09 Kasım 2013

Midyat başkanını arıyor!

Hükümet Kadın dönüyor. Yani, ilk filmde henüz yasalaşmamış olan bir harfle başlayan adını okurken duraksadığımız (acaba yasadışı bir iş yapıyor muyuz diyerek!), oysa artık yasalaşan adıyla Xate kadın yeniden karşımızda...

\

HÜKÜMET KADIN- 2     

\

Yönetim ve senaryo: Sermiyan Midyat

Görüntü: Hayk Kirakosyan

Müzik: Cem Yıldız

Oyuncular: Demet Akbağ, Sermiyan Midyat, Mahir İpek, Gülhan Tekin, Burcu Önder, Ercan Kesal, Mine Şenhuş Teber, Osman Alkaş, Bülent Çolak, Doğukan Polat, Nazmi Kırık, Ahmet Sarsılmaz, Mehmet Yaşiru, Ayberk Attila

Yapımcı: BKM

Hükümet Kadın dönüyor. Yani, ilk filmde henüz yasalaşmamış olan bir harfle başlayan adını okurken duraksadığımız (acaba yasadışı bir iş yapıyor muyuz diyerek!), oysa artık yasalaşan adıyla Xate kadın yeniden karşımızda...

Bu kez ilk filmdeki hikâyenin yedi yıl öncesine, 1949 yılına gidiyoruz. Midyat belediye başkanı Veysel, tek parti döneminin ceberrutluğu içinde görevinden alınıp hapse konur. Seçimler yaklaşmaktadır ve gedikli aday Faruk’a karşı meydanı boş bırakmak söz konusu değildir. İş yine (ilk filmde olduğu gibi) Xate kadına düşer. Ve kocasının yerine adaylığını koyarak hinoğlu hin Faruk’la mücadeleye girişir.

Yerel seçimler, derin Türkiye için (ve her ülke için) büyük önem taşır. Devlet temsilcilerine erişmesi kolay olmayan vatandaş için, o seçimlerin ve işbaşına gelen kişilerin önemi büyüktür. Türk sineması da bu olaya zaman zaman eğilmiştir. En son Antalya şenliğinde Atıf Yılmaz’ın “Yarınlar Bizim” (1963) filmini yeni bir kopyasından izlemiş ve hayran olmuştum. Bu konuya komedi çerçevesinde yaklaşan Kemal Sunal’lı, Şener Şen’li filmler de az değildir.

İlk film gibi bu da tümüyle oyuncu-yazar-yönetmen Sermiyan Midyat’ın eseri. Tiyatro kökenli Midyat’ın kendine özgü bir mizah anlayışı var. Hem BKM esprisi içinde, hem de ondan farklı. Büyük ölçüde Doğu şivesine, ahlakına, mizahına ve mantığına dayalı bu mizah, doğrusu bana/ bize pek geçmiyor. Basın gösteriminde  gülmedik değil. Hem de kahkahalarla... Ama sadece birkaç kez.

Yine de filmi küçümsemiyorum. Komedi yanı dışında Doğu insanını iyi gözlemlenmiş özellikleriyle, kadın-erkek ilişkileriyle vermesi, Kürt sorununa derine gitmese de birkaç hoş espriyle değinmesi iyi. Ayrıca yörenin temel ve hiç değişmeyen sorunlarına değinmesi de kadın-erkek ilişkilerinden ekonomik çaresizliğe, yerel seçim oyunlarından hoşgörüsüzlüğe... Geniş kadrosunun oyunculuk düzeyi de yüksek.

Tüm bunları bir komedi filmi çerçevesinde bulmak ilginç olabilir. Ama asıl keyfi sanırım Doğulu ve Doğu kökenli vatandaşlarımız alacak. Çünkü filmin aynası onlara tutulmuş.   

                            ----------------------------------------------------------------------

\

Gereksiz yeniden çevrim

CARRİE: GÜNAH TOHUMU     

\

Yönetmen: Kimberly Peirce

Senaryo: Lawrence D. Cohen, Roberto Aguirre-Sacasa

Görüntü: Steve Yedlin

Müzik: Marco Beltrami

Oyuncular: Chloe Grace Moretz, Julianne Moore, Judy Greer, Portia Doubleday, Alex Russell, Zoe Belkin

Yapımcı: MGM

“Carrie- Günah Tohumu”, ünlü gerilim yazarı Stephen King’in yayınlanan ilk romanından, yine en çok Hitchcock’vari gerilim filmleriyle tanınan Brian de Palma tarafından sinemalaştırılmıştı. Yıl 1976 idi. King fenomeni yeni başlıyordu. De Palma ise tam onuncu filminde, ustanın hayal gücüne sığınıp onu alabildiğine uslupçu biçimde görselleştirerek, nihayet seyircinin ve eleştirmenlerin gerçek anlamda dikkatini çekmeyi başarmıştı. Film ilk başlarda “B sınıfı Hitchcock’ diye küçümsense de, zamanla bir kült-film statüsü kazandı.

\Anlatılan, büyüme ve cinselliğini keşfetme bunalımı yaşayan 15 yaşındaki bir genç kızın öyküsüydü. Carrie’nin annesi, kendini dine vermiş ve üzerine titrediği kızını modern yaşamın tehlikelerinden, özellikle de cinsellikten ve erkeklerden korumaya savaşan tuhaf bir kadındı. (Günümüzde bu konuda ne çok takipçisi olduğunu öğrense şaşardı!).

Bir tür günah ve erdem savaşını kendine şiar edinmiş kadının işi, elbette zordu. Amerikan liselerinin özellikle film ve dizilerden bildiğimiz alabildiğine hoşgörülü yaşam tarzını düşününce... Hele o mezuniyet yılı ve o ünlü bitiriş balosu. Yani ‘prom’ denen olay: genç kızların kadınlığa adım attıkları, o çok özel geceye uygun ve gözde bir kavalye bulmak için amansız bir savaşım verdikleri, okulun en popüler delikanlılarını kapma yarışına girdikleri...

Alabildiğine sıkılgan, hiç hayat deneyimi olmayan, ilk adet görmesini bile bir büyük dram olarak algılayan zavallı Carrie’nin, elbette bu işlere aklı ermezdi. Ama her şeye karşın onu seven, o okul denen cangıl içindeki yoğun sevgisizlik duvarında bir gedik açarak onu korumaya çalışan bir kız arkadaşı, prom gecesi için sevgilisi olan yakışıklı genci ona armağan etmeye kalkışırsa... Ve ezik Carrie, bu bir gecelik rüyanın peşine düşerse... Bu, tüm o düşmanlığı daha da kışkırtmaz ve okulda bir facia gecesine davetiye çıkarmaz mıydı? Hele Carrie’nin özellikle çok kızdığında etrafındaki her şeyi deprem gibi sarsan ‘kinetik’ yetenekleri varsa? 

Böylece film, ilki gibi Amerikan tarzı yaşamın tipik bir kesidini sunmakla başlayıp tam bir kan ve kıyım şölenine dönüşüyor. Carrie’nin intikamı ise bir katliama yol açıyor. Ve tüm bunlar, işlek ve gösterişçi bir anlatımla, her şeyin altı iyice çizilerek veriliyor.

Ama galiba bu geri tepiyor. Ve film özellikle finale doğru grotesk bir şova dönüyor. İçinde Amerikan tarzı yaşamı ve derin Amerika’daki bağnazlığı teşhir çabası da taşıyan bu aslında ilginç ve farklı korku hikayesi, yeterince etkili olamıyor. Ve özellikle annede deneyimli Julian Moore’un tüyler ürperten kompozisyonuna karşın, ilk filmi unutturamıyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"