05 Temmuz 2018 14:35
Aşırı sağ hareketleri uzmanı Hajo Funke, Almanya'da 8'i Türk 10 kişiyi öldürmekten sorumlu tutulan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör hücresi hakkında DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.
NSU cinayetlerinin önlenmesi ve terör hücresinin tüm boyutlarıyla aydınlatılması için Alman devletinin "görevini yerine getirmediğini” söyleyen Funke, "Gerektiği gibi soruşturma yapılsaydı, şüphesiz ki cinayetler önlenebilirdi” diye konuştu. Devletin bazı kurumlarının NSU'yu aydınlatma çabalarını baltalamaya çalıştığını, gerçekleri gün ışığına çıkartmak için büyük bir güç mücadelesi yaşandığını aktaran Funke, Alman iç istihbarat teşkilatını "devlet içinde devlet” olmakla suçladı, ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında "bazı yetkililerin bu terör stratejisine iştirak edip etmediğinin de sorgulanması gerektiğini” savundu.
Funke, 2000'li yılların başında NSU üçlüsünün cinayet planları ve nerede oldukları konusunda bilgi sahibi olunmasına karşın gerekli önlemlerin alınmamasını, "Bu durum aynı zamanda işlenen seri cinayetlere göz yumulduğu, tutuklamaktan kaçınarak da bu cinayetlerde müşterek sorumlu olunduğu anlamına gelmektedir” sözleriyle değerlendirdi. NSU'nun aydınlatılması yönündeki çalışmalarıyla tanınan, terör hücresinin saldırılarının önlenmemesinde devletin rolünü mercek altına aldığı kitap ve çok sayıda yayınıyla tanınan, parlamentoların NSU araştırma komisyonlarına bilirkişi olarak katılan siyaset bilimci Prof. Dr. Hajo Funke'ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
DW Türkçe: Almanya'da 90'lı yılların sonunda tırmanışa geçen Neonazi şiddet eylemlerini tetikleyen etkenler nelerdi? NSU terör hücresi nasıl bir ortamda oluştu?
Hajo Funke: O dönem özellikle Doğu Alman kentlerinde ciddi bir Neonazi şiddet dalgası yaşadık. Ama asıl tetikleyenler, Batı Almanya'dan doğuya geçen Nazilerdi. Duvarın yıkılmasıyla birleşen Almanya'da, Doğu'daki gençler, birleşen Almanya'nın çocukları, şaşkınlık içerisindeydi, kendilerini güvende hissetmiyorlardı. Büyük bir değişim, her şeyin birden yok oluşu, bunun yerine yeni bir şey sunulamaması, refahtan bekledikleri payı alamamaları onlara büyük hayal kırıklığı yaşattı.Tepki şiddete dönüştü, yönlendirmeyle tepkileri ırkçı düşüncelerle şekillendirildi ve Jena kentinde aşırı sağcı gruplar oluştu. Nasyonal Sosyalist Yeraltı terör örgütü NSU da işte bu gruplar arasından çıktı.
DW Türkçe: NSU nasıl olup da yakalanmadan 13 yıl boyunca bombalı saldırılar, banka soygunları yapıp, 10 kişiyi katletebildi? Neden engellenmediler?
Funke: Aynı soruyu ben de kendime sordum. 6 yıl boyunca araştırdım, kitaplar yazdım, araştırma komisyonlarında oturdum, dinledim, bilirkişi olarak çok sayıda araştırma komisyonuna katıldım. Vardığım sonuç: Devlet görevini yerine getirmemiş. Özellikle de güvenlik kurumları. ‘Katiller Türkiye'den' diyip, buna inanıp bu varsayıma göre hareket etmişler. Polis görevinin gereği olan açık bir soruşturma yürütmemiş.
DW Türkçe: Yeni gün yüzüne çıkan belgeler, iç istihbarat teşkilatının, henüz cinayetler başlamadan, 2000 yılının başında, NSU üyeleri ve hedefleri konusunda bilgi sahibi olduğunu gösteriyor. Cinayetler önlenebilir miydi?
Funke: Gerektiği gibi soruşturma yapılsaydı, şüphesiz ki cinayetler önlenebilirlerdi. Soruşturmada hatalar olmuş olabilir deniyor. Ama bu ihmaller ve hataların çok sık ve çok sistematik olduğunu görüyoruz. Salt kurbanların etrafında, uyuşturucu suçlarına odaklanılmış, ama ‘acaba aşırı sağ terörü söz konusu olabilir mi?' diye hiç sorgulanmamış. Üstelik bence, ne yazık ki aşırı sağa hiç bakmamak, dikkatleri Türk ve Kürt azınlığa odaklanmak, sistematik bir nitelik taşımış. Bilimsel olarak gerekli, kriminolojiye uygun, ‘burada pekala başka bir durum var' sonucuna varılmasını sağlayacak bir soruşturma yürütülmemiş. Ayrıca dediğiniz gibi şu bir gerçek: 2000 yılının Nisan ayında Saksonya İçişleri Bakanlığı’na, dönemin bakanı Klaus Hardraht'a ve iç istihbarat teşkilatına, üç şüphelinin, ki üç kişi isimleriyle açık bir şekilde yer alıyor, diğer dört kişiyle birlikte seri cinayetlere, saldırılara girişmek üzere oldukları bildirilmiş.
DW Türkçe: NSU'nun 2011 yılında ortaya çıkmasının ardından yaşananları siz "gerçekleri örtbas etme ve aydınlatma çabalarını baltalama” olarak nitelendirdiniz, devlet içinde bazı yetkililerin "bu terör stratejisine iştirak edip etmediğinin” sorgulanması gerektiğini söylediniz. Neden böyle düşünüyorsunuz? Siz bir yanıta ulaşabildiniz mi?
Funke: Kassel kentinde Sayın Halit Yozgat öldürüldüğü sırada aynı mekanda Hessen Eyaleti İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Anayasa Koruma Teşkilatı’nın bir çalışanın da bulunduğu ortaya çıkmıştı. Orada olduğu tespit edildikten sonra verdiği ifadede yalan söyledi. Hiç bir bilgisi olmadığını, terör örgütünün varlığından haberdar olmadığını iddia etti. İnandırıcı değildi. Örneğin bu benim için gerçekte epeyce bilgi sahibi olunduğuna dair bir ipucu. Bir diğer bulgu da iç istihbarat teşkilatının muhbiri Ralf Marschner ile ilgili. Zwickau kentindeki belediye binasının çaprazında Marschner'ın, aşırı sağı sembolize eden eşyalar sattığı bir dükkanı vardı. Beate Zschaepe ile "yakın ilişki" içerisinde olduğu ortaya çıktı. Demek ki onun iyice sorgulanması gerekiyordu, ama bu bilinçli bir tercihle yapılmadı. Marschner şimdi İsviçre'de. Bu aydınlatma çabalarını akıl almaz bir biçimde zayıflatıyor. Ayrıca bir polisin ifadesi var. Yöneticilerinin ‘Böhnhardt'ın daha neler yaptığı ve nerede bulunduğunun araştırılmaması talimatını verdiğini' söylüyor. Bunlar aydınlatma çabalarını baltalama girişimleridir. Ama bu durum aynı zamanda işlenen seri cinayetlere göz yumulduğu, tutuklamaktan kaçınarak da bu cinayetlerde müşterek sorumlu olunduğu anlamına gelmektedir.
DW Türkçe: Anayasa Koruma Teşkilatı’nın NSU'yu aydınlatacak bilgileri "bilinçli bir şekilde sakladığını” düşünüyorsunuz. Adeta "sessizlik yemini etmiş olmakla” eleştiriyor, "Devlet içinde devlet” olmakla suçluyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Funke: İç istihbarat örgütlerinin hesap verme yükümlülüğü altında olmadıkları gibi bir algıları var. Bu sadece Alman istihbarat örgütü için değil İngiltere, Fransa, İtalya, Türkiye ve İsrail istihbarat örgütleri için de geçerli. Ama Alman İç İstihbarat Teşkilatı aynı zamanda demokrasiye hizmet ettiğini savunuyor. Benim ise buna itirazım var. Neyin gizli kalacağına, neyi polise ve savcılığa ileteceklerine, neyi iletmeyeceklerine, ne zaman iletip ne zaman iletmeyeceklerine kendileri karar veriyor. Bu kabul edilebilir değil. Bu serbestliğe sahip olmaları nedeniyle onları devlet içinde devlet olarak, hukuk devleti yükümlülüklerine uymayan, olağanüstü hal kurumu olarak nitelendiriyorum.
DW Türkçe: Yetkililer birçok bilgiyi paylaşmıyor. Halbuki bu cinayetleri aydınlatmaktan daha önemli ne olabilir? "Devletin bekası” meşru bir gerekçe mi?
Funke: Devletin bekasından söz ediyorsak bu tanımın gereği cinayetlerin önlenmesidir, cinayetler gerçekleşmişse de o zaman sistematik çalışılarak aydınlatılmasıdır. Bu Anayasa Koruma Teşkilatı’nın, Federal Başsavcılığın elindeki araçlar ve bilgilerle, mahkemelerle, soruşturmayı yürüten polislerle sağlanmalı. Ancak gördüğümüz bu görev yerine getirilmedi, üstelik de sistematik bir şekilde.
DW Türkçe: Başbakan Merkel, 'NSU cinayetlerini aydınlatma, suç ortakları ile azmettiricileri ortaya çıkarma ve tüm suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılmasını sağlama' sözü vermişti. Merkel bunu gerçekten istedi mi? Gücü mü yetmedi?
Funke: Ben onun NSU'nun gerçekten de aydınlatılmasını istediğini düşünüyorum. Yaşananlar, kurban yakınlarının yaşadıkları onu sarsmıştı. Buna inanıyorum. Ama şu aşikar: Merkel'ın gerçekleri aydınlatma konusunda ya gücü yetmedi ya da kurumsal gücü yoktu. Bu yürütmenin bir zafiyeti. Bir güç mücadelesi yaşandı. Bu mücadele bir ölçüde yürütme içinde yaşandı ama büyük ölçüde de yürütme ile yasama arasında. Bir düşünün, 1949'dan bu yana bir ilke tanık olduk. NSU'yu aydınlatmak için parlamentolarda 13 araştırma komisyonu kuruldu. Şimdi 14.'nün kurulması tartışılıyor. Bu şu anlama geliyor: halk, halkı temsil eden federal ve eyalet parlamentoları gerçeği öğrenmek istiyor. Yürütme ise ‘size ancak bilmenizin uygun olduğunu düşündüğümüz olanını vereceğiz' diyor. Yani gerçeği olduğu gibi söylememek, bilinçli bir şekilde belge imha etmek, önce inkar etmek, sonra ‘aslında öyle olmuştu' demek… Tüm bu yalanlar, gerçekleri aydınlatma çabalarının bloke edilmesi sadece hukuk devletinin zayıflatılmasına yol açmıyor aynı zamanda hepimizin ama özellikle de etnik ve dini azınlıkların, Türkiyeli Almanların, Müslümanların ve Yahudilerin güvenliğini tehdit etmekte.
DW Türkçe: Bazı kamu görevlilerin yalan beyanları, yalan tanıklık, belgelerin imha edilmesi, çarpıtma, belge gizleme… Bunlar aslında suç değil mi?
Funke: Suç tabii ki. Münih'teki yargılama süreci hukuk devletinin bir ölçüde işler olduğunu gösteriyor… Öte yandan yürütme erki haddini aştığını biliyor ve kamuoyu ve parlamentolar işte bunun üzerine gidiyor. Ben hukuk devleti bitti demiyorum, aman ha tanrı aşkına. Biz daha fazla hukuk devleti için mücadele ediyoruz. Ayrıca Münih'teki NSU kararı sonrasında da gerçekler için yürütülen mücadele devam edecek.
DW Türkçe: Almanya'da yer altına inen, bulunamayan yüzlerce aşırı sağcı var. NSU'ya destek veren geniş bir ağ da ortaya çıkartılamadı, şu anda serbestçe dolaşıyor olabilirler… NSU terörüne benzer cinayetler tekrar yaşanabilir mi?
Funke: Bire bir aynı şekilde yaşanmaz ama aşırı sağcı terör tehdidi mevcut. Bunu mülteci yurtlarına yönelik saldırı dalgasında gördük. Müslümanlar, Türkler ve Yahudiler ırkçı sözlü saldırılara hedef oluyor, nefretin açıkça sergilendiği bir süreç söz konusu. Bu bir yandan bireylerin kendilerini güvende hissetme duygusunu tehdit ediyor, diğer yandan "bazılarının daha az korumayı hak ettiği” gibi bir algının oluşması, beklemedeki aşırı sağcıları ya da Neonazileri harekete geçirmeye, saldırmaya cesaretlendiriyor. Bunu Köln Büyükşehir Belediye Başkanı Henriette Reker'a yapılan korkunç saldırıyla gördük. Sayın Reker, aslında Merkel'ı temsil ediyordu. Kin ve ırkçı nefretin güvenliği nasıl tehdit ettiğini, nasıl aşırı sağcılara ‘e hadi tamam şimdi saldırmamız için uygun ortam oluştu' demesini sağlayabildiğini görüyoruz.
DW Türkçe: Almanya'da aşırı sağ tırmanışta. Siz çoğulcu demokratik Almanya'nın bir Nasyonal Sosyalist bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu, bir güç mücadelesi yürütüldüğünü söylediniz, bu mücadele kaybedilebilir mi?
Funke: Bu mücadelenin kaybedilmeyeceğini düşünüyorum ama evet böyle bir güç mücadelesi var. Aşırı sağdan bir saldırı söz konusu… Radikal sağcı ve aleni bir şekilde ırkçı beyanlarda bulunan Gauland'ın liderliğindeki Almanya için Alternatif (AfD) partisi… Alexander Gauland, Türkiyeli Almanlara ırkçı bir şekilde hakaret etti, Nasyonal Sosyalizm ile yüzleşme, aydınlatma çabalarını yok sayıyor… Aşırı sağın bu saldırıları, merkez partilere sirayet edip ve merkezde yer alan Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ‘aslında Gauland haklı’ diyebiliyorsa işte o zaman tehlike çanları çalıyordur… Demokratik, hukuk devleti ve anayasaya bağlı merkezi savunmak gerekiyor.
Değer Akal / Berlin
© Deutsche Welle Türkçe
© Tüm hakları saklıdır.