24 Mayıs 2023

"Türkiye beni yedin"den, Dante'nin cehennemine…

Koray Feyiz'in Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'ı, -adının da çağrıştırdığı gibi- Türk şiirinin Bahtsız'lığına bir ayna mı tutuyor? Ya da bu yola baş koymuş entelektüellerin, aydınların, yazarların, şairlerin doğup, büyüdükleri ülkelerinin kaderine mi?

Türkiye'de edebiyat ve şiir denilince hiç kuşkusuz Batılılaşma süreci geliyor akla. Yani Tanzimat Fermanı (1839). Söz konusu tarihsel süreci baz aldığımızda, Ahmet Haşim (1885-1933), Tevfik Fikret (1867-1915) ve diğerleri Türk şiirinde önemli bir yerde duruyorlar ama burada -tam olarak- konu(muz) Haşim'ler ve Fikret'ler değil. Tanzimat'la birlikte başlayan şiir ve edebiyatın bugünlere kadar gelen serüveni demek de eksik olacak. Belki Türk şiirinin koyulduğu yolda uğrakları, etkilenimleri, dönemsel şekillenişleri, imgesel fırtınaları, sessizliği, çığlığı dersek tam yerine oturacak. Dizelerin üzerine yazıldığı toplumsal-kültürel-felsefi duvarı da unutmadan ama. 

Koray Feyiz'in Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'ı, -adının da çağrıştırdığı gibi- Türk şiirinin Bahtsız'lığına bir ayna mı tutuyor? Ya da bu yola baş koymuş entelektüellerin, aydınların, yazarların, şairlerin doğup, büyüdükleri ülkelerinin kaderine mi?

Bir ülkenin şiirini ve edebiyatını, yazarlarını, şairlerini anlamak için o ülkenin sosyo-kültürel tarihini de göz önünde bulundurmak elzem gibi gözüküyor. Nasıl ki, "Coğrafya kader"se, o ülke edebiyatını da bu kaderin parçası olarak görmekte yarar var. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın (1901-1962) sıkıştığı yerden "Türkiye beni yedin" diye küçük bir çığlık attığını unutmayalım. Kuşkusuz biz, Tanpınar'ın bu çığlığını anlaşılmamak, değer görmemek (sonradan tersi olsa da), desteklenmemek, üretmenin önüne engel olarak dikilmiş politikalar gibi daha nice etmenler şeklinde yorumluyoruz. Özetlersek, bir eser sadece yaratıcısını değil, yaşadığı zamanın toplumsal atmosferini de görünür kılar. Buradan yola çıkarak, bugünün edebiyatının/şiirinin de, şekillendiği zeminin başlangıç hallerine, zamanının ruhuna bağlı olmadığını söyleyemeyiz. Diğer bir yandan da, bir örtüden bahsediyoruz. Ve bu örtüyü araladığımızda şiirin, edebiyatın yolunda yürüyenlerin bireyselleşme/varoluş serüvenleriyle birlikte bir ülke gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Ne yazık ki bu serüvende de acılar, çıkmazlar, trajediler var.

Feyiz, Haşim'in şiirlerini analiz edip, onu uzun uzun anlatığı yazısında: "O, dar bir saha içinde ruhunun cezaevine girmiş, sadece kişisel yoksunluk ve kimsesizliğinin bataklığına gömülmüş olduğu hâlde kurtuluşunu ölümde arayan, ıstırap ve acı çeken,sağlıksız ve hasta bir insandır. Ahmet Haşim, dünya cennetini Dante'nin cehennemi hâline getiren ve içinde tek başına yanan bir bahtsızdır. Hiç şüphesiz şairliği de buradan gelmektedir" diyor.

Peki, Haşim'i takiben, ondan sonra bugüne kadar gelen şairlerin şairliği nereden "gelmektedir"? Kendisi de bir şair olan Feyiz, Türkiye'de adını duyurmuş tüm şairleri ve onların şiirlerini, 1920'lerden, 2000'lere kadar incelemelerinin ve analizlerinin odak noktası yapmış. Bu çalışma serisinin ilki olan Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'da ise, Ahmet Haşim, Tevfik Fikret, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi-Hilmi Yavuz var. Kendi Acılarına Teselli Arayan Bir Melankolik, Sesin Hareketlerine Karşı Hassas Kulağıyla Özgün ve Örnek Bir Yaşayış Tarzını Yansıtıyor, Temsili Kelimelerle Temsil Eden Kelimelerin Çakıştırılmasını Seviyor, Tecrübe ve Özgürlük Arasındaki Köprü İçin Dil Boyunca Çalışıyorlar başlıkları altında anlatılan yukarıdaki şairler ve onların şiirlerinin analizi, özellikle belli kuşakların bir zamanlar (Hilmi Yavuz hariç), Türkçe ders kitaplarında tanışıp sonra da unutmak istediği ya da akılda kalan dizeler(i) sonucu bir türlü kurtulamadığı ya da dizelerini kendisine rehber yaptığı şairler olması gibi birçok okuyucunun zihninde ve hayal dünyasında karşılık bulacak özelliklere sahip. Zira tarihi, Feyiz'in de belirttiği gibi "yalnızca işlerine yarayan ve çöpe atılan insan araçlarının bir kaydı olduğu, dünyanın yalnızca yaşayanların mülkü olduğu, ölülerin hiçbir paya sahip olmadığı bir mülk olduğu bir tarih" olarak algılamamak gerekiyor. Gelenek ise, "geçmişle sürekliliği ifade eder. Bununla ilgili şu andaki deneyimimiz, kim olduğumuzun bir parçasıdır."

Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'da şöyle diyor Koray Feyiz:

"Mevcut şiirsel zanaat, onu oluşturan geçmiş gelenekler bağlamında anlaşılır, çünkü bir çalışma bütünü olarak edebiyat, karmaşık bir şekilde gelenek ile ilişkilidir ve şair hakkında belirli iddialarda bulunur. Geçmişi takdir edememenin tehlikesi, estetik yargılarda bulunma yeteneğimizin sınırlanmasıdır. Peki, fark nedir? Şairler arasındaki fark, basit bir derece farkı değildir. Bu, Haşim veya Fikret'in zamanı ile Necatigil ve Asaf Hâlet'in zamanı arasında okurların aklına gelen bir şeydir; entelektüel şair ile entelektüel olmayan şair arasındaki farktır. Yavuz iyi şairdir ve düşüncelerini bir gülün kokusu kadar çabuk hisseder. Necatigil için de bir düşünce bir deneyimdi; onun duyarlılığını değiştirdi. Çünkü bir şairin zihni, mükemmel bir donanıma sahip olduğunda şiiri için sürekli olarak farklı deneyimleri birleştirir. Modern-Gelenekçi deneyim ile bazı şiir yazma biçimleri arasında bir andırışma (= benzeşim) olduğunu inkâr etmiyorum. Biraz önce de söylediğim gibi, bu bende uzun bir kuluçka döneminden geçmiş izlenimi uyandırıyor; nasıl bir yumurtanın üzerine oturduğumuzu kabuk kırılana kadar bilemeyiz. Bana öyle geliyor ki, günlük hayatımızı o kadar istikrarlı bir şekilde baskı altına alan endişe ve korku yükünün aniden kalkmasıyla karakterize edilen bu anlarda -farkında değiliz- ortaya çıkan olumsuz bir şey: yani, genellikle düşündüğümüz şekliyle 'ilham' değil, alışılagelmiş güçlü engellerin yıkılmasıdır."

Popülizm, şiir ve edebiyatı seviyor. Ayrıca bu, yeni modern zamanlarda şekilsel yönüyle öne çıkarılmış şairler ve onların dizelerinin bellekte hiçbir iz bırakmadan niye yitip gittiğinin de bir kanıtı. Ama popülizmin doğası gereği bu yitiklikler de normal. Bütün bunlara rağmen, edebiyat ve şiirin zemininin üzerinde şekillendireceği eserlere kapısının her zaman açık olması bir teselliden ötesini sunuyor.

Peki, "Dante'nin Cehenneminde" yanıp, kül olmamamanın bir çözümü var mı? Öyle anlaşılıyor ki, böyle bir çözüm bulunmadığı gibi güçlü bir eser yaratmanın yolu da yanmaktan geçiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!