09 Aralık 2023

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Bizi kim yönetiyor?

Durup dururken "şimdi ne alaka" diyenlerin seslerini, "bizi iktidar(lar) yönetiyor" diyenlerin sesleri bastırdı bile.

Ezberlenmiş doğrular da bir yere kadar. Genel geçer doğruların kılavuz olma özelliklerini yitirdiklerini duymayan kalmadı.

Öncelikle, bizi onlar yönetmiyor.

Yani iktidar(lar)!

Bizi arzularımız yönetiyor!

Görünmeyen dostumuz da düşmanımız da arzularımız. Hatta üzerimize çökmüş baskıcı iktidar(lar) güçlerini bizim arzularımız yoluyla elde ediyor dersek hiç de ileri gitmiş olmayız.

Zira arzu denilen şey durup dururken oluşmuyor. Bir tahrik unsuru, ötekinde olan bir şey, bir çekim merkezi gerekiyor. Arzunun en belirgin halleri: Öfke, nefret ve tapınma boyutunda sevgi (yanılsama). Arzuları uğruna kendileri olmaktan çıkanlar, kuşkusuz gizli düşmanını görmeyip, bu uğursuzlukta rol almış şeylere kinlerini kusuyorlar.

Üstelik, "Kin ne kadar yoğunsa nefret edilen rakibe" bizi o kadar yaklaştırıyor. "Birine önerdiğini ötekine de öneriyor, ne pahasına olursa olsun ötekinden farklı olma arzusu da dahil oluyor buna. Dolayısıyla düşman kardeşler hep aynı yollara girdiklerini öfkeyle fark ederler." Üçgen arzu analizinde böyle diyor Rene Girard.

Öyle ki, arzunun doğduğu yerde merkezde hep bir dolayımlayıcı, yani arzuyu harekete geçiren mutlak, olmazsa olmaz çekici bir unsur gerekiyor ki, biz bunun peşinden gidiyoruz. Peşinden gittiğimiz şeye de bizi daha parıltılı hale getirecek anlamlar yüklüyoruz. Bu da bizim felaketimiz oluyor ve ağlıyoruz.

Parıltılı şeylerin çekici gücü, ağına, özellikle ilgilileri(ni) düşürüyor. Her sosyal durum ve gerçekliğin yaratılmış parıltıları her ne kadar bünyesinde büyük yanılsamalar barındırsa da gerçek yoksunluklara karşılık geldiği söylenebilir. Ama her sosyal, kültürel gerçeklik kendi sosyetesini yarattığı için kendisini üst bir yerlere koyarak alttakilerle arasına bir duvar örüyor.

Her ne kadar, Rene Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat'te, analizini Proust, Dostoyevski, Stendhal ve Flaubert'in eserleri üzerinden yapsa da, asıl olarak bunun yaşamsal bir hakikat olduğu gerçeğini işliyor. Şöyle ki, roman karakterleri üzerinden anlatılan şey yaşamın izdüşümünden başka bir şey değil.

Roman karakterleri demişken, tam da Girard'ın tarif ettiği türden üçgen arzunun başat dolayımcıları haline gelmiş bizdeki edebiyat dünyasına bakmakta fayda var.

Girard'ın kurduğu arzu mekanizması büyük yayınevlerinin yazarlarıyla, onların aşağısında yer alan yayınevlerinin yazarları arasında kurulmuş gibi gözüküyor.

Yani gerçek şu ki, belli etkinliklerde ve durumlarda bir araya gelip, topluca poz verdiklerinde ve daha başka durumlarda görünür olan bir edebiyat sosyetemiz var. Ve, aşağılarındaki benzerlerine -alenen olmasa da- geçit vermiyorlar.

Bu sosyetenin ortak noktaları; isim yapmış yayınevlerinden kitaplarının çıkması, bolca PR'la donatılmaları olurken, bir şey ama en önemli olan bir şey aradan sıyrılarak derinlerdeki varlığını koruyor. Bu önemli şeyin ise, yaratılan eserin değeri olduğunu söylemeye gerek yok. Ama arzunun da zaten doğası gereği böyle bir değerle işi yok.

Söz konusu çevreye gelirsek, eserleriyle bir edebiyat kanonu yaratıp yaratmadıkları konusunu ilgili otoritelere bıraksak da, bir sosyete kanonu oluşturduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Edebiyat sosyetesinin Girard'ın üçgenine girerek onların altında kalan yüzlerce yayınevi yazarı için arzunun baş dolayımcıları olmaları hayatın bir cilvesi olsa gerek.

Proust, Stendhal, Flaubert, Dostoyevski vb. gibi insan gerçeğini derinden yakalayan büyük yazarların yarattıkları karakterlerin, yeni zamanda reel arzu mekanizmasına dönüşmüş olmaları çok ironik.

Yani öyle ki, arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar.

Tıpkı iktidarlar, tıpkı celladıyla kurbanı arasındaki ilişki gibi…

Yazarın Diğer Yazıları

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!

"Türkiye beni yedin"den, Dante'nin cehennemine…

Koray Feyiz'in Dante'nin Cehenneminde Yanan Bahtsız'ı, -adının da çağrıştırdığı gibi- Türk şiirinin Bahtsız'lığına bir ayna mı tutuyor? Ya da bu yola baş koymuş entelektüellerin, aydınların, yazarların, şairlerin doğup, büyüdükleri ülkelerinin kaderine mi?