18 Ağustos 2023

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Baştan söyleyeyim, yazının başlığına bakarak Beliz Güçbilmez’in Kolektif Kitap tarafından yeni baskısı yapılan ve bugünlerde üzerinde çok konuşulan “Zaman, Zemin, Zuhur” adlı kitabı eşliğinde bir festival değerlendirmesi yapacağım düşünülmesin. 11-12-13 Ağustos tarihlerinde 4'üncüsü yapılan festivale giderken çantamda o hafta okumaya başladığım söz konusu kitap da vardı. Tiyatro festivaline gidiyorum, aman yanımda “Geçmişin Tiyatral Temsili” alt başlıklı bu kitap mutlaka olmalı diye düşünmedim tabi. Kitabı okumaya o hafta zaten başlamıştım ve doğal olarak da yolculuk çantama girmiş oldu. Üç günlük festival boyunca o oyundan çıkıp öbürünü beklerken de Asklepion’da, Çınarlı Kahve’de, Arasta’da, Tonoz’da, Akropol’de okumayı sürdürdüm, festival biterken kitap da bitmiş oldu. Sonuçta bir tür yana yana gelme, çakışma hali gerçekleşti ve ben de bu durumu yazıma taşımak istedim.

Önceki yıllarda ikinci ve üçüncüsüne de katıldığım Bergama Tiyatro Festivali’nin ilki 2018 yılında yapılmış ve iki yıllık zorunlu bir aradan sonra, 2021 yılında pandemi etkisi sürerken yeniden hayata dönmüştü. İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. Bu yılın programına bakınca da planlarımı yapıp oyun biletlerimi almış oldum.

“Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı. Bu yeni yayın, kitap için bir anlamda yeniden doğuş gibiydi, çünkü aradan geçen zamanda yazar düşüncelerini daha da inceltmiş, son baskıya ise yeni bölümler eklemişti. Demek geç kalmış olsam da deyim yerindeyse, elimde kitabın en olgunlaşmış halini tutuyordum. Tiyatro üzerine bir inceleme ya da yorum diyebileceğimiz kitap, tiyatro dünyasının, yazar, oyuncu veya yönetmen olarak içinde olan insanlar kadar, benim gibi bu dünyanın dışından bir okuyucuyu da hızla içine çeken bir anlatım zenginliğine sahip. Bunda yazarının alanındaki zengin birikiminin, bu birikimi ustaca ve ikna edici bir şekilde yazıya dökebilmesinin ve diğer disiplinlerden özellikle edebiyat ve felsefeden aldığı referansların katkısı çok büyük.

Festival üç güne sığdırılmış, yanlış hatırlamıyorsam geçen yıl dört gün sürmüştü. Programda sadece oyunlar yok, çeşitli performanslar, atölyeler, paneller, stand up gösterileri ve yürüyüş etkinlikleri de var. Bu yıl festivalde önemli bir yenilik olarak söyleyebileceğim, gece yapılan ve o gün oynanmış bir oyunun ekibiyle yapılan söyleşileri içeren “Oyun Çıkışı” etkinliği, üç gece boyunca büyük bir seyirci kitlesini bir araya getirmeyi başardı. Oyun ekibiyle izleyiciler arasında etkileşim sağlayan, bağ kuran bu etkinlik keşke bütün oyunların sonunda olabilseydi diye düşünmeden edemedim.

Güçbilmez kitabın önsüzünde, yaptığı çalışmada hafıza ve unutmayı merkeze aldığını, daha genel bir açıdan, sanata gönderme yaparak şöyle ifade ediyor: “Sanat insanın geç kalmışlığını dünyadan geri alma, onu telafi etme biçimi belki de. Bu geç kalmışlık, sanatı ve yazıyı söylenegeldiği gibi gelecekle ilgili bir şey olmaktan çok, geçmişle ilgili, geçmişe dönük bir şeye, bir gecikmişlik telafisine ve bütün o kayıp zamanları hafızada tutmak imkânsız olduğundan da bir bellek protezine dönüştürüyor.” Ve yine önsözde, kendi kitabının konusunu olabilecek en kısa haliyle ekliyor: “Bu kitap, Batı’da ve bizde hatırlamanın, unutmanın ve geçmişi büsbütün yok saymanın tiyatro sanatında aldığı biçimle ilgileniyor.” Söz konusu olanın bir karşılaştırma olduğunu da ben eklersem sanırım biraz daha açıklayıcı olabilir. Batı’da, tragedyalarla başlayan ve yazarın özellikle modern dönemler tiyatro sanatında izini sürdüğü, bir anlatım ve bakma biçimiyle; bizde, Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyet’le devam eden, “Batı tarzı” tiyatro yapma ya da yazma olarak adlandırılan anlatım ve bakma biçimi arasında bir karşılaştırma.

Festival bu yıl “neşe” temasına odaklanmış. Festival direktörü Öner Erkan Arıkan, yaşanan deprem felaketi, onun üstüne gelen belirsizlikler ve ekonomik koşulların etkisiyle yoğun ve hayli üzücü bir yıl yaşadığımıza vurgu yaparak, “programda ağırlığı hissedilecek komedi işleri ile de bir arada olmanın, keşfetmenin, birlikte eğlenmenin, kahkaha atmanın gücünü yeniden keşfedeceğimiz bir Bergama Tiyatro Festivali olsun istedik” diyor.

Kitap, Perspektif ve Tiyatro ve Minyatür ve Tiyatro olarak iki ana bölüme ayrılmış. Birinci bölümde yazar Batı’nın tiyatro geleneğini inceliyor. Doğal olarak da tiyatronun başlangıcı olan Antik Yunan kültürüne, tragedyalara gitmeden edemiyor. Sophokles’in Kral Oidipus’undan başlayıp, oradan Shakespeare oyunlarına uzanıyor ve felsefe, psikanaliz, tarih ve edebiyat kuramları eşliğinde, bu tiyatro geleneğinin geçmişle, hafızayla kurduğu ilişkiler üzerinde duruyor. Batı’da Antik döneme uzanan bu geçmişle kurulan ilişki meselesi, modern dönemde Henrik Ibsen oyunlarına taşınıyor. Ibsen oyunları, 15. yüzyılda temelleri atılan ve özellikle resim sanatı için vazgeçilmez yeni bir bakış sağlayan, doğrusal perspektif anlayışıyla birlikte değerlendiriyor. Bugün Batı tarihçiliği dediğimiz kronolojinin ve doğrusal zaman algısının damgasını vurduğu bu bakış açısı, sonradan Descartes felsefesiyle modern düşüncenin merkezine oturacak olan, özne algısına dayalı, özneyi temel alan bir bakış açısı. Yazara göre Batı tiyatrosuna bu perspektifle baktığımızda görülen şudur: Sahnede olup biten her şeyin geçmişten kaynaklı bir nedeni vardır. Kendi deyimiyle “Geçmişte olur gölgesi bugüne düşer’, bu bizi geçmişe değer verip ona anlam yüklemek, geçmişin şimdiyi belirlediğinden hareketle, şimdi ile geçmiş arasında neden sonuç bağlantısı kurmak demek.”

Beliz Güçbilmez, Batı tiyatro sanatını hafızayla ilişkilendirirken argümanlarını sahnedışı olarak adlandırdığı yeni bir kavramla kuruyor. Sahnedışı kavramı size sahne arkasını (kulisi) düşündürmesin. Yazarın kastettiği, sahnede anlatılan fakat sahnede olmayan, ‘şimdi’de yaşanmayanın, oyuncular aracılığıyla sahneye taşınmasıdır (örneğin Kral Oidipus oyununda sahnede gösterilmeyen Sfenks’le karşılaşmanın sahnede anlatılması). “Teknik ve yüzeysel anlamıyla sahnedışı içerik, oyunun sahnede görülmesi için yazılmamış kısmıdır… Tiyatronun hafızasıysa, denebilir ki sahnede olmuş ve olacak her şeyin içinden geçtiği sahnedışının ta kendisidir…” Kitabı okurken, özellikle sahnedışının bir tür hafıza olarak anlatıldığı bölümlerde, bizim başka insanlarla yaptığımız diyaloglarda da benzer bir durum yaşadığımızı düşündüm. Diyalog anını şimdi olarak düşünürsek ve konuştuğumuz konular da eğer şimdi ile sınırlı kalırsa, diyalog havadan, sudan dediğimiz bir yüzeyselliğe bürünüyor. Melih Cevdet Anday, yıllar önce okuduğum bir köşe yazısında, hatırladığım kadarıyla “gündelik konuşmalarımıza bakın, hepimiz çoğu zaman boş konuşuruz. Havadan, sudan denmesi de boşuna değil, diyalogların çoğu havanın durumundan başlar ve bir yere varamadan biter” diye yazmıştı. Bu konuşmaları küçümsediğim düşünülmesin, ama ne zaman ki konuşmalarımız şimdi olanın dışına taşar (sahnedışı) ve yaşadığımız bir deneyimi, bizi etkileyen geçmişte yaşanmış bir olayı anlatmaya başlarız, o zaman sohbetimiz de derinleşmeye başlamaz mı?

Bergama’da festival kentin geniş bir alanına yayılıyor. Katılımcılar gün boyu farklı etkinliklere katılabilmek için kentin sokaklarını adımlıyor, kentin hayatına karışıyor. Uzak noktalar arasında servis hizmeti de var ayrıca. Kentte dolaşınca etkinlikler için daha ne çok yer potansiyeli olduğu görülebiliyor. İkisi çok, ikisi az bilinen tam dört açık hava tiyatrosuna sahip Bergama’ya bir tiyatro festivali kuşkusuz çok yakışıyor… Son olarak, Bergama Tiyatro Festivali demişken, Kumbaracı50 tiyatro topluluğunun sahnelediği, Volkan Çıkıntıoğlu’nun yazdığı “Tek Kullanımlık Hikâye”nin en çok aklımda kalan oyun olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Peki, Tanzimat’tan bu yana yüzünü Batı’ya dönen, Batı’dan ilham alan Türk tiyatrosunun durumu nedir? Beliz Güçbilmez, kitabın bu ikinci bölümünde, bizdeki oyun yazarlarının sahnenin tamamını ‘şimdi’de kurduğunu, sahnedışının hiç olmadığını dolayısıyla da geçmişle bir bağ kurmadığını anlatıyor. Yani, ‘geçmişte bir şey olur, gölgesi bugüne düşer’in yerini, ‘bir şey oldu ve her şey o anda başladı’ anlayışı alır. Geçmiş adeta yoktur ve sahneye hiç taşınmaz, böylece oyundaki neden-sonuç ilişkileri de ortadan kalkar. Bu durumun temel nedenlerinden birini siyasi geleneklerimizde bulmak mümkün. Siyasi tarihimizde geçmiş hep üzerine sünger çekilmesi, unutulması gereken bir şey olarak anılıp, şimdiki zaman hep yeni bir başlangıç sayfası olarak görülmez mi? Tiyatro dünyasında da biçim olarak, Batı’daki perspektife dayalı bakış açısının yerini minyatür resim anlayışına dayalı bir bakış açısı alır. Minyatüresk bakış açısı, kişiyi aşan ve her şeyi gören yapıda olduğu için, anonimdir. Bakan kişinin, öznenin bir önemi yoktur, kim bakarsa baksın göreceği şey zaten aynıdır...

Yazar bu ikinci bölümde görüşlerini, Türk tiyatro yazarları, Namık Kemal, Halit Fahri Ozansoy, Necip Fazıl, Turgut Özakman’dan seçtiği oyun örnekleri üzerinden aktarıyor. Yelpazeyi genişletmek ise dikkatli tiyatro izleyicisi ve okurlarına kalıyor.

Festival kaçtı, seneye artık… ama “Zaman, Zemin, Zuhur” kitapçılarda…

Orhan Veli’den esinle bitireyim.

Bergama’yı severim.

Bergama Tiyatro Festivali’ni de severim.

“Zaman, Zemin, Zuhur” okumalı tiyatro festivalini daha çok severim.

Kitap: Beliz Güçbilmez, Zaman, Zemin, Zuhur, Kolektif Kitap, İstanbul, 2023

Bergama Tiyatro Festivali: https://bergamatiyatrofestivali.com

Yılmaz Murat Bilican kimdir?

Yılmaz Murat Bilican, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Uzun yıllar devlet okullarında ve son 15 yıl İzmir Amerikan Kolejinde felsefe öğretmenliği yaptıktan sonra 2016 yılında emekli oldu.

Yazıları çeşitli dergilerde ve Radikal gazetesinde yayımlandı. Halen, Çocuklar İçin Felsefe Derneği ile çocuklar, gençler ve yetişkinler için felsefe atölyeleri yürütüyor ve 2013 yılından beri T24 internet sitesinde yazıyor.

Kitapları

Düşünme Çemberi (6 kitap) Nergis Seli ile, Say Yayınları, 2019.

Babamın Defterleri, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Antik Çağ), Ayrıntı/Dinozor Genç, 2020.

Çocuk Edebiyatı ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Ayrıntı/ Dinozor Çocuk, 2021.

Çocuklarla Sanat ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Hayalperest Yayınları 2022.

Babamın Defterleri 2, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Orta Çağ), İstanbul: Ayrıntı/Dinozor Genç, 2023.

Yazarın Diğer Yazıları

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti

Bilge eşek, filozof kedi

İki kitaba birlikte baktığımızda hem eşeklerden hem kedilerden öğrenebileceğimiz çok şey olduğunu söyleyebiliriz