; küresel olarak, dünyadaki her 3 kadından 1'i hayatları boyunca fiziksel ve / veya cinsel şiddet yaşıyor. En çok da eşler sorumlu. Salgın hastalıklar da dahil olmak üzere her acil durum sırasında kadına yönelik şiddetin artma eğiliminde olduğu biliniyor. Yerinden edilmiş kadınlar, mülteciler ve çatışmalardan etkilenen bölgelerde yaşayan kadınların özellikle savunmasız olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar Çin, İngiltere, ABD ve diğer ülkelerden gelen raporlar Covid - 19'un patlak vermesinden bu yana aile içi şiddet vakalarında bir artış olduğunu göstermektedir. Örneğin bunlardan birinde, Hubei Eyaleti'ndeki Jingzhou'daki bir polis karakoluna bildirilen aile içi şiddet vakalarının sayısının, Şubat 2020'de bir önceki yılın aynı dönemine göre üç kat arttığı gözleniyordu. İngiltere'de, 23 Mart ve 12 Nisan tarihleri arasında aile içi istismardan kaynaklanan kadın ölümlerinin, önceki 10 yıldaki ortalama oranla karşılaştırıldığında iki kattan fazla olduğunu kaydedildi. İngiltere'nin konuyla ilgili en önemli örgütü Refuge, yardım hattına yapılan günlük çağrılarda günlük yüzde 700 artış bildiriyor.
Bu verilerin bir çoğunu bilim insanlarının en önemli yayın arama motoru PubMed'ten bulabiliyorsunuz. Bugün PubMed'e baktım, bugüne kadar Covid - 19 ve aile içi şiddet ile ilgili 140 yayın olmuş.
Türkiye'den var mı? Göremedim.
Şimdi biraz düşünelim.
Ülkemizde bu dönemde aile içi şiddetin azaldığını gözlemliyorsak, bu iyi.
Ama bilim bize "nedensellik açısından sorgulamada eğer beklenenden farklı bir sonuç bulduysanız daha da dikkatli sorgula ve yorumla" der. Hadi, Bias'ın kulaklarını çınlatalım.
Bu durum, bütün dünyada farklıyken, bizde niye değişik olsun ki?
Üstelik karnemiz pek de iyi değilken!
Evet, ülkemizden yayın yok.
Ama yayın olmaması sorunun olmadığını göstermiyor.
Bildirim yoksa da, bildirim sistemimize bakmalıyız. Bu çok özel dönemde aile içinde şiddete uğrayan kadınların ya da çocukların durumunu ortaya çıkarabilecek mekanizmalar tam olarak çalışıyor muydu?
Çocuklar için okulların açılması ile ilgili yazımda öğretmenlerimizin dikkatli gözleri olamadan çocuk istismarı bildirimlerinin azaldığını anlatmıştım. Kadınlar için de sağlık personelinin gözlemi çok önemli. Bu dönemde sağlık istemi Covid - 19 dışındaki başvuruların askıya alındığı bir dönem oldu. Kadınlar onların hem gözlemlerinden hem de danışmanlığından mahrum kaldılar.
Bu dönem mahkemelerin de çalışması etkilendi. Bunun etkisini de değerlendirmek gerekir. Baroların danışma ofislerinin durumlarını da. Sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarının etkilendiğine bire bir şahidim.
Bir de daima evde olan koca/eş/partnerin gözleri üzerinde iken yetkililere ulaşma sorunu da olabilir.
Belki de daha elle tutulur, görünür bir durum olan ölümlere bakmak faydalı olabilir. O zaman da farklı kurumlar ya da kuruluşlar tarafından yapılan izlemlerin karşılaştırması önemli olacaktır. "Kadın Cinayetlerini Dururacağız Platformu'nun web sayfasına bakınca sayılar öyle hiç de azalmışa benzemiyor. Sadece Nisan ayında 21 kadın cinayeti ve 18 şüpheli kadın ölüm verisi var. Bunun ikisini toplasak bile Bakanlığın bildirimden fazla. Sorun büyük ve bitmiyor; önemini koruyor.
Bütün bunlar olup biterken, şimdi İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin gündeme gelmesini anlamak mümkün mü?
İstanbul Sözleşmesi, imzaya açıldığı kent İstanbul olduğu için böyle anıldığını çoğumuz biliyoruz. Avrupa Konseyin başkanlığını o dönem Türkiye yürüttüğü için İstanbul'da imzaya açılmış. Sözleşmenin tam adı, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi".
Neden gerekli? Bunun üzerinde konuşmayacağım. Benim için çok açık. Ama merak edenler için, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışma Grubu'nun açıklaması okunmaya değer. Aşağıda linki var.
Neden tartışılıyor? Bununla ilgili bir çift lafım var.
66 maddelik İstanbul Sözleşmesi'nin maddelerinin tamamı kadına şiddete karşı alınacak önlemleri sıralıyor.
Neden mi tartışılıyor?
4'üncü maddenin 3'üncü bendi "Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hâl, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir" ifadesi var.
Fırtına da bu bentte yer alan "cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği" üzerinde kopuyor.
Toplumsal Cinsiyet ne demek bir kez daha anlamak gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınlar ve erkekler için eşit hakların yanı sıra kamu ve özel yaşamın tüm alanlarında aynı görünürlük, güçlendirme, sorumluluk ve katılımı gerektirir. Aynı zamanda kadınlara ve erkeklere kaynaklara eşit erişim dağıtım anlamına gelir.
Bu noktada, kadın erkek eşitliğinin "aynılılık" olmadığını, eşit hak ve fırsatlar olduğunu ve bunun da aslında bir insan hakkı olduğunu anlamak gerekiyor.
Bunun nesi yanlış?
Peki, cinsel yönelim?
Sözleşme, her hangi bir cinsel yönelimi yüceltmiyor. Ama cinsel yönelimleri nedeniyle yapılacak ayrımcılıkların önlenmesini amaçlıyor.
Bu durum aileye karşı bir tehdit mi?
Aile önemlidir.
Ama daha da önemli olan insandır.
Toplumun en temel yapı taşı olan insan.
Çeçenistan'da ne oldu hatırlayalım. Devlet başkanı bir gün kalktı ve ben aileyi korumak istiyorum, "yok öyle boşanma, ayrılma" dedi ve "boşanmış çiftleri birleştirme programı" başlattı. Tüm eski eşlerin bir araya gelmesini zorunlu kıldı. Hatta, erkek başka bir kadınlar evlenmiş olsa da eski eş olan kadın yasalara rağmen ikinci eş olarak yine de erkekle birleşecekti.
Erkeklerin kadınlar üzerindeki gücünün tarihsel durumu ve cinsiyetçi tutumu. Kadının erkeğin tapulu malı gibi görünmesi.
İşte bunu kabul etmek mümkün değil.
Ülkemiz bu Sözleşmeye imza attığından beri çok önemli ilkleri başardı. Bir kere, bu sözleşmenin ülkemizde hayat bulmasını sağlayan "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun"nu hayata geçirdi. Meşhur "6284 sayılı Kanun". Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) oluşturuldu. Önemli gelişmeler.
İstanbul Sözleşmesine gereksinim duymayacağımız günler de gelecek.
Ama ne yazık ki daha değil..
Bizim için anne, abla, kız kardeş, hala, teyze, eş, sevgili, çocuk olan kadınlarımızın yaşamına sahip çıkalım.
Çünkü Pınar'a da niceleri gibi sahip çıkamadık.
Adaşım Pınar.
Zamanı donduran fotoğraflardan bakan güzel gözlü kadın.
Bu yazıyı bir seher vakti yazıyorum.
Ya da Homeros'un dediği gibi "Gül parmaklı şafak'' zamanında.
Tam da şu anda Şafak Tanrıçası Eos kanatlı dört atının çektiği arabasıyla göğe yükseliyor ve günün kızıllığını yayıyor.
Sen hiç Homeros okudun mu?
Yaşadığın Ula'da ben bir gece vakti dinlemiştim onun öykülerini.
Tam da şimdiki gibi cırcır böceklerinin sesi, seslerimizi bastırıyordu.
Cırcır böcekleri akşam öter derler.
Oysa şu anda, sabah sabah cırcır böceklerinin sesi var.
Onlar belli ki anladılar Ağustos'un yakın olduğunu.
Ağustos böceği olarak, Ağustos'u selamlıyorlar.
Ah Pınar, sen bu yıl Ağustos'u göremeyeceksin.
Üzgünüm.
Senden çalınan hayat için üzgünüm.
Bir zamanlar sevdiğin adamın sana bunu yapabilme cesareti veren,
Onu bu bakış açışıyla yetiştiren,
Şiddeti sıradanlaştıran,
Önlemlerle ilgili en temel kazanımları bile hâlâ tartıştığımız,
Bir toplumda olduğumuz için üzgünüm.
Güle güle adaşım, sevgili Pınar.
Seni unutmayacağız.
Hiçbir teselli kaybının yerini dolduramayacak.
Yine de,
Sana olanların başka kadınların başına gelmemesi için nöbette olacağız.
Taa ki,
Her birey bu toplumda eşit haklara ve eşit fırsatlara sahip olana kadar.
Bir kez daha bakıyorum sana.
Ne güzel gülmüşsün o fotoğraflardan birinde.
Ah..
"Derdimi dökmeye dil yarelenir."
Aşık Daimi
Kaynaklar:
https://www.coe.int/en/web/istanbul-convention/
https://hasuder.org.tr/istanbul-sozlesmesine-sahip-cikiyoruz/