07 Haziran 2022

Emin Alper son filmi için aldığı hibe-krediyi geri ödemek zorunda mı?

Senaryoda ciddi değişiklik yapılıp, Sinema Genel Müdürlüğü’ne bildirilerek gerçekten onay alınmadıysa, alınan destek kredisinin geri ödenmesi  gündeme gelecek demektir

Emin Alper’in son filmi ‘Kurak Günler’ prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde ayakta alkışlandığı gün, Türkiye Gazetesi’nde filmle ilgili ilginç bir haber yer aldı.

Haberde, yönetmen Alper’in, bu film için 2019 yılında 950 bin lira maddi yardım aldığı, senaryoya sonradan eklediği eşcinsel unsurların eklenmesi gibi bazı radikal değişikliklere gittiği iddia ediliyordu.

Haberde “ Sinema Destekleme Kurulu, revizeler sonrası filmin görüntülerini istedi ama eserin kopyası kendilerine ulaştırılmadı. Emin Alper, Variety'de yayımlanan röportajında LGBT unsurları senaryoya sonradan eklediğini doğruladı” deniliyor ve “ 950 bin TL’lik desteğin iadesi için yasal takip başlatılması bekleniyor” deniliyordu.

Ne var ki, bu bilgileri sadece “gazetemize ulaşan iddialara göre” şeklinde, temeli olamayan bir gerekçeye dayandırıyordu. 

Emin Alper ve ekibinin, Yeşilçam döneminin sansür kuruluna farklı senaryo gönderme geleneğini, parasal destek almak için sürdürdüklerine, ben ihtimal vermem. 

Ama şu da var: Bu konu o günden bugüne başka bir yerde gündeme gelmedi, film ekibinden de bir açıklama yapılmadı. 

İddia, şimdilik sadece bir haber olarak ortada duruyor.

Eğer iddia doğruysa, senaryoda ciddi değişiklik yapılıp, Sinema Genel Müdürlüğü’ne bildirilerek gerçekten onay alınmadıysa, alınan destek kredisinin geri ödenmesi  gündeme gelecek demektir.

Geçmiş yıllarda, geri ödeme şartı ile verilen film kredileri, 2018 yılından itibaren, hibeye dönüştürülmüştü. Ama destek için başvurulan senaryoya uygun çekim yapılması, değişiklik yapılacaksa da, bildirilip onay alınması şartı, eskiden olduğu gibi devam ediyordu.

Bakalım, gelişmeler ne gösterecek?

Türkiye Gazetesi’nde yer alan haber bir takım söylentiler üzerine kurulmuş asılsız iddialar olarak mı kalacak, yoksa Sinema Genel Müdürlüğü kredinin iadesi için dava açacak mı?

***

Terk eden mi kusurludur her zaman?

Haber şöyleydi: Yargıtay , “Seni boşarım ulan, bana beş kuruşluk çay içirmiyorsun” diyerek, evi terk eden kadını kusurlu buldu.” 

Nereden bakılsa garip bir boşanma kararı olarak gözüküyordu. Haberde yer alan bilgiler, olayı detaylı şekilde anlamaya yeterli değildi.

Sözün öncesi ve sonrası

Bir süredir geçimsizlik yaşayan çift boşanmaya karar vermişti. Davalı kadının davacı erkeğe "Seni boşarım ulan, bana beş kuruşluk çay içirmiyorsun" dediği ve eşyalarını da alarak evi terk edip gittiği belirtiliyordu. Mahkeme, boşanmaya sebep olan olayda, davalı kadını bu nedenle kusurlu bulmuştu. 

Ülke genelinde tüm coğrafi, kültürel, eğitim farklılıkları göz önüne alınsa bile, kadına atfedilen sözler çok alışagelmiş değildi. Tam tersi, geleneksel hayat içinde erkeklere özgü olan, bildik bir üslup formuna daha çok uyuyordu.

Dediğim gibi haberde, kadının böyle bir üslubu neden, nasıl ve hangi koşullarda kullandığına dair bilgi olmadığı için, mahkeme kararı için dudak bükmekten başka yapılacak bir şey yoktu. 

Terk ama nasıl? 

Belli ki, olayda ‘evi terk’ unsuru vardı. Ancak, boşanma nedeni olarak gösterilen kadının sözleri gibi, bu terk konusu da muğlaktı. 

Çünkü, yasalara göre boşanmaya karar vermek için, bir kadının sadece evi terk etmiş olması, ‘kusurlu’ olarak gösterilmesi için tek başına yeterli değildi. 

Kadın evini, haklı bir nedenle de terk etmiş olabilirdi. Sonra, terkin 6 aydır sürüyor olması gerekiyor, eşi tarafından (noterden ihtar, gerekiyorsa ilan verilerek) samimi şekilde ‘eve dön’ çağrısı yapılmış olması koşulu aranıyordu. Örneğin, şiddet uygulayan veya evin kilidini değiştiren eşin çağrısı gerçekçi bulunmuyor…  Kadının çağrıldığı konutun da bağımsız ve normal koşullara sahip olması gerektiğini de unutmamak gerek. 

Haberde bu bilgiler yer almadığı için, sadece kadının evi terk etmesi ve birkaç söz nedeniyle boşanmaya karar verildiği izlenimi, bu nedenle garip geldi.

*** 

Kira uyuşmazlığında ‘arabuluculuk’ ne zaman?

Her türlü mal ve hizmetlere gelen peş peşe zamlar, pandeminin ilk günlerinde olduğu gibi insanları şaşkın ve bloke etti. Kontrolsüz fiyat artışlarının ne zaman sona ereceği konusunda ise büyük bir umutsuzluk hâkim. 

Bu anlamda, mal sahiplerinin ev ve dükkan kiralarına yaptığı artışlar gündemden düşmüyor. 

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, geçen hafta Kira uyuşmazlıklarında arabuluculuğu zorunlu hale getireceğiz” demişti. 

Anlaşılıyor ki bu sistem, önceki gün TBMM Başkanlığı’na sunulan ‘6. Yargı Paketi’ne yetişmedi.

Ücretsiz ve çözüme yakın

Yine de ‘arabuluculuk‘ yöntemi, kira bedeli uyuşmazlıklarında ciddi bir çözüm olarak hala geçerliliğini koruyor.

Gerçekten de arabuluculuk İşçi-işveren, tüketici ve ticari uyuşmazlıklarında ciddi bir işlev üstlenmişti.

Yasalaşsaydı, kiralamalar konusunda arabuluculuk sistemi şöyle işleyecekti: Kiraların ödenmemesi ya da tespitine ilişkin uyuşmazlıklarda taraflar dava açmadan önce arabulucuya başvurmak zorunda kalacaklardı.

Müracaatlar, adliyelerdeki arabuluculuk bürolarına ücretsiz yapılacak, arabuluculuk görüşmeleri 3 haftada tamamlanacak, zorunlu durumlarda bu süre en fazla 1 hafta daha uzatılabilecekti. Ancak, anlaşma sağlanamaması halinde dava açılabilecekti.

Kira uyuşmazlığında arabuluculuk sisteminin bir an önce uygulamaya konulması gerekiyor.

Çünkü, benzer şekilde arabuluculuğun uygulandığı başka alanlardaki anlaşmazlıklarda, yüzde 69 oranında başarı sağlandığı biliniyor. 

***  

Evet, ama yetmez!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Yap/ İşlet/Devret modeliyle yapılan köprüleri kamulaştıracağım” ifadesini sık sık kullanıyor. En son, geçen hafta Düzce’de kamyonculara söyledi. Ancak, bu kamulaştırmayı hangi hukuki mevzuata göre yapacağını açıklamıyor. Uluslararası tahkime endeksli, yabancı bankaların Hazine garantili kredilerine karşı düşündüğü hukuki çözümü artık kamuoyu ile paylaşmalı.

Aynı şekilde, geçen gün de CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, Karabük’te; hâkim Akın Gürlekin Adalet Bakan Yardımcılığı’na atanmasıyla ilgili olarak “Biz ‘saray yargısının adamı’ diyorduk, dediğimiz haklı çıktı. Bakan Yardımcılığı yürütme demektir. İşte bunların hukuk sistemi bu. Bu hâkimlerden hesap soracağız” dedi. Açıklamasında bir yöntem belirlemediği için, onun vaadi de muğlak kalıyor.

CHP’nin yetkili kişilerinin fikirlerden ziyade, artık zikirlerini de somut olarak ortaya koymalarının zamanı gelmedi mi? 

*** 

Türkiye’de ‘kefaletle serbest bırakılma’ sistemi var mı? 

Gürcistan Batum’daki bir alışveriş merkezinde büyük miktarda uyuşturucuyla yakalanan Metro seyahat otobüs firmasının sahibi Galip Öztürk'ün ‘kefaletle serbest bırakılma’ talebi, mahkeme tarafından reddedilmiş.

Biz bu ‘kefaletle serbest bırakılma’ uygulamasını daha çok Amerikan filmleri ve medya haberleri üzerinden aşinayızdır.

Türkiye’de pek uygulanmıyor

Türkiye’de de kefaletle tahliye sistemi var, ‘Adli Kontrol’ çeşitleri içinde yer alıyor ama (çok şükür ki) mahkemeler tarafından pek itibar edilmiyor.

Dava açılmadan veya dava sırasında şüpheli veya sanığın belli güvenceler göstererek talep etmesi, savcılığında uygun bulması halinde mahkeme, tutuksuz yargılanmasına, kural olarak karar verilebilir.

Bu güvenceler, suçtan zarar görenin yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme, nafaka borçları, kamusal giderler ve para cezalarına karşılık gösterilen nakdi ve ayni teminatlar olabilir.

Galip Öztürk'e gelince, eğer aynı suçu Türkiye’de işlemiş olsaydı, ‘kefaletle serbest bırakılma’ talebi kabul görür müydü diye sorarsanız, cevabımız hemen “hayır” olurdu.

Çünkü kendisi şu anda zaten, 1996 yılında işlenen bir cinayetin azmettiricisi olarak aldığı müebbet hapis cezası hükümlüsü olarak, yıllardır aranıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü