Mehmet Altan*
Bir yargıcın ya da birlikte görev yapan birkaç yargıçla savcının yargı görevini yerine getirdikleri mekâna mahkeme diyoruz.
Mahkemenin ağzı, burnu, kulağı, onuru, şerefi, vicdanı yok.
Mahkeme yerin adı.
***
Mahkemelerde meslek onuru, meslek haysiyeti, meslek vicdanı olması gerekenler savcılar, yargıçlar…
Ama bizde sanki “meslek onuru, meslek haysiyeti, meslek vicdanı” olması gereken ağzı, dili olmayan mahkemelermiş gibi sunulur.
Yapılanlardan gerçek, somut insanlar değil de soyut bir “mahkeme” sorumluymuş gibi konuşulur. İddianameyi yazan savcılardan, kararı veren yargıçlardan söz edilmez…
Söz edilmesi de istenmez.
Bu anlamda Türkiye’de yargı da tabudur…
Ağır bir koruma kalkanı ardına saklıdır…
Hukuksal zulmün ağırlaştığı dönemlerde hukuksuzluğa karşı hukuksal hak arama da o kalkanla ezilmek istenir.
Anayasa’yı ve kanunları “kasten” yok sayarak size taammüden zulmeden savcılarla yargıçlar karşısında hukuksal hakkınızı aramaya mı kalktınız, Cumhuriyet tarihinin en klasik çarpıtma geleneği, “medyadaki tetikçiler” tarafından çok ucuz ve çürümüş numaralarla sürdürülmek istenir.
Şimdilerde olduğu gibi.
***
Anayasa’yı yok saymanın makûl ve normal, Anayasa’yı korumanın “hedef göstermek” gibi sunulduğu rezil bir dönemden geçiyoruz.
Ama onlar o oyunu oynama kalkarken de yapı biraz daha çözülüyor, kim oldukları, hangi uyduruk haber ağları üzerinden çalıştıkları iyice ortaya çıkıyor.
2021 yılında “basın tarihi” denince nelerin yaşanmış olduğu somutlaşıyor.
***
AYM Başkanı Zühtü Arslan iktidara “hukuk devleti” uyarısı yaparak, Anayasa’ya aykırılık kararlarının uygulanmamasının “Anayasa’nın kasten ihlali” anlamına geleceğini vurguladı.
Demek ki yargı içinde bilerek anayasal suç işleyenler var!
Bu aklın, havsalanın alacağı bir kepazelik mi?
Bazı yargı mensuplarının “Anayasa’yı kasten ihlal etmesi”nin hukuk düzeninde bir müeyyidesi yok mudur?
Bu çürümeyi denetlemesi gereken HSK da başvuruları dikkate ve ciddiye almaz, soruşturma açmayı ret eder.
Anayasa’yı yok saymayı cesaretlendirir…
Soruşturma açmak, sicil bozmak bir yana, bir de terfi ettirir…
Bu ne demek?
Ne demek olacak, “hukuk devletinin” ölümü, daha doğrusu bir avuç insan tarafından katledilmesidir…
***
AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın “Anayasa'nın kasten ihlali” vurgulamasının ilk mağduru ben oldum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı tarihinde ilk kez önce İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı Kemal Selçuk Yalçın ile üye Mehmet Akif Ayaz, hemen akabinde de 27. Ağır Ceza Başkanı Orkun Dağ ve üye Seval Alaçam, Anayasa’nın 153. Maddesinin emredici kuralına uymayarak, AYM Genel Kurulu’nun benim için verdiği “3 hak ihlalini” yok saydılar.
Bu, Anayasa’ya bağlı kalınmasını isteyen ve Anayasa’nın 153. Maddesine uyularak derhal serbest bırakılmam gerektiğini belirten birer üyeye rağmen, dört mahkeme üyesi tarafından anayasal düzenin çökertilmek istendiği ilk eylemdir… Mevcut suçlama ve dosya ile “karakola bile çağrılamayacak iken” ve serbest bırakılmam bağlayıcı karar ile saptanmış iken 5.5 ay fazladan yatırdılar, özgürlüğüme kasten el koydular.
Anayasaya direnme kararları altına imza atmayı tercih ettiler.
İşte bu 4 hakimin imzalarını taşıyan Anayasaya direnme kararları, Anayasa’nın kasten ihlaline, katline yönelik ilk eylemdir.
***
Ben daha sonra İstanbul Bölge 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin oy birliğiyle aldığı karar sonucu tahliye edildim.
Bu da daha önce beni tahliye etmeyen dört üyenin hukuk dışı bir konumda olduğunun başka hukuksal bir belgesi oldu.
HSK ne yaptı?
Anayasaya uyan üyeleri cezalandırdı.
***
Hukuk sistemine kast eden bu eylemin alenen suç olduğu sadece İstanbul Bölge 2. Mahkemesi’nin oy birliğiyle aldığı kararla belgelenmedi.
Gözaltına alınıp, tutuklanmamın aynı AYM Genel Kurul’u gibi hak ihlali olduğuna hükmeden AİHM kararında da, bu dört hâkimin işlediği suç nedeniyle yeniden baş vurduğum AYM’nin 2. kez ihlal kararı verdiği hükümde de; beraatımı kesinleştiren Yargıtay 16. Ceza dairesinin gerekçesinde de mükemmel bir şekilde hüküm altına alındı.
***
Ama ne yazık ki, Anayasayı “kasten ihlal” eden sadece bu dört kişi değil. OHAL Komisyonu üyeleriyle Ankara 21. İdare Mahkemesi’nin üç üyesi de var.
***
Bir de Anayasal meşrutiyet içinde kalanın “hürriyetini tahdit eden” yargı mensuplarını koruyup, kollayan, onları Yargıtay’a atayan Hâkim ve Savcılar Kurulu var. O kurul da açıkça Anayasa’yı ihlal etmekte…
***
Bu yazıyı yazmamın iki nedeni bulunuyor. Birincisi, avukatım Figen Çalıkuşu’nun, “AİHM ve AYM kararlarını uygulamamasına” rağmen Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun hakkında işlem yapmadığı, daha sonra da Yargıtay üyeliğine terfi ettirdiği Orkun Dağ hakkında tazminat davası açması… Tazminat davasının ilk duruşması bugün Yargıtay’da yapılacak.
***
İkincisi de malûm bir mecrada “Hâkim Orkun Dağ yine hedef gösterildi!” başlığına rastlamam… Haberin ilk satırı şöyleydi: “İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkeme Başkanlığı yaptığı dönemde verdiği kararlarla sürekli olarak hedef gösterilmeye çalışılan hâkim Abdurrahman Orkun Dağ, bu sefer de AYM’nin verdiği Mehmet Altan’ın tahliye edilmesi kararının reddedilmesiyle ilgili olarak gündeme geldi.”
***
Anayasa’yı yok sayarak, insanları fazladan hapis yatırmanın terfi nedeni olduğu bir yargı düzeni ile hukuksal hakkını aramanın “hedef gösterme” diye çarpıtıldığı bir medya düzeni, kayda geçsin…
Yarın bir gün bu yaşadığımız dönemi merak edenlere ya da “yargı ve basın tarihi” yazacaklara not olsun diye yazdım.
P24'te yayımlanmıştır.