07 Mart 2025

Tarihin kırılma anını iyi okuyabilmek

Zelenski, bir güvenlik garantisi talebinde bulunmadan hem ateşkes müzakerelerine oturmayı, hem de ülkesinin yeraltı zenginliklerini uzun dönemli olarak ABD’ye teslim edecek anlaşmayı imzalamayı kabul ettiğini açıkladı. Bundan sonra Ukrayna Rusya’nın insafına kaldı, oysa Trump ve Vance bu şekilde düşünmüyorlar

Beyaz Saray’da Zelenski’ye pusu kuruldu

Bir haftadır yaşananlar tarihin yeni bir kırılma anında olduğumuzu iyice gözümüze soktu. Kimse Trump ve yardımcısı Vance’in kameralar önünde Zelenski’ye bu denli çirkin bir saldırıda bulunmasını beklemiyordu. Oval Ofis’te yaşanan rezalet, bilinçli bir pusudan başka bir şey değildi. Hakkını teslim etmek lazım, Zelenski Beyaz Saray’da halkının onurunu yere düşürmedi, ama pusuyu kuran küstahlar amaçlarına ulaştılar.

Olay saldırgan Rusya’ya karşı kendisini savunmaktan başka bir günahı olmayan Ukrayna’nın seçilmiş liderinin kameralar önünde küçük düşürülmeye tevessül edilmesi ve arkasından Beyaz Saray’dan kovulmasından ibaret değil. Trump Oval Ofis’te Zelenski’ye saldırırken sadece Ukrayna’yı ezip Rusya’yı kollamadı. Mesele Ukrayna’nın ötesinde önem taşıyor. Trump, Beyaz Saray’da Zelenski’ye görgüsüzce saldırırken kendinden önceki Obama ve Biden yönetimlerini de yerin dibine batırdı. Ama, ölümcül darbeyi batı ittifakına vurdu.

ABD artık Batı ittifakının liderliğini götüremiyor

ABD, 80 yıl önce batı ittifakının liderliğini üstlenirken, bu işin külfetini de sırtlamayı kabul etmişti. Kimse ABD’yi bu role zorlamadı. Batı ittifakı ABD’nin çıkarlarına göre şekillendirildi. Geleneksel ABD savunma doktrini ülkenin güvenliğinin ABD sahillerinde değil, Avrupa’da, Kore’de, Tayvan’da, Orta-Doğu’da başladığını kabul eder. NATO’nun kuruluşunun bir amacı ABD’nin Avrupa’daki varlığına meşruiyet sağlamak, diğer amacı da SSCB’nin (şimdi Rusya) Avrupa’daki ilerleyişini durdurmaktır. Üçüncü amaç artık geçerli değil -Almanların başını kaldırmalarını engellemek. Ama ilk iki amaç hala geçerliliklerini koruyorlar. ABD kurulu düzeninin temsilcisi Biden, Ukrayna’yı çok sevdiğinden değil, Rusya’nın Ukrayna’yı yuttuktan sonra Baltıklara ve Polonya’ya ilerlemesini durdurmak istediğinden dolayı bu ülkeye destek verdi. Biden Ukrayna’da batı ittifakının çıkarlarını kolluyordu.

Trump Oval Ofis’te işte bu anlayışı tepe taklak etti. Çünkü artık ABD’nin nefesi batı ittifakının çıkarları söz konusu olsa da bu tür savaşlara yetmiyor. Trump başta Avrupalılar olmak üzere, Kanada, Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi Ukrayna’nın yanında yer alan tüm müttefiklerine artık yolun sonuna gelindiğini kendi kaba üslubunca söylemiş oldu. Müttefikler daha fazla sorumluluk üstlenmedikçe, külfeti adil şekilde paylaşmadıkça artık bu oyunda yer almak istemiyor.

Amerika’nın dünyanın her yerinde jandarmalık yapamayacağını ilk kabul eden Obama oldu. Asya’ya (Çin diye okumak lazım) öncelik verme politikası (Pivot to Asia) Obama zamanında ortaya atıldı. Obama ABD’nin gücünü yükselen Çin’e karşı teksif etmek için Orta-Doğu’dan çekilmeyi başlatmakla beraber, Afganistan defterini kapatmayı başaramadı. Bu görevi Biden üstlendi. Ama o da ağzına yüzüne bulaştırdı. Ancak ne Obama, ne Biden, Avrupa’dan çekilmeyi akıllarına bile getirmediler. Çünkü ittifaklar zincirinin en önemli parçası orası.

Trump ilk döneminde Güney Kore ve Japonya’yı hırpaladı, bu kez hedefte Avrupa var

Çünkü Trump Avrupalı müttefiklerin kendi refahları için ABD’yi kullandıklarına inanıyor. Bunda haksız olmayabilir, ama resim Trump’ın tüccar zihniyetiyle algıladığından çok daha karmaşık.Trump ilk döneminde NATO’dan haz etmediğini her fırsatta sergilemiş ama vurucu darbeyi indirememişti. Çünkü o dönem Amerikan kurulu düzeni hala ayaktaydı. Pentagon, State Department (Dışişleri), hatta kendi partisi içinden direniş vardı. Temsilciler Meclisi’nde Trump hakkında iki kez görevden alınma kararı kabul edilebilmişti. Bu kez şartlar Trump’ın lehine tümüyle değişti. Böyle bir darbenin geleceğini Avrupalılar da bekliyorlardı. Beklenmeyen Trump’ın üslubu oldu. Kabak Ukrayna’nın başına patladı.

Trump ilk döneminde Güney Kore ve Japonya’da çok daha hoyrat davranmıştı. Şimdi Avrupa’da yaptığının benzerini Japonya ve Güney Kore’de yapmıştı. Her iki ülkeyle imzanlanmış ittifak anlaşmalarına rağmen askeri desteği en alt düzeye indirerek, zaten yüksek oranda yaptıkları askeri harcamalarını daha da artırmalarını istemişti. Bununla da kalmamış, her iki ülkeyi nükleer füzelerle sürekli tehdit eden Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un’la doğrudan görüşerek kapalı kapılar ardında onunla iş bitirmeye çalışmıştı. Güney Kore’yle gerçekleştirilen ortak askeri tatbikatları Kim Jong Un’a verdiği şahsi söz üzerine tek taraflı olarak sonlandırması bu ülkede derin sarsıntılar yaratmıştı. Kuzey Kore karşısında ABD tarafından yalnız bırakıldığını düşünen Güney Koreliler yetmişlerde ABD’nin baskısıyla vaz geçtikleri nükleer silah programını yeniden başlatmayı öngördüklerini açıklayınca, yangını söndürme görevini o sırada yeni seçilen Biden üstlenmek zorunda kalmıştı. (Bknz. Hakan Okçal, Akkuyu Santrali ve Nükleer Soslu Amerikan Turtası, Gazete Duvar)

Batı ittifakının temel ilkelerinden biri nükleer korumadır

Batı ittifakının dayandığı temel ilkelerden biri, ABD’nin nükleer koruma şemsiyesi sağlaması, karşılığında müttefiklerinin nükleer silah edinmekten kaçınmalıdır (İngiltere ve Fransa istisnadır). ABD müttefiklerine nükleer koruma yükümlülüğünü yerine getirmek istemezse, dünya hızla daha tehlikeli bir yer haline gelebilir. Güney Kore’nin de, Japonya’nın da, Almanya’nın da bunu yapabilecek imkanları herkesten fazladır. Sözkonusu ülkelerden son ikisi İkinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktıktan sonra, hem ABD tarafından şekillendirilen anayasalarından, hem de mensubu oldukları ittifakların empoze ettiği kurallardan dolayı, ama en çok da kendi iç kamuoylarından gelen tepkilerden dolayı güçlü ordular kurmaktan ve nükleer silahlara sahip olmaktan uzak durdular. Ama şimdi Trump her ikisine de silahlanmaya daha fazla para harcamaları için baskı yapıyor. Esasen Japonya, ilk Trump döneminde Çin ve Kuzey Kore karşısında yalnız bırakılınca silahlanmasını artırmaya başlamıştı. Aynı şeyi Güney Kore de yaptı. Bu kez kervana Almanya katılıyor. Müstakbel Almanya Şansölyesi Merz’in, muhtemel koalisyon ortağı sosyal demokratlarla bu konuda anlaştığı ifade ediliyor. Bu Almanya açısından çok kritik bir psikolojik eşiğin aşılması anlamına gelecek. Japonya ve Almanya’nın nükleer silah üretmelerini bu aşamada kimse beklemiyor. Bu Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından bile büyük bir kırılma olur. Ancak ABD günün birinde nükleer şemsiyesini müttefiklerinin üzerinden çekerse, onlara kimse engel olamaz. Avrupa’da böylesi gelişmeler vuku bulurken, Rusya’yı bir an için unutsak dahi (Ukrayna’dan muzaffer çıkacak bir Rusya Karadeniz’de ve Kafkaslar’da Türkiye için yeniden büyük tehlike olacaktır), sırf İsrail ve İran faktörleri göz önünde tutulduğunda, Türkiye’nin kendi başının çaresine bakması kimseyi şaşırtmamalı.

Trump Zelenski’nin kolunu büktü

Bunlar Trump’ın umurunda değil anlaşılan. Onun istediği Ukrayna’ya boşuna verildiğini düşündüğü askeri yardımların karşılığını misli ile nadir yeraltı mineralleri olarak geri almak. Trump bu kez, Zelenski’nin kolunu bükerek istediğini elde etti. Kol bükme Ukrayna’ya askeri yardımların ve askeri istihbaratın kesilmesi şeklinde geldi. Sırada Patriotların çekilmesi ve Elon Musk’ın Starlink şirketinin telekomünikasyon hizmetlerini durdurması var. Bu baskılar karşısında Zelenski, muhtemelen İngiltere tarafından kaleme alınan, Trump’ın güçlü liderliğine atıfla, ABD’ye şükran duygularını belki yüzüncü kez ifade eden bir mesaj yayınlayarak, bir güvenlik garantisi talebinde bulunmadan hem ateşkes müzakerelerine oturmayı, hem de ülkesinin yeraltı zenginliklerini uzun dönemli olarak ABD’ye teslim edecek anlaşmayı imzalamayı kabul ettiğini açıkladı. Bundan sonra Ukrayna Rusya’nın insafına kaldı. Oysa Trump ve Vance bu şekilde düşünmüyorlar. Onlara göre Ukrayna için en büyük güvence oraya konuşlandırılacak bir Avrupa gücü değil, Ukrayna’da faaliyet gösteren ABD şirketlerinin varlığı olacak. ABD’nin Avrupa gücüne hava savunma desteği vermesinden veya ateşkes anlaşmasının garantörü olmasından artık kimse bahsetmiyor.

Londra Zirvesi

Ukrayna’da işler kızışınca Avrupa’da diplomatik trafik hızlandı. Starmer’in daveti üzerine Pazar günü İngiltere’de gerçekleşen liderler zirvesi bizim için çok önemliydi. Zira ilk kez Türkiye bir Avrupa güvenlik toplantısına davet edildi. Buna karşın masada Macaristan ve Slovakya gibi NATO’ya ve AB’ye üye oldukları halde Ukrayna krizinde Rusya’yı destekleyen ülkeler ile, şu anda Rusya’yı desteklemeseler dahi, geleneksel olarak Rusya ile dayanışma içinde olan Yunanistan ve Bulgaristan gibi Ortodoks blokuna mensup tali ülkeler yoktu.

Washington’dan kovulduktan sonra Zelenski’nin de katıldığı bu toplantıdan Ukrayna’nın askeri ve ekonomik açıdan daha fazla desteklenmesi, savunma harcamalarının artırılması, Ukrayna’nın egemenliğinin savunulması (Rusya’nın işgal ettiği topraklardan çıkması yoktu!) ve Ukrayna’nın müzakere masasında yer almasının sağlanması ile, bir “İstekliler Koalisyonu”nun oluşturulması kararı çıktı. NATO ve AB formatlarından bağımsız olacak bu koalisyon şu an için Ukrayna’da barış anlaşmasından sonra oluşturulacak bir barış gücü için düşünülmüş olsa da, ABD’nin dışarıda kalacağı bir Avrupa savunma gücünün nüvesini teşkil edebilir. Herkes bu olasılığa göre hesabını yapmaya başladı. İngiltere hala ABD’yi oluşacak Avrupa gücüne destek vermesi için çalışıyor. Ancak, böyle bir şans ufukta gözükmüyor. Fransa’nın gayretlerine rağmen bu gücün AB formatının dışında oluşturulması bizim için çok önemli. İnsiyatifi şu anda AB’den ayrılan İngiltere götürüyor, Fransa eş lider rolü üstlendi. Bu ikisi şimdiden olası barış gücüne asker vereceklerini açıkladılar. Girişimde Türkiye’nin dışında AB üyesi olmayan Kanada ve Norveç de yer alıyor.

Türkiye bu fırsatı iyi değerlendirmeli

Türkiye’nin Londra toplantısına davet edilmiş olması kadar, basından okuyabildiğimiz kadarıyla Hakan Fidan’ın toplantıda olumlu katkı vermiş olması cesaret vericidir. Batı basını Türkiye’nin katılımına birçok ülkeden daha fazla dikkat çekti. Sayın Fidan’ın çeviri hizmeti verilmeyen toplantıda Türkiye’yi layıkı ile temsil ettiğine kuşku duymuyorum. Ama liderler düzeyindeki bu toplantıya Sayın Erdoğan katılabilmiş olsaydı çok daha etkili olurdu. Umalım sonraki toplantılara Sayın Erdoğan şahsen katılsın.

Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yeniden ve daha dengeli şekilde kurabilmesi için karşımıza çok önemli bir fırsat çıkmıştır. Türkiye Avrupa’ya dahil olacaksa askeri gücünden ziyade temsil ettiği değerlerle Avrupa’da bir rol üstlenebilmelidir. AB’ne üyelik şu anda uzak bir ihtimal olsa da AB yoluna dönmek Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın AB’nin Türkiye’nin stratejik önceliği olmaya devam ettiği yönündeki sözleri bu bakımdan çok değerlidir. Ama demokratik hakların Orta-Asya ülkelerinde görülecek ölçüde kısıtlandığı, muhaliflerin şafak operasyonlarıyla gözaltına alındığı, muhalif parti liderlerinin her türlü baskı ve kumpasla siyaset dışına itilmek istendiği bir ülke ne kadar askeri katkı verse de, Avrupa’ya dahil olamaz. Bu nedenle karşımıza çıkan tarihi fırsatı en iyi şekilde değerlendirilmek için iktidarın gittiği yoldan dönüp demokrasiye fırsat vermesi gerekiyor.

İktidarlar geçici, arkada bırakılan miras kalıcıdır. Umalım Ankara tarihin çok önemli bir kırılma noktasında olduğumuzu iyi okur, gereğini buna göre yapar.

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.

İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.

1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.

1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.

1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.

Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.

Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.

2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.

Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.

2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.

     

Yazarın Diğer Yazıları

Dünyanın bütün demokratları Zelenski’yi savunmak üzere birleşmeli

Zelenski o kadar kolay lokma değil. Trump tarafından ‘vasat komedyen’ diye alaya alınan bu kişi daha savaşın başında Kiev Rus kuvvetlerinin tehdidi altındayken Biden’ın tahliye teklifini “sizden taksi değil kendimizi savunacak silah istiyoruz” diye reddederek direnme kararlılığını göstermiş bir lider

Trump yüzünden ortalık toz duman

Trump'ın karşısında Zelenski’nin işi çok zor. Ama Avrupalılar, Trump karşısında Zelenski’yi savunmaya başladılar bile. Günün sonunda komedyenin fendi müteahhidi yenerse şaşmayalım...

Kurallara dayalı uluslararası sistemin sonu mu?

Demagoglar, otokratlar ne yaparlarsa yapsınlar insanoğlunun kazanımlarının geri çevrilmesi mümkün değil. Kurallara dayalı uluslararası sistem aldığı darbelere rağmen geçerli olmaya devam edecek

"
"