15 Ocak 2014

Aşkın türlü halleri

Erotiktir aşk; sürekli sevişir, sözle, yazıyla, simgelerle, bakışlarla, duruşlarla... Fetişisttir; bardaklar, tokalar, mendiller, biletler, mekanlar... fetişleştirir her şeyi.

"Aşk, iki yalnızlığı değiş tokuş etme, iki saklı mahremiyeti kaynaştırma denemesidir; başarılı olunduğunda, sanki suları birbirine kaynaşan iki akarsuya, ya da birbirinde eriyen bir çift aleve döner...” diye yazmış İspanyol filozof Ortega y Gasset. “Başarılı olunduğunda” demesi hemen Aragon’u anımsatıyor insana “Mutlu aşk yoktur” diyen Aragon’u. Gasset’in demesiyle de düşünürsek, zaten aşk bir deneme, başarılı olunduğunda ise başka bir şeye, bir kaynaşma, eriyip gitme haline dönüşüyor. Ortaya çıkan yeni şeyin ne olduğu ise belirsiz. Mutlu aşk yok mudur? Aşkı eğer bütün beden dengelerinin bir tür bozuma uğraması, duygusal sınırların zorlanması olarak düşünürsek, bunun pek mutlusu olmaz gibi görünüyor. Mutluluk, daha kararlı ve sürekli bir duygu durumu iken, aşk, beklenmedik, sıçramalı ve kararsız. Aşkın mutluluğa dönüşmesi sönümlenmesi demek bir bakıma.

Acele davrandım belki de konuya girmekte, öncelikli amacım, bu hafta arka arkaya izlediğim iki filme tutunarak, bir şeyler söylemenin, çoğu zaman anlamsız ama her zaman zor olduğunu düşündüğüm bir konu hakkında, aşk hakkında yazmak. Bu iki filmin de ortak noktaları aşka odaklanmaları. Birinde iki erkeğin, diğerinde ise iki kadının aşkı konu ediliyor. Benim bu yazım ise eşcinsel aşkı değil, aşkı konu ediniyor, söylemek isterim ki, benim için, aşk aşktır, aşkın cinsiyeti olmaz.  

İlk filmimiz, yönetmenliğini Stephan Lacant’ın yaptığı 2013 Alman yapımı, Freirer Fall (Serbest Düşüş).

Film, iki erkek polis arasındaki zor bir aşkı konu ediniyor. Evli ve eşi hamile olan Marc bir eğitim kampında oda arkadaşı Kay’dan etkilenir. Marc için zor bir dönem başlar, bir yanda hızla alevlenen aşkın gücü, öte yanda hamile eşi, bağlı olduğu bir ailesi vardır. Marc ve Kay, bulundukları acımasız homofobik ortam ve başka bütün olumsuzluklara rağmen aşka ait bütün coşku ve acıları yaşarlar. Aşkın büyük dönüştürücü gücü, Marc’ta özellikle kendini gösterir ve bambaşka bir noktaya savurur onu. Adım adım kendi cinsel yönelimini, kendini keşfeden Marc, filmin sonunda aşkını kaybeder belki ama özgürleşmiş olur.

İkinci filmimiz ise, hakkında daha çok konuşulan, yönetmenliğini Abdellatif Kechiche’nin yaptığı, 2013 Fransız yapımı, aynı yıl Cannes’da büyük ödül almış olan, Mavi En Güzel Renktir adlı film. Adele 16-17 yaşlarında, orta halli bir ailenin liseli kızıdır. Yemek yemeyi, edebiyatı sever, öğretmen olmak ister, erkek arkadaşıyla olan cinsel deneyiminden hiç zevk almaz ve ayrılırlar. Bir gün mavi saçlarıyla Emma çıkar karşısına, üniversitede güzel sanatlar okuyan, ekonomik olarak daha yüksek bir çevreye ait, kendinden emin, özgür bir kızdır Emma. Aşktır aslında kendini gösteren, o andan itibaren filmde Adele’nin kendisini ve cinsel yönelimini keşfetmesini, büyümesini izleriz. Emma’nın kollarına bırakır Adele kendisini, Emma’da bu haz dolu ilişkiyi ince ince örer. Adele için işler daha zordur, bulunduğu çevre Emma’nınki gibi değildir, lezbiyen ilişkisini saklar bu nedenle. Aşkın dönüştürücülüğü, Adele’i çekip çevirir, Emma’nın hayatında var olabilmek için ona her şeyi yaptırır. Adele aşkıyla büyür, değişir ama yine de bir şeyler eksik kalır. Aşka özgü bütün özellikler birer birer gösterir kendini ve sonuçta yine acı ve gözyaşı. Tutkulu sevişmeler, doruklarda yaşanan hazlar, hiçbir şey kurtaramaz ilişkiyi.

Aşk için söylenebilecek hemen her şeyin tipik bütün görünümlerinin yer aldığını düşündüğüm bu iki filmden neler toparladım onları paylaşmak isterim sizlerle.

Aşkın, karşısında kolay kolay durulamayan güçlü bir dönüştürücü gücü vardır. Bulduğu yerde bırakmaz insanı. “Asla olmaz” denilenleri olabilir, “yapamam” denilenleri yapılabilir hale getirir. Aşk, her zaman bir şeyleri göze almayı, riske girmeyi gerektirir, bunun için ihtiyaç duyulan  cesareti ise kendisi verir zaten.

Aşk, başından sonuna kadar verdiği yüksek düzeyde hazların yanısıra, acıya da boğar insanı. Acısız aşk yoktur belki de. Aşk acısı ise hiç bir şeye benzemez. Haz ve acı, nöbetler halinde birbirlerini izlerler adeta. Zaman zaman birbirlerine karıştıkları da olur. Buradaki acıyı karşılıksız aşktan kaynaklanan acıyla karıştırmamak gerekir. O başka bir şey, başka bir acıdır.

Aşk kural tanımazdır, yasakları, sınırları, alışkanlıkları dinlemez.

Aşkın cinsiyeti olmaz, aşk aşktır. Homo ya da hetero olsun aşkın duygusu hep aynıdır.

Sınırlarda dolaşır, bedenin, duyguların, aklın sınırlarında. Zaman zaman da zorlar o sınırları, aştığı da olur, o zaman daha acılı sonuçlara gebedir.

Bir yerde durup kalmayı, tekdüzeliği reddeder, Herakleitos’un ateşine benzer. Sürekli değişimdir özü, hep olma hali.

Kural tanımazdır aşk, bencildir, yıkıcıdır. Egemenler için her zaman tehlikelidir. Hizaya getirmek, metalaştırmak, çerçeveleyip duvara asmak için ellerinden geleni yaparlar.

Sevgiden çok, tutkuya dönüktür yüzü. Sevgi başka bir şeydir, aşkın sonrası belki, o bitince...
Mantıksızdır, akla mantığa sığdırılabilir, onlarla ölçülebilir, derecelendirilebilir, değerlendirilebilir bir şey değildir. Akıl aşkı, “çabuk bitirilmesi gereken, olmaz olası bir hastalık” olarak görür.

Aşkın doğrusu yanlışı, güzeli çirkini, büyüğü küçüğü olmaz. Her aşk benzersiz bir kar tanesi gibidir yeryüzüne saçılan.

Karmaşık bir iktidar oyunudur aynı zamanda. Aşkta kimin sözünün geçerli olduğu hiç  belli olmaz. İktidar sıkça el değiştirir.

Aşk kıskançtır. Azıcık kuşku onu deliye döndürür, hırçınlaşır, yıkar-döker çevresini.
Ömrü kısadır aşkın, tutuşur, yanar ve kaçınılmaz olarak söner. Vücut kimyası, bütün bu özelliklere uzun süre dayanamaz zaten.

Erotiktir aşk; sürekli sevişir, sözle, yazıyla, simgelerle, bakışlarla, duruşlarla...

Fetişisttir; bardaklar, tokalar, mendiller, biletler, mekanlar... fetişleştirir her şeyi.

Çok dillidir; yazar, çizer, söyler, susar, dans eder, resim yapar...

Aşk evlenmez. Evlilik töreni, aşka veda törenidir. Ya da daha yumuşatarak söylersek, evlilik aşkın başkalaşarak sürdürülmesi çabasıdır.

Evli-bekâr dinlemez, yaşa başa bakmaz aşk, her yaşta, her yerde dikilebilir insanın karşısına. Sizi bulabilmesi için açık bir kalp ister karşısında, korkup kapalı tutarsanız kalbinizi sizden geçmiş demektir artık.

Aşkın bitmesi, ölümün başlangıcıdır.

Ölüme karşı dirençtir aşk, aşkla, aşkımız kadar yaşarız.

Twitter: @ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti