21 Ocak 2016

Tek boynuzlu mu bir gergedan oldunuz, çift boynuzlu mu?

Faşizme teslim olmayalım! İnsanlığımızı koruyalım, insan kalalım...

Romen asıllı Fransız oyun yazarı Ionesco’nun “Gergedanlar” adlı ünlü oyununu bilmeyen, duymayan azdır. İlk defa 1959 yılında yayınlanan ve hemen hemen dünyanın her yerinde sahnelenen oyun, ülkemizde de defalarca seyirci karşısına çıktı. Aradan geçen bunca yıla rağmen oyun güncelliğini hiçbir zaman kaybetmedi. Bunun nedeni, yazarın konuyu ustalıkla işlemesinin yanısıra, oyununda şiddetle eleştirdiği totaliter eğilimlerin, tek tipleşmenin, güce tapınmanın, kötülüğün sıradanlaşmasının insan  yaşantısından bir türlü sökülüp atılamamasıyla ilgili olsa gerek. Evet, aradan geçen bunca yıla rağmen, kimilerine şarkı gibi gelse de gergedanların böğürtüsünü bütün dünyada duymak mümkün. Otoriter eğilimli AKP iktidarının tek adam diktatörlüğünde faşizme evrildiği bir dönemde, her türlü muhalif sesin linç edilmeye çalışıldığı, toplumsal yaşam üzerideki baskının planlı bir şekilde artırıldığı bu günlerde “Gergedanlar” oyunu sıkça aklıma gelir oldu.

Hatırlayalım oyunu önce.

Küçük bir kasaba meydanında gündelik hayat akıp giderken, uzaklardan gelen ve yaklaştıkça hızla büyüyen bir gürültü duyulur. Bu koşarak gelmekte olan bir gergedanın güçlü ayak sesleri ve soluk alış verişleridir. Gürültü iyice yükselip gergedanın görüntüye girmesiyle orada bulunanların “Hii bir gergedan!” diye haykıran çığlıkları duyulur. Kasabanın orta yerinden büyük bir gürültüyle koşarak bir gergedan geçmiştir.  Herkes şaşkınlıkla olayı yorumlamaya çalışırken, sesler bu sefer ters taraftan yeniden duyulmaya başlar, gergedan büyük bir gürültüyle yeniden gelip geçer. Bu öyle bir geçiştir ki önüne çıkanı ezip geçebilecek güçtedir, nitekim bir kedi ezilmekten kurtulamaz. Kasaba sakinleri çok da anlam veremedikleri bu olay hakkında, ciddi bir sorgulamaya girip, önlem almak yerine, gergedanın Asya mı yoksa Afrika tipi mi olduğu, tek boynuzlu mu yoksa çift boynuzlu mu olduğu üzerine  konuşurlar, herkes daha çok, konuşup geçme, unutma eğilimindedir. Ancak gergedanlar hızla çoğalmaya başlar. Anlaşılır ki aslında kasaba halkı birer ikişer gergedana dönüşmektedir. İnsanlar, eşlerini arkadaşlarını bir anda gergedan olarak karşılarında bulmaktadırlar. Kasabalılardan bazıları bu dönüşümü dehşetle izlerken bazıları yavaş yavaş durumu kanıksamaya, hatta gergedan olmanın güzelliklerinden söz etmeye başlarlar. “O kadar da kötü değillerdir eğer yolun kenarından yürünülürse ve onlara dokunulmazsa pek de zarar vermiyorlar.” Gergedanlar çoğaldıkça güzelleşir, gergedanlaşmak normalleşir. Oyunun kahramanı Berenger, en yakın arkadaşı başta olmak üzere, çevresindeki herkesin yavaş yavaş gergedanlaşmasını korku ve panik içinde izler. Bir yandan kendisinin de gergedanlaşacağından ama bir yandan da giderek yanlız kalmaktan korkar. En son sevgilisi de gergedanlaşınca yapayanlız kalan Berenger, oyunun sonunda, insan olmayı sürdüreceğini haykırır.

 

Gergedanlaşıyor muyuz?

 

Ionesco’nun düşünmek için önümüze koyduğu soru, toplumda egemen ve etkin olan, başka bir deyişle güçlü olan eğilimler karşısında yalnız kalan bireyin nasıl bir tutum alacağı sorusudur. Oyun bu sorunla başbaşa kalan bireylerin birer birer nasıl güçlüden yana olmayı, akıntıya kapılmayı tercih ettikleri üzerinedir. Bu tercih çoğu insan için hiç tereddütsüz, hızlı ve kolay bir tercihken kimileri için daha yavaş gerçekleşir, az sayıda insan ise her koşulda direnç göstermeyi tercih eder. Önce asla kabul edilemez görülen bir durum (oyunda gergedana dönüşme) ya da fikir, çoğalıp güçlendikçe, akla uygun açıklamalarla normalleştirilir.  Güç, kendisine katılanlar sayesine çığ gibi büyür. Sorun artık az sayıda dışarda kalanlardır; onlara da ‘öteki’ ya da ‘düşman’ olarak kalabalıklara gösterilen, iştah açıcı bir hedef olma işlevi yüklenir. Bu durum, toplumun tektipleşmesi, gergedanlaşmasıdır. Güçlü olanın(bu gücün nereden alındığının önemi yok), güce dayalı olarak kurduğu iktidarı, faşizm anlamına gelir. Bugün yaşadıklarımıza baktığımızda hemen göze çarpan görüntü, önüne gelen her türlü farklı düşünceyi ezip geçmekte tereddüt etmeyen bir faşizm görüntüsüdür.

Ülkemizde onlarca yıldır var olan ve aklı başında herkesin kabul etmekte tereddüt etmediği bir sorun, düşmanı yok etmeye dayalı bir ‘güvenlik’ sorununa indirgenmiş ve yaşanacakların baştan belli olduğu bir savaş başlatılmıştır. İktidar her tür akılsal ve insani gerekçeden yoksun bu savaşta hiçbir kural tanımamaktadırlar. Ortada sadece silahların konuştuğu, insanların her geçen gün birbirlerine karşı daha da düşmanlaştığı; genç, yaşlı, asker, sivil, kadın, çocuk yüzlerce insanın öldüğü kanlı bir çatışma yaşanmaktadır. Bu duruma dikkat çeken, yaşananları eleştiren her türlü ses ise acımasızca bastırılmaktadır.

Gergedanlar önlerine çıkan her şeyi yerle bir etmektedirler.

İnsanlar için iki seçenek bırakılmıştır: Ya bizdensin, ya da düşman.

Akademisyenlerin içinde bulunduğumuz bu duruma dikkat çekmek için yayımladıkları bildiriye verilen tepkilerde bunu çok net görebiliriz. Ya her koşulda iktidarın uygulamalarını destekler, ondan yana olursun, ya sesini çıkarmazsın, ya da terör destekçisi, terörist durumuna düşürülürsün.

Ya sen de bir gergedana dönüşüp sürüye katılacaksın ya da seni ezip geçeriz.

Akademisyenlerin çalıştığı üniversitelerin uzun zaman öncesinden kurum olarak derilerinin yeşillenerek sertleşmeye başladığını, pek anlaşılmayan hırıltılar çıkardıklarını zaten biliyoruz.

Basın yayın kuruluşlarının çoğu en baştan beri kurumsal olarak gergedanlaşmış durumdalar. Gazete sayfalarından gergedan böğürtüleri yükseliyor. En son bir TV kanalı ve TV yıldızının kameralar karşısında nasıl bir gergedana dönüştüğünü hep beraber izledik. Beyazıt Öztürk hepimizin gözleri önünde yemyeşil çift boynuzlu bir gergedana dönüştü.

Devletin kurumsal yapısında gergedanlaşmanın tamamlandığını, bürokratların ise buna en eğilimli kişiler olarak ilk elden dönüşüm geçirdiklerini söyleyebiliriz.
Bazı büyük barolar, siyasi parti temsilcileri de çoktan gergedanlaştıkları halde nedense bu durumlarını kabullenmekte zorluk çekmekteler, oysa onların da ağızlarından sadece gergedanlara özgü böğürtüler duyuluyor.

Gergedanlaşmayan herkes, sokaklarda böğürerek sürüler halinde dolaşan gergedanların önüne atılma tehdidi altında, her geçen gün biraz daha sıkıştırılarak yaşamaya devam ediyorlar.

Ionesco’nun ‘Gergedanlar’ adlı oyununun kahramanı Berenger sonunda insan olarak tek başına kalır. Durum insanlık adına umutsuzdur, ama o sonunda şöyle haykırır:

“Herkese karşı kendimi savunacağım, herkese karşı kendimi savunacağım!

Son insanım ben, sonuna kadar da insan kalacağım! Teslim olmuyorum!”

Faşizme teslim olmayalım !

İnsanlığımızı koruyalım, insan kalalım...

@ymbymb

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti