18 Nisan 2025
BALDIZ X X X Yönetmen: Hamdi Alkan Berton Medya yapımı, 2025 |
Türk sineması son dönemde komedi türünü denediğinde, incelikten yoksun, açıkça hayli kaba oluyor. Bu pek başarılı olamadığımız türlerden biri. Tıpkı korku filmleri gibi... Ama gala gecesi izlediğimiz Baldız (ne galaydı ama!) bana hepsinin ötesinde çok daha ilginç gözüktü. Nedenlerini anlatmaya çalışacağım.
Film açıkça kadınların filmi. Hem kadrosu bakımından hem de içerdiği mesajlarla... Ana kahramanımız Fatoş. Ki sinemaya parlak bir dönüş yapan Oya Başar tam anlamıyla kusursuz bir karakter yaratıyor. Komedi dalında ödüller alabilir!
Daha baştan fondaki oynak müzikle kulaklarımıza seslenen filmde, Fatoş’un ilk gençliğinden belli bir yaşa ulaştığı döneme geçeriz. Öncesinde annesine çok azap çektiren babayı evden kovmuştur ve bu onu artık kesin bir ‘erkek düşmanı’ yapacaktır. Bir sevgilisi vardır, ama kavgada onu Boğaz’ın sularına itiverir! O günden sonra, Fatoş abla kadınları erkeklere karşı koruyacağına söz verir. Çevresinde öylesine geniş, her biri kendi ölçüsünde feminist, inatçı ve güçlü kadın vardır ki… Bu arada kız kardeşinin etrafı erkeklerle çevrilir. Ama o sonunda en iyisini bulacaktır, bir İtalyan zamparası! Fatoş ise kızına “ballı börekli kurabiyem” diye hitap eder.
Fatoş hanım gerçekten de dört başı mamur bir kadın karakteridir. Kamuran Süner’in senaryosunda çok iyi çizdiği… Oya Başar öylesine kişilikli, haşin, sert, ama aslında kalbi yumuşak ve duygusal bir karakter sunar ki bizlere... Yıllar sora onu yeniden ekranda görmek gerçek bir şölen olur. Merhum Levent Kırca’nın eşi, zamanında onunla birlikte oluşturduğu unutulmaz karakterlere yıllar sonra bir yenisini ekler. Öylesine kararlıdır ki biri “Fatoş ablanın döğüş stili hiç değişmez” der. Çalıştığı işte erkeklerin tüm sırlarını öğrenmiştir, onlara karşı direnmekte artık üstüne yoktur.
Böylece film bir yerden sonra tam anlamıyla günümüz için de geçerli bir kadınlar gösterisine dönüşür. “Katledilen kadınları hiç unutmayacağız”, “Böyle gelmiş, böyle gidemez”, “Biz kadınlar kendimizi koruyacağız” gibi sloganlarla... Aslında belki tüm o kadın karakterleri bir ölçüde abartılıdır. Ama böylesi hikâyeye o kadar iyi uyar ki...
Böylece ortaya ideal bir kadın komedisi, feminist bir güldürü örneği çıkar. İstanbul’un en tipik sokaklarını tıpkı Boğaziçi kadar iyi kullanan film, sonradan başka türlü bir aşk filmine dönüşür. Roberto’nun gelişiyle... Aslen Romalı bu İtalyan genci, İstanbul’a, oranın kadınlarına ve Türk olan her şeye tutulmuştur. Türk geleneklerini öğrenmiş, eksik olanlar içinse -filmin güzel esprilerinden biri- ‘yapay zekâ’ya başvurmuştur! Böylece ortaya “Tamam aşkım, bella ciao” diyen, bir kadınlar hamamına dalıp oradaki tüm kadınları deliye döndüren ve ağızlarının suyunu akıtan bir yakışıklı çıkar! Kollarındaki dövmelerle... Fatoş ise etrafı şöyle uyarır: “Bir İtalyan sosisi sizin gözünüzü karartmasın!”
Ve hikayedeki diğer kahramanlar. Asuman Dabak, Ayşegül Asar, Hamdi Alkan, Emel Müftüoğlu gibi oyuncuların oynadığı... Özellikle yıllar sonra buluştuğumuz Emel Müftüoğlu (ki bir şarkı söyler), Fatoş’un sütkardeşi olarak çok ilginç bir tablo çizer. Böylesine bir kadın filmini başarıyla yönetmesi insanı şaşırtan Hamdi Alkan, filmdeki az erkek rollerinden birinde parlar.
Ve film içerdiği biraz naif hikâyeye rağmen, gerçekten de keyifle izlenir. Artık kadınların çağı gelmiştir. Filmde bu “Bütün kadınlar kardeşiz”, “Tüm dünyayı kadınlar kuracak” gibi özdeyişler kulaklarda kalır. Belki biraz Türkçe bildiği halde bizim klasik “p..t” sözcüğünü iyi bir laf sandığı için habire kullanan Roberto’nun saflığı... Ve de bir Sezen Aksu şarkısı. Tam yerinde çıkıp gelen “Kaybolan Yıllar.” Daha ne istersiniz?
YARIN: KARA TORBA OPERASYONU
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Özgentürk’un gerçekçilikle simgeselliği harman eden sineması, klasik bir gerçekçilik yerine gerçeğin içinden fışkıran ve sadece sanatçı gözlerin görebileceği fantastiği yakalama inadı, hep farklı şeyler yapma inadını ve seyircisini sürekli şaşırtma tutkusu...
'Hurry Up Tomorrow', tümüyle deneysel bir film... Yer yer korku ve gerilim bile içeriyor. İçeriğinden biçimine, temalarının zenginliğinden oyuncularına görülmeyi hak ediyor
Hayat ve ölüm ikilemi... Evet, ölüm geri dönüp hayatta kalmış herkesi öldürmeye yeminlidir sanki... Bir başka deyişle film bir ölüm bulmacasıdır
© Tüm hakları saklıdır.