13 Aralık 2013

Erdal'ın Son Bakışı

Suçlular belli, suç belli. Binlerce hayatı karartan, hayatlarımızı karartanlardan hesap sorabilmiş değiliz henüz. Soğuk da aynı, Erdal’ın bakışı da

 

Bugün 13 Aralık 2013.

Yurdun büyük bir bölümü kar altında.

Soğuk. Üşüyoruz.

13 Aralık 1980’de nasıldı acaba hava?

Büyük olasılıkla yine soğuktu.

Hele Ankara, hele sabaha karşı, çok daha büyük bir olasılık.

Ulucanlar Cezaevi avlusu karla kaplı mıydı?

Erdal Eren, karda mı attı son adımlarını?

Bilmiyorum.

Son bakışını biliyoruz oysa, 33 yıldır bakıyor yüzümüze.

13 Aralık 1980. Istanbul’da, lise sondayım. Korkunun derin suskunluğu var üzerimde. Sadece benim mi? Herkesin. Şaşkınım. Çocuğum. Daha hiçbir kız eli tutmamışım. Yanlışlıkla dokunsam kıpkırmızı kesiliyorum. Erdal benden 3 ay büyük, liseli o da. Aynı okulda olsak, arkadaşım olacak. O da tutmamıştır daha bir kız elini avuçlarında. Dedim ya çoçuğum daha, öyleyim ama,  her sabah asker aramasıyla girip çıkıyoruz okula. Kendimizi bir şey sanıyoruz. Erdal benden 3 ay büyük, ama o, o...

O da çocuk aslında.

Askerler, 12 Eylül’de “ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek” için, ülke yönetimine el koymuşlar.

Bunu sağlamak için de, parlamentoyu, siyasi partileri kapatmışlar, siyeset yapmayı yasaklamışlar. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan etmişler, akşam olunca herkes korkuyla evlerine kaçışmış, askerler de evleri basıp, bir bir avlamış “düşman”ları.

Bir de...

Bir de, bir sağdan bir soldan adam asmaya başlamışlar.

“Asmayalım da besleyelim mi?” demişler.

13 Aralık 1980’de,

17 yaşında olmasına rağmen,

suç delillerinin çok açık olmamasına rağmen,

Yargıtay'ın davayı iki kere bozmasına rağmen,

bütün dünyadan yükselen karşı seslere rağmen,

o son bakışa,

üstelik o “son bakış”a rağmen Erdal Eren adında, o liseli, benden sadece 3 ay büyük çocuğu alelacele yargılayıp astılar.

13 Aralık 1980. Soğuk. Kanımız donmuş.

Bir gün önce Savaş Ay’ın kamerasına son kez bakarken "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyler Erdal Eren.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisini “son yıllarda izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve  fiziki haince saldırılar”dan korumak için, bütün gücüyle üzerine çullanıp, öldürür 17 yaşındaki bu çocuğu.

“Asmayalım da besleyelim mi?” demiştir çünkü, bir kaç gün önce, “netekim”.

Bugün 13 Aralık 2013.

Soğuk aynı soğuk.

Suçlular belli, suç belli. Binlerce hayatı karartan, hayatlarımızı karartanlardan hesap sorabilmiş değiliz henüz.

Soğuk da aynı, Erdal’ın bakışı da.

Bu hesap tam olarak görülmedikçe, hiç birimiz güvende olmayacağız.

O çocuk, Erdal Eren bu yüzden bakmaya devam ediyor bize.

Edecek.

Twitter: @ymbymb

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti