06 Temmuz 2024

İki buçuk müttefik

Hakan Fidan, çok deneyimli bir istihbaratçı ve konuşmalarında temkinli olmaya özen gösteren bir politikacı. Elinde güvenilir bilgiler bulunmadan böyle bir suçlamada bulunmuş olacağını sanmıyorum. Demek ki hafta içerisinde internete düşen bir gazete haberindeki, İngiliz özel kuvvetlerine mensup subayların ABD askeri üniforması giyerek üslerde YPG'li teröristlere eğitim verdiği, ayrıca Kıbrıs adasındaki İngiliz üssü Ağroturdan PKK'ya silah ve mühimmat sevkiyatında bulunduğu iddiaları doğruymuş

Hakan Fidan

"İki buçukluk" deyince aklıma ilk gelen futbol sahalarındaki top toplayıcılar olur. Tevellütleri 1950'li yıllara uzananlar daha iyi hatırlarlar. Futbol maçlarında saha dışına kaçan topları getirenlere eskiden iki buçukluk denilirdi. Nedenini hep merak etmişimdir. Bir söylentiye göre, o zamanlar top toplayıcılar maç başına 2.5 TL ücret aldıklarından böyle çağrılırlarmış. Profesyonel takımların alt yapılarında futbola başlayanların çoğu iki buçukluktan yetişmedir. Futboldaki parlayan yıldızımız Arda Güler de, Gençlerbirliği Spor Kulupü U13 takımında oynarken, bir Gençlerbirliği-Trabzonspor maçında iki buçukluk yapmış.

Orhan Kemal'in İki Buçuk Lira hikâyesi

Orhan Kemal'in ünlü İki Buçuk Lira hikayesini duymuşsunuzdur. Hikâyede Orhan Kemal Cağaloğlu'na gitmek üzere dolmuşa bindiğinde şoföre verdiği iki buçuk liranın üstünü inene kadar alamaz. Aslında Ödemesi gereken ücret 50 kuruştur. Ama üstünü istemeye bir türlü cesaret edemez. Dolmuştan inerken parasını alana kadar kafasından geçirdiği duygu, düşünce ve davranış kalıplarını usta kalemiyle sembollerle öyküleştirir. Türk Edebiyatının önemli isimlerinden Orhan Kemal'in iki buçuk hikâyesinde kullandığı sembol dili daha sonra bir çok yazara ilham kaynağı olmuştur.

İki buçuk savaş teorisi

1990'lı yılların ortalarında iki buçuk tabiri bu kez bir savaş stratejisi olarak karşımıza çıktı. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, 1994 yılının başlarında kaleme aldığı bir yazıda, Yunanistan ve Suriye'nin ülkemize karşı çıkar birliği içerisinde olduğunu, bu iki ülkenin Türkiye'yi çökertmek için PKK'ya yardım ettiğini, Türkiye'nin savunma planlamasını aynı anda iki cephede çatışmaya zorlanacağı varsayımı üzerine kurgulaması, ayrıca PKK'ya karşı körüklenecek bir yarım savaşa da hazır olması gerektiğini vurguladı. Buna da iki buçuk savaş stratejisi diyordu. Bir başka ifadeyle bir savaş Yunanistan'la, bir savaş Suriye'yle yarım savaş da güney sınırımızdaki terör örgütleriyle.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın televizyon mülakatı

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, koltuğunda bir yılını tamamladıktan sonra geçen hafta bir televizyon kanalına uzun bir mülakat verdi. Canlı yayında son dönemdeki dış politika gündemini değerlendirirken Hakan Fidan, Türkiye'nin BRİCS'e olası üyeliği, Rusya-Ukrayna Savaşı, yaklaşan NATO Zirvesinden Türkiye'nin beklentileri, devam eden Gazze Savaşı ve Dışişleri Bakanlığında bir yıl içerisinde gerçekleştirdiği reformlar hakkında ayrıntılı açıklamalarda bulundu. Bir yıl bakanlık yaptıktan sonra ekranlarda Hakan Fidanı daha bir rahatlamış ve özgüvenli gördüm. Medyamız genellikle Fidan'ın "Üçüncü dünya savaşı olasılığını ciddiye alıyoruz" ifadelerini manşetlerine taşıdı. Sunucunun "NATO müttefiklerimizle YPG, PKK terör örgütünün artık devreden çıkarıldığı veya etkisizleştirildiği bir süreç gelişecek mi? Sorusuna verdiği aşağıdaki cevap dikkatlerden kaçtı.

"Bu konuda iki buçuk aktif NATO üyesi ülke var. Açık konuşmak gerekirse YPG konusunda problemli olduğumuz Amerika, İngiltere ve biraz da Fransa. İngiltere görüntü vermeden oradaki varlığını devam ettirmek adına Amerikanın bulunduğu bütün operasyonlarda, o da bulunuyor. O da bu işin içerisinde."

YPG konusunda sorunlu olduğumuz iki buçuk NATO müttefikimiz

Meşhur "iki buçuk" tabiri bu kere Bakan Fidan'ın mülakatında terörle mücadele bağlamında gündeme geldi. İngiltere'nin tarih boyunca Kürt sorununu nasıl kaşıdığını hepimiz çok iyi biliriz. Halen Güney sınırımızda faaliyet gösteren terör örgütlerine öteden beri verdiği destek de bir sır değil. 2008 yılında benim de hazır bulunduğum, o tarihteki Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın İngiliz karşıtı David Milliband ile yaptığı görüşmede, PKK'den ele geçirilen İngiliz menşeli silahların seri numaralarını içeren bir listeyi muhatabına verdiğini hatırlıyorum. Ancak bu kere kamuoyu önünde bir dışişleri bakanının YPG/PKK terör örgütüne verilen dış destekte İngiltere'yi ismen zikrederek ABD ile aynı kefeye koyduğuna ilk kez şahit olduk. Hakan Fidan, çok deneyimli bir istihbaratçı ve konuşmalarında temkinli olmaya özen gösteren bir politikacı. Elinde güvenilir bilgiler bulunmadan böyle bir suçlamada bulunmuş olacağını sanmıyorum. Demek ki hafta içerisinde internete düşen bir gazete haberindeki, İngiliz özel kuvvetlerine mensup subayların ABD askeri üniforması giyerek üslerde YPG'li teröristlere eğitim verdiği, ayrıca Kıbrıs adasındaki İngiliz üssü Ağroturdan PKK'ya silah ve mühimmat sevkiyatında bulunduğu iddiaları doğruymuş. Öyle görünüyor ki bir şekilde ABD'yi Suriye'de YPG'ye verdiği desteği kesmeğe ikna etsek bile iki buçuk sorun alanından sadece birini halletmiş olacağız.

Che Guevara vaktiyle ne demişti hatırlayalım:

"Tanrı beni dostlarımdan korusun, düşmanlarımla ben baş edebilirim."

Biz de ne diyelim,

"Tanrı bizi müttefiklerimizden korusun, biz teröristlerle baş etmeyi biliriz."

Şehit diplomat Ömer Haluk Sipahioğlu'nu anarken...

Söz terörizmden ve müttefiklikten açılmışken bugün toprağa verilişinin 30. yılını idrak ettiğimiz dönem arkadaşımız Ömer Haluk Sipahioğlu'nu anmadan geçemeyeceğim.

Ömer Haluk Sipahioğlu yine müttefik bir ülkenin topraklarında, Yunanistan'da görev yaptığı dönemde, işine gitmek üzere evinin önünde beklerken 17 Kasım terör örgütü tarafından hunharca katledildi. 2002 yılında saldırının tetikçisi olarak yakalanan Savas Ksiros önce müebbet hapse mahkûm oldu. Bir süre sonra da diğer örgüt mensuplarıyla birlikte tahliye edildi.

Dışişlerinde küçük büyük tüm tanıyanlarınca çok sevilen Ömer Haluk, eğer yaşıyor olsaydı, kaderin bir cilvesi olarak 30. ölüm yıldönümünden birkaç gün önce dünyaya gelen torununu bugün kucağına alacaktı. Ama hainler buna imkan vermedi. Genç yaşta ailesinden kopardılar.

Dönem arkadaşımız sevgili Ömer Haluku özlemle ve rahmetle anıyoruz. Onu hiç unutmadık, unutmayacağız.

 

Hasan Göğüş kimdir?

Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.

Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.

Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.

Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Öfkeyle kalkan zararla oturur

Mısır-Türkiye ilişkilerinin bozuk gittiği 10 yıl boyunca iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler olumsuz etkilenmemiş, hatta daha da gelişmiş. Ama siyasi açıdan kaybeden Türkiye oldu

Sınavıma dokunma

Yeni sınav yönetmeliğiyle galiba "Dışişleri'nin sıradanlaştırılma öyküsü"nde de sona yaklaşılıyor

Savcı hükümlüye karşı

Trump’ın avantajı ise basit cümlelerle herkesin anlayabileceği bir dilde geniş halk kesimlerine hitap edebilmesi. Çoğu zaman yalan söylemekten kaçınmayarak göbeğini kaşıyan Amerikalıların gururunu okşamayı iyi beceriyor.

"
"