23 Eylül 2022

O plastik şeyleri oyuncak mı sandınız!

"Avrupa'nın en zengin ülkeleri çöpünü Türkiye'ye gönderiyor. Bu yolla, Türkiye'nin en dezavantajlı gruplarından olan çocuklar, sığınmacılar ve göçmenler ciddi çevre ve ve sağlık risklerinin altında bırakılıyor" 

Plastik denilen maddenin ev içi kullanımda sağlığı tehdit ettiği bilgisinin, böyle olduğu için de hayatımızda ona -zorunluluk ölçüsünde- yer vermeyi öğrenmemizin üstünden çok zaman geçmedi. Çocukları artık plastik oyuncaklarla oynatmamamızın üstünden de...

Söz konusu maddenin çocuklarla oyuncak şeklinde haşır neşir olmasının hem sağlığa hem de gelişen teknolojiye uygun olmadığı yönünde yapılan tespit(ler)in ardından, yaşasın çocuklar plastik, pardon naylon oyuncaklardan kurtuldu, diye sevinç duymamız da çok sürmedi. Hatta sevinç duymamızla bunun aptalca bir yanılsama olduğu bilinci aynı anda gelişti.

O kadar da saf değildik tabii, keşke çocukların tek sorunu plastik oyuncaklar olsa diyecek kadar gerçeklik duygusuna sahiptik yani. Binlerce çocuk değil oyuncak, eğitim hayatından yoksundu. Yaşamak için çalışmak zorunda oldukları için...

Önceki kuşaklar çocukluklarında plastik oyuncaklara sahip oldukları için kendilerini şanslı hissetmiş olabilirler. Naylonumsu özelliklere sahip tekerlekleri siyah bir görüntüden ibaret olan arabalar, bebekler, ille de toplar, ev eşyalarının taklidi gibi daha nice nesnelerden oluşan plastik oyuncaklar değil elbette konumuz. 

Çocuklar denilince onlarla özdeşleştirdiğimiz oyunlar ve oyuncaklar da değil (artık). 

Üstelik, onların Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni delen işçilikleri de...

Asıl sorun, onların yetersiz ve kötü koşullarda çalışmalarının bile bir lükse dönüşmesinde!

Artık çocuk işçiliğini geçtik, onlar şimdi dünyanın tüm zehir saçan plastik atıklarının içinde ölümle kol kola geziniyorlar. 

Dikkat edilirse, çocuk işçiliğini, onların güvencesiz koşullarını, eğitimden geri kalmalarını değil, onların ölümün içinde gezinen çelimsiz bedenlerini konuşmakla karşı karşıyayız. 

Hangisi daha kötü?

Bir ülke düşünün ki, çöp ithal ediyor ve bu çöpleri yoksulların yaşam alanlarının dibine yığarak sonrasında ne olduğuna aldırmıyor. 

Ama Uluslararası İzleme Örgütü Raporu aldırıyor:

The Guardian'ın aktardığı habere göre, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün yeni raporu Türkiye'de hükûmeti geri dönüşüm tesislerinde sıkı lisans kuralları uygulamamak ve düzenli denetimleri gerçekleştirmemekle suçladı. Rapora göre, denetim ve lisans kontrolü yetersizliği nedeniyle işçilerin sağlığı ve çevreye yönelik olumsuz etkilerin önü açılıyor. Rapora göre, 9 yaşına kadar çocukların da çalıştığı tespit edilen plastik atık geri dönüşüm tesislerinde işçiler ve çevrede yaşayan sakinler, cilt bozuklukları, solunum sorunları ve ağır baş ağrıları yaşadıklarını söylüyor.

Şöyle ki, "Avrupa'nın en zengin ülkeleri çöpünü Türkiye'ye gönderiyor. Bu yolla, Türkiye'nin en dezavantajlı gruplarından olan çocuklar, sığınmacılar ve göçmenler ciddi çevre ve ve sağlık risklerinin altında bırakılıyor." 

Peki, bu zehirli atıklardan elde edilen gelir hangi şirketlerin cebine gidiyor? İnsan yaşamını direkt tehdit eden bu türden bir para kazanma şekli tıpkı bir uyuşturucu ve silah ticaretine benzediği için suç teşkil ediyor.

Yani etmeli...

Plastik geri dönüştürme tesislerinde çalışanların yarısının çocuklardan oluşması, yetişkinler sınıfına giren diğer yarısının da henüz çocukken buralarda çalışıyor olmasının, onların savunmasızlığıyla birlikte ilerlediğini söylemek eksik olur. 

Yasal önlemlerden, denetimden, yaptırımlardan bahsetmek ise gereksiz. (Zaten dile geldiği anda bile ütopik kaçıyor.) 

Ama bu türden işlerin altına imza atarak kendi çocuklarının geleceğini garanti altına alanların, yoksulların çocuklarının hayatlarıyla oynamalarının bir bedeli olmalı. 

Üstelik, bu bedelin ne denli ağır olduğunu da insanlık tarihi bin kez kanıtlamış bulunuyor. 

Zira, hayat affetmez. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!