Almanya'da 10 kişinin katili ırkçı NSU çetesinin hayattaki tek üyesi Beate Zschaepe cinayet, bombalı saldırı gibi suçlardan Münih'te yargılanırken, dört Selefi genci de yine cinayet girişimi, bombalı eylem gibi suçlamalarla Düsseldorf'da yargıya hesap veriyor. İlki ırkçı gerekçelere dayanarak cinayetler işlemekle suçlanırken, diğer sanıklar aşırı dinci saplantılarını cinayet işleyecek denli ileriye götürdükleri gerekçesiyle yargıç karşısına çıkarıldılar.
Bir tarafta ırkçı, diğer tarafta dinci gençler. Uzmanlara göre, birbirinden çok farklı gibi görünen bu iki kesim arasında aslında çok sayıda ortak nokta mevcut. Duisburg Essen Üniversitesi Siyasal Bilimler Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Jochen Hippler ırkçılarla aşırı dinciler arasındaki benzerlikleri şu sözlerle açıklıyor: “Nedenleri çok farklı ama arka planda içinde bulundukları topluma aidiyet duygusu geliştirememelerinden, kabul göremediklerini düşünmelerinden kaynaklanıyor. Kendilerini toplumun dışına itilmiş hissediyorlar. Söz konusu topluma yönelik ahlaki kaygıları oluşuyor. Böylece politik veya dini özelliği farklı yeni bir kimlik edinmeye başlıyorlar. Bazı eyaletlerde Thüringen ya da Saksonya’da örneğin Neo Nazileri düşünecek olursanız, kısmen benzer oluşumlar olduğunu görürsünüz. Burada da çıkmaz sokaklara girmiş, hayatta başarılı olamamış gençlerin yeni arayışlara yönelme çabalarını görürsünüz. Kendilerinin güçlü ve önemli olduğunu hissetmek için bir arayış içindeler.”
Şiddet her yerde olur
Dr. Hippler Almanya veya dünyada sadece radikal İslamcı tehlike olmadığını özellikle vurguluyor. Şiddetin her zaman, her yerde mevcut olabileceğini ifade eden Hippler, “Stadyumları düşünün. Winnenden’deki okul saldırısını düşünün. 10 kişiyi öldüren Nazi çetesini düşünün. Aynı şekilde radikal Sünni gruplar da yapabiliyor. Diğer dinlerde de var. Japonya’da da farklı kültürel özelliklerle ortaya çıkabiliyor. İnsan suç işlemelerinin elbette önüne geçilemez. Sadece bu tehlikeleri hiçbir zaman gözden kaçırmamalıyız. Tüm Avrupa Birliği ülkelerinden polis raporları görüyoruz. Bunlar arasında seküler suçlular tarafından darp edilen Müslümanlar da oluyor. Gözden uzak tutmamalı, ciddiye almalı, endişe etmeli ama bu endişenin hipnoza dönüşmesini de engllemeli” şeklinde açıklıyor.
Aşırı uçlara yönelme riski taşıyan gençlerle daha yakından ilgilenerek, radikalleşme sorununu çok erken zamanlarda çözmenin mümkün olduğunu sözlerine ekleyen Dr. Hippler şöyle devam ediyor: “Göçmen kökenli gençlerden bu yollara sapabilme potansiyeli olanlar için daha yoğun şekilde uyum çalışmaları yapılması çok önemli. Dil, eğitim, iş pazarı, ikamet desteği gibi. Yani kendilerini gerçekten bu ülkenin bir parçası olarak görmelerinin sağlanması. Kendilerini bu toplumun parçası olarak gören ve gerçekten bu topluma ait olanların milliyetçi, ırkçı, ya da selefilik gibi akımlara yönelmeleri için daha az nedenleri olur. Bu her halükarda uygulanması gereken bir yöntem. İkinci olarak potansiyel radikallerle ilgili güvenlik politikası bağlamında da tedbirler alınmalı. Şiddet çağrısı yapanlar, bunları organize etmeye başlayanlar böyle durumda uzun uzun tartışmalar yerine güvenlik birimleri polis, gözünü bu kesinim üzerine çevirip, mümkün olduğunca erken davranmalı ve engel olunmalı.”
'Tuzağa düşmeyin'
Wuppertal'de üzerinde Şeriat Polisi yazan yeleklerle dolaşıp, insanlara İslamcı telkinlerde bulunan Selefilerle ilgili tepkilerde ölçülü olunması gerektiğini söyleyen Hippler, salt bu kesim yüzünden Almanya'da yasal değişiklikler yapılırsa, bu durumun onları olduklarından daha etkili, daha güçlü göstereceğini belirtiyor. Polis yeleği giyip ortaya çıkanların gerçekten emniyet görevi yapmadıklarını bildiklerini de sözlerine ekleyen Hippler, bu kesimin tek amacının propaganda olduğunu belirterek, bu tuzağa düşülmemesi gerektiğinin altını çiziyor.