Kırk yılı geçti, Bodrum'da bizi ziyarete gelen bir arkadaşımla eşini denize girmek için, o vakitler sessiz ve sade bir sığınak olan Gümüşlük'e götürdük.
Kıyı silme balık lokantaları zinciri olmamıştı henüz. Olan yerliler dostumuzdu.
Seslenirlerdi, yakaladıkları balıkları birlikte yer, içerdik.
Nostalji olsun diye yazmıyorum bunları, sözü kendimce bir mühim konuya getireceğim.
Önündeki dar kumluğu kendi malı zannıyla çevirip, üzerine "kiralık şezlong atma uyanıkları" henüz türememişti.
Havlunuzu serer, üzerinizdekini çıkarır, önceden giyilmiş mayoyla tertemiz denize koşardınız.
Dedim ya sade günler. Biz de öyle yaptık.
Arkadaşımızın eşi ayağını suya soktu ve feryat figan geri döndü.
O sahil boydan boya deniz çayırı yatağıdır. Onlardan rahatsız olmuştu.
Kocasıyla didişmeye başladı.
Denize girmek için orayı seçmemizden hoşnutsuzdu.
Dilimi ısırma çabam yetmedi.
"Burasının adı Mindos," dedim.
"Karyalılar bu yarımada çepeçevre bakirken,
o kenti buraya kurmuşlar.
İstanbul'a tutunmak için göç eden çaresizlerin, her yer onlardan önce kapıldığı için gecekondu yapmaya mecbur kaldıkları Gültepe değil burası."
Deniz sefamız biraz tatsız bitti.
Erdek'te herhalde onlar da denizin kendilerinin malı olduğunu düşünenlerden olsalar gerek, yedi ev sahibi ortaklaşa bir kepçe kiralamışlar.
Evlerinin önündeki kıyı kesiminde bir güzel "temizlik" yaptırmışlar.
Şikâyet aynı.
Hanımefendilerden biri,
"Deniz çayırlarından, ayaklarının zarar gördüğünü, bu sebeple denizin bir kısmında temizlik yaptırdıklarını" söylemiş.
Kalan "öbür kısmı" da kiralasın bir kepçe, başkası temizlesin.
Onlardan sonrası mı?
Tufan.
Mindos batık şehir olarak olsa bile orada.
Biz Gümüşlük'ü bizden sonrasına ne durumda bırakacağız?
Can Yücel'in kızlarının adları Canca'dır. Biri, Su; öbürü, Güzel.
Şair hatası mıdır bilmiyorum.
Su ressamdır, güzel sanatlarla uğraşır. Güzel, deniz bilimleri uzmanıdır, su ile uğraşır.
Güzel Yücel, bir kadın olarak ayağını denize nerede, nasıl sokar bilgim yok ama bildiğim şu ki, denize ömrünü ve gönlünü vermiş çok kişi gibi bütün benliği bu deniz çayırlarının içindedir.
Bir bildiği var ki, onların ihtimam için yıllardır aralıksız didinir durur.
Ama işleri zor.
Denizin oksijen kaynağı çayırlarını kepçeyle çıkarırız; kıyılarımıza da yeraltı sularını bitiren golf çayırları yaparız biz.
"Oksijen" diye (adını kim bulmuşsa iyi etmiş?) gazetemiz var, okuruz, ama manzaramızı engelliyor diye yazlığımızın önündeki ağacı tereddütsüz keseriz.
Siteleri çimler, üzerinde bayıla bayıla çıplak ayaklarla gezeriz.
Denizin akciğerini ise, o ayaklar rahatsız olmamasın diye söker atarız.
Biz denizi severiz.
Ama hızla tüketiriz, iyi kirletiriz.
Güzel Yücel, "Adı üstünde, 'Mediterraneus'- toprağın ortası" diyor.
Orhan Pamuk onunla karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
"1960'ların başıydı. Dokuz yaşındaydım ve babamla birlikte arabayla Ankara'dan Akdeniz kıyısında küçük bir kasaba olan Mersin'e doğru gidiyorduk. Sabırsızlanıyordum, çünkü Akdeniz'i ilk kez göreceğim ve asla unutmayacağım söylenmişti. Nihayet, sararmış tepeleri geçer geçmez karşımıza çıkmıştı - ve bunu asla unutmadım.
Denizi değil, o keşif anını kastediyorum."
Keşfettiği, sararmış tepelerin ortasında, içi gök mavisi-azure renkli su dolu bir büyük çanaktır.
Akdeniz bir bütündür, akciğeri herkesindir. İçinde sınır yoktur.
Sözün gelişi, biri Marsilya'da gizlice içine eder, meret denizi aşar gelir, siz Göcek'te o suda yüzünüzü yıkarsınız.
Şahidim ki, bazılarımız bunda da pek bir yanlış görmeyebiliriz.
O yüzden, yan gelip haftalarca kıpırdatmadan yatmak üzere oranın bir demirbaş parçasıymış gibi demirlenmiş teknenin kaptanı, o canım suya gece sesiz sedasız, günlerdir hareketsizlik yüzünden iyice şişmiş pis su tankını boşaltır; nedense, tuvalette meşgulken Türk'ün aklı olarak rivayet edildiği gibi, günlerce biriktirilmiş bir "katkının" nereye gideceği, boşaltılmazsa o tankın yata yata bir gün patlayacağı hiç akıllara gelmez.
Sabah biri uyanır, cup atlar, serin serin yüzer.
Taradıkça ata kaldıra bir hâl olduğumuz demirler derindeki çayırların işini zaten çoktan bitirmiştir.
Biz, balık neden yok, ondan yakınırız.
Bu arada küçük bir akıntı yandaki komşu olarak bizim bıraktığımızı size getirebileceği gibi, sizin bıraktığınızı da bize getirmiş olabilir.
Henüz gerek olmadığı için bikinisinin üstü giydirilmemiş küçük torununuz, pembe deniz simidiyle kendini teknenin merdiveninden sevinçle suya bırakmak üzereyken, su üstünde yüzen bir şeyler görür, gözleri dört açılmış, telâşla size seslenir.
Bordanızda demirli lenduhanın kaptanına bakarsınız.
O, teknenin adı yazılı beyaz t-shirt'ü, navy blue bermudasıyla ile, çıplak ayaklarının birini ırgatın üzerine koymuş, sigarasını patronundan uzakta tüttürmek için başta dikilmiştir.
Sizi fark eder. Ufka bakar.