İsmail Özcan
27 Mart - 2 Nisan 2017, Türkiye’de “53. Kütüphane Haftası” idi. Önceki yılların kütüphane haftalarında Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yazmış olduğumuz, “Toplumumuz ve Kitap”, “Uygarlığın Dinamosu”, “Okumayan Toplum” başlıklı yazılarımızda halkımızın kitaba, okumaya, yazılı ve basılı şeylere karşı ilgisizliğini anlatmaya çalıştık. Kitabın Türk toplumunun ilgi alanında ve ihtiyaç listesinde hiç yeri olmadığı saptamasına yer verdik. Bu yazı da doğal olarak kitap üzerine olacak. Bu yazıda hem önemli bir kitaptan hem de onun bileğinin gücüyle evrensel standartlarda bir entelektüel olan yazarından söz edeceğiz. Esas amacımız olan okumanın ne kadar ufuk açıcı, ne kadar zenginleştirici bir eylem olduğunu bu yazıda da vurgulamış olacağız.
Konumuz olan kitabın adı, yazımızın başlığı olan “Ölümcül Kimlikler”dir. Elimizdeki kitap 2002’de yapılmış 2. baskıdır. İlk baskısı 2000’de yapılmış. Bu derece önemli bir kitabı 2002’de edinip de 2017’ye kadar okumamış olmamıza çok hayıflandık, çok esef ettik. Ama söz konusu kitabın bugün 43. baskıya ulaşmış olmasına da sevindik. Bu demektir ki kitap bugüne kadar her yıl ortalama üç defa basılmış. Bu, onun önemini, değerini ve insanlığın barışı, kardeşliği için verdiği güçlü mesajı birçok okurun, aydının fark etmiş olduğunun ve rolünü hızla yerine getirdiğinin kanıtıdır. Gönül ister ki bütün devlet adamları, bütün aydınlar, akademisyenler, yaşadıkları ülkede söz ve fikir sahibi olan herkes bu kitabı okusun.
Kitabın yazarı Amin Maalouf, Lübnanlı bir Hıristiyan Arap. Ama 1976’da Fransa’ya yerleşip Fransız vatandaşlığını seçmiş. Eserlerini Fransızca yazıyor. Yazar Türkiye’de daha çok “Semerkant”, “Doğunun Limanları” “Afrikalı Leo” gibi romanlarıyla tanınıyor. “Ölümcül Kimlikler” “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitapları onun çağdaş dünyanın etnik, dinsel, siyasal ve toplumsal sorunları üzerine yetkin ve ufuk açıcı denemelerinden oluşuyor. Yazar bu alanda da çok birikimli, çok donanımlı. Akılcı, sağduyulu analizler yapıyor ve okuyucuyu ikna eden saptamalarda bulunuyor. Entelektüel kimliği, romancı kimliğinin asla gölgesinde kalmıyor.
“Ölümcül Kimlikler”, özellikle 20. yüzyılın 2. yarısından bu yana çeşitli toplumların içinde ve toplumlar arasında süregelen gerginliklerin, kinlerin, düşmanlıkların ve bunların sebep olduğu bölgesel ve toplumlar arası çatışma ve savaşların hayranlık uyandırıcı bir nesnellikle yorumunu yapıyor. Yazara göre kimlik üzerinden siyaset; bireyleri, etnik ve dinsel azınlıkları kışkırtmanın; ölmeyi ve öldürmeyi meşrulaştırmanın en kestirme aracıdır. Kimlik üzerinden siyasetin zemini ve temel gerekçesi ise kimliklerin baskı altında tutulması, kendini ifadeye izin verilmemesi, ya da itilip kakılması, aşağılanmasıdır.
Yine yazara göre kimlik denen şey asla tek bir aidiyetten oluşmaz. Ne ırk, ne din, ne dil, ne coğrafya tek başına kimlik teşkil etmez. Kimlik bir mozaik gibidir, çeşitli renk ve şekillerden oluşan karmaşık bir mekanizmadır. Hangi aidiyetin öne çıkacağı, temel kimlik olacağı ortam ve koşullara göre değişir. İnsanlar en fazla saldırıya uğrayan aidiyetlerini temel kimlik olarak kabul etmeye, kendilerini onun üzerinden tanımlamaya eğilimlidirler. Saldırıya uğrayan diniyse, kimliğini diniyle, ulusal aidiyeti ise etnik mensubiyetiyle, sınıfsal aidiyeti ise mensup olduğu sınıfla özdeşleştirir. 1980’lere kadar kendilerini Yugoslav olarak tanımlayan Boşnakların 1990’larda Müslüman olarak tanımlaması bu nedenledir.
“Bütün dönemlerde, meşru olarak ‘kimlik’ denebilecek kadar her koşulda ötekilerden son derece üstün, tek bir ana aidiyet olduğunu düşünen insanlar olmuştur. Kimileri için ulus, kimileri için din ya da sınıf. Ama hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın olmadığını anlamak için dünyada olup biten çatışmalara bir göz gezdirmek yeter. İnançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar için esas kimlik dinsel aidiyet oluyor. Ama tehdit altında olan anadilleri veya etnik gruplarıysa, o zaman dindaşlarıyla kıyasıya savaşıyorlar.” (s. 18)
Yazarın çağdaş dünyanın bazı toplumlarında kin, düşmanlık, kavga ve çatışma nedeni olan problemlere bakışı ve yaklaşımı olabildiğince objektif. Bütün anlaşmazlıklarda, uzlaşmazlıklarda en büyük etken olan önyargıdan olabildiğince arınmış. Sadece iğneyi değil, sırasında çuvaldızı bile kendine batırabiliyor. Bir Hıristiyan olarak Hıristiyanlığa da ciddi eleştiriler yöneltmekten kaçınmıyor.
Amin Maalouf, kitabında baştan sona toptancı yaklaşımlardan, genellemelerden, taraflı akıl yürütmelerden uzak durmaya çalışıyor ve bunu başarıyor. Onun şu cümleleri bize göre günümüzde ödünsüz bir şekilde eşitlikçi ve özgürlükçü her insanın özleminin bir ifadesidir:
“Ben Müslümanlık tarihi boyunca uzun bir yan yana birlikte yaşama ve hoşgörü uygulamasının var olduğunu saptıyorum. Hoşgörünün beni tatmin etmediğini hemen eklemek istiyorum. Ben hoş görülmeyi arzu etmiyorum. İnançlarım ne olursa olsun her türlü hakka sahip bir yurttaş olarak görülmek istiyorum.” (s. 50).
Amin Maalouf, geçmişte de, günümüzde de benzerine az rastlanacak değerde eşitlikçi, özgürlükçü, Doğulu ve Batılı anlamını kapsayıcı şekilde hümanist bir düşünür, aydın ve yazar. Böyle bir insanın beyninin ürünü olarak ortaya çıkmış olan “Ölümcül Kimlikler” [1] gerçekten özgün, uyarıcı, ufuk açıcı bir eser.
[1] Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf, YKY, İst. 2002.