14 Aralık 2015

Siyasi hakları için mücadele eden Osmanlı kadınları

Türk Kadınlar Birliği, seçme ve seçilme hakkı tanınmasının ardından 'artık size gerek kalmadı' denilerek kapatılmıştır

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkının yasallaşmasının 81. yıldönümüydü. Birçok kişi bu konudaki duygularını Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine duydukları “minneti” dile getirerek aktardılar.

Halbuki Osmanlı ve Türkiye tarihinde kadınların siyasi haklarını kazanabilmek adına verdikleri muhteşem bir mücadele var; fakat kimse bundan bahsetmiyor. Sanki Türkiye’de kadınların oy verme hakkı için verdikleri bir mücadele yoktu da, devrimler sayesinde bu hak kadınlara bahşedildi. Oysa bu kazanımın arkasında kuvvetli ve ne yazık ki Cumhuriyet döneminde bastırılmış bir kadın mücadelesi var.

1908, II. Meşrutiyet’in başladığı dönem, Osmanlı’da birçok alanda modernleşme dönemiydi. Toplumdaki yeri eve hapsolmuş olarak konumlanan kadınlar için bu modernleşme süreci bir sorgulama ve toplumda kendilerini yeniden konumlandırma üzerine ilerledi.

Kadınlar kendi aralarında toplantılar düzenleyerek kadın hakları tartışmaları başlattılar. Kadınların toplumdaki yerinin sertçe sorgulandığı bu toplantılardan biri olan “Beyaz Konferanslar”ın birinde, Fatma Nesibe Hanım şu cümlelerle öfkesini dile getirmişti: “Hilkat bana da demir bir pençe, sert bir kalp verseydi, yapacağım ilk iş birçok erkeğin kafasını paralamak olurdu.”

Bu dönemde gerçekleşen toplantılar sonucu 30’a yakın kadın derneği ve 40’a yakın kadın dergisi kuruldu. Her ne kadar dergilerin çoğu erkekler tarafından kurulmuş olsa da, dergilerin ana konusu her zaman kadın hakları oldu. Dergilerde Avrupa’da yayılmakta olan feminist dalga hakkında bilgilendirilmeler ve Osmanlı kadınlarının hak arayışını yönlendiren makaleler yer aldı. Hatta Erkekler Dünyası adında bir dergi de çıkartılarak erkeklere kadın haklarını anlatma konusunda bilgilendirici makaleler yayınlandı.

Örneğin günümüzde feminizm kelimesi hâlâ bir “cadı ideolojisi” olarak görüldüğünden birçok kadın kendini feminist olarak tanımlamaktan kaçınadursun, Kadınlar Dünyası dergisinde yayınlanan makalelerde feminizm kelimesi sıkça kullanılmıştır. Hatta günümüzde de olduğu gibi feminizmin ne olmadığını anlatma derdi mevcuttur: “Feminizm ‘aile düşmanlığı, ahlaksızlık’ değildir. Feminizm var olan ahlaksızlıkları, adaletsizlikleri ortadan kaldıracak bir harekettir.”

Kadın hareketinin gerek dergiler, gerek dernekler aracılığıyla oluşturduğu kamuoyu sayesinde Meşrutiyet döneminde kız çocukları için ilköğretim zorunlu hale getirildi, kadınlar için farklı eğitim kurumları açıldı, kadınların öğretmen olabilmeleri için meslek eğitimleri oluşturuldu, hatta 1914 yılında ilk kadın üniversitesi açıldı. Dergilerde yayınlanan yol gösterici yazılar ile iş kurmak isteyen kadınların girişimci olabilmeleri adına teşvik sağlandı.

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, Osmanlı’da örgütlenmiş olan kadınlar, parti kurmak için hazırlıklara başladılar. Burada Nezihe Muhiddin’den bahsetmeden, bastırılmış kadın hareketini anlatmak mümkün değil. 1923 yılında Kadın Halk Fırkası’nı kuran Nezihe Muhiddin’in amacı sadece kadınlardan oluşan bir parti ile mecliste yer almak, kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazanmak, siyasi temsiliyet ile kadın haklarını savunabilmekti. Ancak aynı dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmakta olduğu için, Kadın Halk Fırkası girişimi bölücülükle suçlanmış, “kadınların hayır işleriyle ilgilenmesinin daha iyi olacağı” söylenmiş ve siyasi partiye dönüşmesine izin verilmemiştir.  Mücadelesinde yılmayan Nezihe Muhiddin, siyasi hak talebini parti tüzüğünden çıkararak, 1924 yılında Türk Kadınlar Birliği’ni kurdu. TKB kapsamında yapılan kongrelerden birinde Nezihe Muhiddin şunları söylemiştir: “Maksadımız kadını yalnız hayırkâr bir kadın bırakmak değildir. Ona bir vatandaşa ait bütün vazife ve hakları da vermektir.” 1925 yılında TKB mebus adayı göstermek istese de anayasada “her Türk erkek seçme ve seçilme hakkına sahiptir” gerekçesi gösterilerek adaylık başvuruları reddedildi. TKB’nin siyasal hakları yeniden gündeme getirmesiyle TKB’ye “yolsuzluk” iddialarıyla soruşturma açılmış ve Nezihe Mühiddin birlikten ihraç edilmiştir. 5 Ocak 1934’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasından hemen sonra Mayıs 1935’de “Türk kadınına Türk erkeği kadar hak verildiği ve TKB’nin etkinliğine devam etmesine gerek kalmadığı” gerekçesiyle TKB kapatılmıştır.

Peki, hakkında davalar açılan, partisinden ihraç edilen ve yalnızlaştırılan Nezihe Muhiddin’e ne olduğunu biliyor musunuz? 10 Şubat 1958’de bir akıl hastanesinde tek başına öldü. Aynen kendini ilk feminist aktivist Ermeni kadın olarak tanımlayan Hayganuş Mark gibi. Hayganuş Mark 14 yıl boyunca Hay Gin (Ermeni Kadını) dergisini çıkartmıştır. “Hay Gin dergisi bir bayrak altında yaşayacaksa bu sadece kadınlık bayrağı olabilir” diyen Hayganuş Mark’ın dergisi 1933 yılında devlet tarafından kapatılmıştır.  Kendisi 1966 yılında bir akıl hastanesinde ölmüştür.

Cumhuriyet döneminde feminizm tarihine baktığımızda, bu nedenlerle 1930 – 1950 arası büyük bir boşluk bulunmaktadır. Cumhuriyetin ilanı ile “tüm haklar size verildi, şimdi hayır işleriyle ilgilenin” denilen kadın hareketi susturulmuştur.  Tek parti dönemi her ne kadar modernleşmeci bir tutum izlese de, kadın hareketinin bağımsız değil, ulusal ve devletin bir mekanizması olarak ilerlemesi öngörmüştür. Erkek egemen algı “modernleşirken” de hep aynıdır, makul olmayan, yönetemeyeceği kadınları hep sistem dışında bırakır. Kadın hareketi ancak 1970’lerin sonunda tekrardan hareketlenebilmiş ve görünürlülük kazanmaya başlamıştır.

Dünyanın neresine bakarsanız bakın, kadın hakları her zaman kadın direnişi ile kazanılmış haklardır ve erkek egemen devletler genelde bu kazanımları hep kendi yaptırımlarıymış gibi anlatırlar. İngiltere’de kadın haklarının kazanımını anlatan Suffragette filmi hakkında imrenerek “ay ne kadar da güzel bir mücadele vermişler, bizim haklarımız ise bize bahşedildi” diye düşünen kadınlar, bir kez daha düşünsünler. Bugün Türkiye’deki kadınların seçme ve seçilme hakkı cumhuriyet sayesinde yasallaşmış olsa da, bu hareketin arkasında mücadele vermiş ve devlet tarafından bölücülükle suçlanarak, mücadeleleri susturularak akıl hastanesinde tek başına ölmüş Nezihe Muhiddin gibi kadınlar var!

Şimdi ise, II. Meşrutiyet dönemindeki kadını sadece aile içinde var sayan algının aynısını AKP politikalarında görüyoruz. Kadın bakanlığı kapatılarak, kadın aile içine hapsedildi. Anne olmayan, makul olmayan kadınların dışlandığı bu sistemde, meclis gündemini “kadına yönelik şiddet” değil “ailenin korunması” gibi önergeler meşgul ediyor. Haliyle vakit, Türkiyeli kadınların kendilerine “bahşedildiğini” düşündüğü hakların ne olduğunu farkına vararak, tekrardan mücadele ile kazanma vakti.


@DilaraGurcu

Kaynakça:

Aynur Demirdirek – Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Hikâyesi

Serpil Çakır – Osmanlı Kadın Hareketi

Yaprak Zihnioğlu – Kadınsız İnkılap, Kadınlar Halk Fırkası, Kadın Birliği

Yazarın Diğer Yazıları

Bu dönemde akıl sağlığını korumak

Önemli olan herkesin stabil bir ruh sağlığı için kendine has yöntemlerinin olduğunu anlamak. Size iyi gelen herkese iyi gelmek zorunda değil, bu nedenle lütfen tavsiyelerine uymuyorsunuz diye sizi yargılayanlar yüzünden suçlu hissetmeyin

Ölmek istemiyoruz

Emine Bulut "ölmek istemiyorum" dediğinde, tüm insanların birincil hakkı olan yaşam hakkımızın pamuk ipliğine bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleştik

Masum olamaz Nevin gibiler

Geçtiğimiz haftaysa, 23 Mayıs 2019 günü, Yargıtay Yerel Mahkeme’nin vermiş olduğu müebbet hapis cezasını onadı. Zaten 7 yıldır cezavinde olan Nevin, ömrünün sonuna kadar orada kalmaya hapsedildi.