20 Mayıs 2018

Bir seçmen olarak Demirtaş'ı kendi sesinden dinlemek istiyorum

Selahattin Demirtaş neden özgür değil?

Günler hızla geçiyor, yurttaşı olduğumuz ülkenin kaderini büyük ölçüde etkileyecek seçimlere günler kaldı. 24 Haziran’da hem parlamentoyu hem de son derece önemli yetkilerle donanmış cumhurbaşkanımızı seçmek için sandık başına gideceğiz. Gideceğiz de, gel gör ki, bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş ve 4 milyon oy almış, başında bulunduğu partiyle girdiği parlamento seçimlerinden 6 milyon seçmenin desteğiyle çıkmış ve şimdi yeniden cumhurbaşkanlığına aday olan, adaylığı için hiçbir yasal engel bulunmayan Selahattin Demirtaş hapiste tutuluyor.

Ben bir seçmen olarak seçimlerde cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Selahattin Demirtaş’ın vaatlerini kendi sesinden duymak istiyorum. Demirtaş’ı ve onun projelerini dinlemek istiyorum. Bu benim bir yurttaş olarak en doğal hakkım. Eğer ortada bir seçim varsa bütün adayların ve siyasi partilerin kendilerini eşit şartlarda ifade edebilme, halka kendilerini anlatma şanslarının olması gerekmez mi? Eğer bu yoksa halkın iradesi nasıl sandığa yansıyacak? Oysa bizim bir cumhurbaşkanı adayımız iki kişilik hücresinden seçim kampanyası yapmak zorunda kalıyor? Bu adaletsizlik bir seçmen olarak beni derinden yaralıyor, öfkelendiriyor.

Üstelik bütün yaşananlara rağmen ne sözlerinde bir öfke var ne de yüzündeki gülümsemesinde bir eksiklik, seçimlere günler kala bir buçuk yıldır tutuklu bulunduğu yerden zeka ve espri dolu barışçı mesajlar vermeye devam ediyor Demirtaş. “Hücremde iki kişilik seçim kampanyası yapıyorum” diyor. “Diğer Cumhurbaşkanı adayları meydan meydan koşturup yorulurken, benim burada olmam büyük adaletsizlik. Ben burada ayak ayak üstüne atıp çayımı yudumlarken cefayı onlar çekiyor. Öyle de üzülüyorum hepsine! Bu adaletsizlikten dolayı kusuruma bakmasınlar, haklarını helal etsinler” diye ironi dolu espriler yolluyor dışarıya.
Fakat bunların espriden filan anladıkları da yok.
Anlaşılan korku bedeni sarmış bir kere, iktidarın en tepesinde oturan zattan tutun da bütün AKP kademeleri için korkulu bir rüyaya dönüşmüş Demirtaş.



Bir yurttaş olarak benim de içinde bulunduğum 6 milyon insanın iradesi yok sayılarak uydurma gerekçelerle neredeyse iki yıldır Demirtaş sevdiklerinden ayrı, memleketin bir ucunda, siyaset yapmaktan alıkonulmuş halde bir hücrede tutuluyor. Sakın bana hâkim, savcı, suç, yasa, adalet sarayı  filan demeyin. Bunun hukuki olarak geçerli bir nedeninin olmadığını herkes biliyor. Herkes biliyor ki bu tutukluluktan çok bir siyasi rehin alma durumu. Görünen o ki iktidar, bir önceki seçimlerde Demirtaş ve HDP tarafından yükseltilen “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemiyle ilk defa tattıkları yenilginin bedelini ağır bir şekilde ödetmek yolunda hareket ediyor. O gün bu gündür iktidarın öfkesi bitmedi, kinleri büyüdükçe büyüdü. HDP’yi yok etmek için bütün il ve ilçe yöneticileri, milletvekilleri ya hapse tıkıldı ya da hapse girme tehdidi altında bırakıldı. Büyük oy farkıyla kazandıkları belediyeler ellerinden alındı. Kürt fobisi yeniden hortlatıldı, devletin bütün karanlık güçleriyle işbirliği içinde harekete geçildi.

Bugün gelinen noktada, iktidarı da muhalefeti de parlamentonun 3. Büyük partisi HDP’yi yok sayma, seçim barajının altında bırakma hayaliyle hareket ediyorlar. CHP siyasi olarak esamesi okunmayan partilerle bile ittifak peşinde koşarken HDP’nin yanında bile görünmekten adeta ödü kopuyor.

Yok sayma, sorunları görmezden gelme, üstünü örtme, kafayı başka tarafa çevirip ıslık çalma politikaları bu devletin hamurunda var. Ama artık öğrenmiş olmalıyız ki bu yolla hiçbir sorun çözülmüyor. Merak edenler ülkenin içerde ve dışarda yaşadığı sorunlara baksınlar, hepsi büyük dedelerimizden kalma sorunlar ve büyük dedelerimiz zamanının söylemleri aynen devam ediyor. Bugün meydan meydan dolaşıp seçim kampanyası yapan adayların hayatımıza, özgürlüklerimize ilişkin tek bir vaatleri yok. Her şey eski tas eski hamam kıvamında. Ülkede Kürt olduğu, Kürt’lerin bir sorunu olduğu bile çekilen onca acıdan sonra ancak kabul görebildi. Şimdi o sorun da yok sayılıyor. Hayır, yok deniliyor, yok denince yok olacakmış gibi. Siyaset yapayım yok, anadilimde okuyayım, konuşayım yok, türkü çığırayım, o da yok.

24 Haziran seçimlerine az kaldı. Kimse her şey normalmiş gibi davranmasın, OHAL koşullarında seçime gidiyoruz. On binlerce insan OHAL kapsamında çıkartılan kararnamelerle işinden ekmeğinden olmuş durumda, binlerce insan iddianame görmeden hapishanelere tıkılmış halde. Ekonomi çöküşe doğru yuvarlanıyor. Adalet yok, hukuk guguk olmuş. Basın sahibinin sesi olarak yalan rüzgarları estiriyor. Yüzlerce gazeteci, gazetecilik yapmaktan hapishanede gün dolduruyor. Sesini çıkaranı alıp götürüyorlar. İnce seçim hesapları yaparken, sonuçlarına ilişkin hayaller kurarken bunların göz ardı edilmemesi gerekir.

Selahattin Demirtaş neden özgür değil?
Neden biz seçmenler cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’ı kendi sesinden meydanlarda dinlemekten yoksun bırakılıyoruz?
Onlar ortalıkta rahatlıkla boy gösterip, istedikleri gibi konuşabilsinler diye mi?
HDP’nin barajı geçmesi durumunda iktidarlarını kaybedebilecekleri korkusundan mı?
Bu basit soruların cevapları da çok basit değil mi?
Annemin sıkça söylediği bir sözü geliyor aklıma.
“Korkan göze çöp düşer.”

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti