29 Temmuz 2015

Kravatlı, takım elbiseli adamlar sığındığımız gölgeliklere bile sızıyorlar

Savaş; yaşanamayan hayat(lar)dan intikam almaktır!

Yüzlerinde heyecan, gizleyemedikleri şeytani gülümsemeleriyle siyah lüks arabalarına biniyorlar ölüm taburları. Hepsi de erkek, kravatlı, takım elbiseli. Gruplar halinde birtakım binalara girip çıkarken, onların adımlarını silahlara kesmiş, başka bir erkek grubu takip ediyor. Cam ekranlardan savurdukları tehditler, pencere önlerine dizilmiş saksı çiçeklerini bile ürkütüyor. Takım elbiseli ölüm taburlarının sesleri, tüm ülkenin çocuk cıvıltılarını, resim tablolarının başka dünyalara yaptığı çağrıyı, hayatın kaldırımlarına bırakılan neşeli ayak izlerini, katılığı yumuşatan müzik tınılarını… bastırıp, hayatın sesini kesmeye hazırlanırken, gücün yarattığı hazla kendilerinden geçiyorlar.

Kravatlı, takım elbiseli ölüm taburları başka yerlere bakıyor gibi yapıp, yeni doğmuş bebekleri, büyümek için güvene, sevgiye, neşeye… ihtiyaç duyan çocukları, yeni olanı yaşama ait kılmak için istek ve cesareti olan gençleri, anne, babaları hedef alıyorlar. Başka bir yere bakıyor gibi yapıyor ölüm taburları, baktıkları o başka yerde hiçbir şey olmadığını kendileri de biliyorlar. O baktıkları yerden hayatın sesini kısmanın gücünü aldıklarını sanan ölüm taburları, oralara her baktıklarında bir anneden doğduklarını, sokağa ilk adımlarını atarken ürktüklerini, güvenli bir sokakta, evde büyümenin bir çocuk için ne demek olduğunu unutmanın yeminini ediyorlar.

Ölüm taburları manga manga dizilmiş lüks arabalardan inip, cam kapılı büyük binalara sükseyle girip, ekranlardan hayata tehditler savururken, hep bir yerlere bakıyorlar. O yere her baktıkça, yaşadıkları hayal kırıklıklarını, şimdi kendileri olanlar tarafından cesaretlerinin nasıl kırılıp, aşağılandıklarını, yaşayamadıkları aşklarını, annelerinin babalarının itilip kakılışlarını, annelerinin, kız kardeşlerinin, ablalarının… -şimdi kendileri olanlar tarafından- nasıl yok sayıldıklarını bir kez daha unutmak için büyük çaba sarfediyorlar.

 

Ölüm taburları hep bir yere bakıyorlar

 

Ölüm taburları hep bir yere bakıyorlar, o yere her baktıkça, hayata bir kez daha saldırmanın gücünü depoluyorlar. O baktıkları yerde insan olmadıklarını bir kez daha öğreniyorlar. Bir anneden doğmadıklarını, korktukları her seferinde ağladıklarını, şefkatli bir elin sırtlarını sıvazlaması için her şeyi göze aldıkları günlerini, istemedikleri bir şeyi yapmalarını isteyen zorba büyüklerine nasıl isyan ettiklerini, iyi bir gelecek için açılmayan kapıların önünde nasıl beklediklerini, yetmeyen harçlıklarını, tam ısınmayan evlerini, anlayışsız büyüklerini, babalarından her dayak yedikten sonra korka korka yanlarına gelip kendilerini teselli eden annelerini unutmak istiyorlar.

Kravatlı, takım elbiseli ölüm taburları onar, yirmişer bir araya gelip asık suratlarının ardından gizleyemedikleri sırıtışlarıyla yaşayamadıkları hayatların intikamını almak için hep birlikte ant içiyorlar. Ant içerken, “hesalaşma, birlik, bütünlük, vatan…” diyorlar. Onlar cam ekranlardan her görünüp bağırdıkça, pencere önündeki çiçekler ürküyor. Onlar hep bir yere bakıyorlar, o yere baktıkça; şimdi kendileri gibi olanlar tarafından aldıkları darbeler sonucu geldikleri son durumu bir kez daha unutuyorlar.

Tıslayan bir yılan diliyle konuşarak korku salıyorlar dört bir yana. Etten kemikten ibaret olduklarını, hasta olup yattıklarında yaşadıkları çaresizliği, yalnız kaldıklarında tek gerçeğin bir dostun sıcaklığı olduğunu… unutmak istiyorlar. Takım elbiseleri, kravatları, silahlı adamları, lüks siyah arabaları, cakalı yürüyüşleri, asık suratlarıyla… dört bir tarafa korku salarak, “haddini bilecek herkes” diyorlar. Parmaklarını sallıyorlar, pencere önlerindeki çiçekler ürküyor, çocuklar annelerinin arkalarına gizleniyor, bazıları yürüdükleri yolları değiştiriyor, cesaretli olanlar hak, adalet diye bağırıyor.

Kravatlı, takım elbiseli adamlar bu günlerde güneşin sıcağından kaçarak sığındığımız gölgeliklere bile sızıyorlar. Hep baktıkları yerden “vatan” diye tıslıyorlar. Oysa ki,vatanın sığındığımız gölgelikler, biriktirdiğimiz sevinçler, dostluklarımız, aşklarımız, cesaretle yanlışların üzerine gidişimiz, hayatın yaralarına şefkatle dokunuşumuz olduğunu bilmiyorlar. Bu yüzden hep bir yere bakıyorlar, o karanlığa her baktıkça bir kez daha etten ve kemikten olduklarını, acının, sevincin varlığını unutarak…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!