09 Eylül 2015

Artık yeter; savaşı ve ölümleri durduralım!

Silahlar konuşunca sadece silahlar duyuluyor, oysa bizim birbirimizi duymaya ihtiyacımız var

İlçelerde, şehirlerde günlerce süren sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor.
İlçelere, şehirlere günlerce bölge milletvekilleri, gazeteciler, sivil toplum örgütleri temsilcileri giremiyorlar.
İlçelerin, şehirlerin günlerce elektriği, suyu kesiliyor, dükkanlar çalıştırılmıyor.
İnternet yok. Haber ajanslarına erişim engelleniyor.
Koca şehirlere üç gün süreyle giriş çıkışlar yasaklanıyor.
Kimse orada neler olup bittiğini bilmiyor.
Bilmiyoruz.
Bir çok il ve ilçede adeta ilan edilmemiş bir savaş yaşanıyor.
Dumanlı hava dağılınca dehşet haberleri geliyor.
Ölüm, ölüm, ölüm haberleri.
Kimi yeni evli, kiminin eşi hamile, kimi genç, kimi daha çocuk.
Hepsinin hikayesi var.
Olmaz mı?

Kabul edelim yaşanan şey bir savaş.
Fakat bu sefer, alışık olunandan farklı bir görünümde, çatışmalar şehir merkezlerine odaklanmış ve kiminle kim arasında olduğu da biraz karmaşıklaşmış durumda.
Ortada zamanlaması açısından çok tartışılır olan ‘demokratik özerklik’ kararları ve tam da bu kararların açıklandığı il ve ilçelere yönelik olarak başlatılan bir devlet ablukası söz konusu.
Hem PKK saldırıları hem de devletin karşı saldırıları daha çok şehir merkezlerinde gerçekleşiyor.
Böyle olunca da sivil ölümleri, çocuk ölümleri artıyor.
Sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde, halk yasağı dinlemiyor, çocuklar sokağa çıkıp halaylar çekiyor, halk sabaha kadar tava tencere çalıp yasağı protesto ediyor.
Günlerce silah sesleri durmuyor.
Keskin nişancılar çocuk avlıyor sokaklarda. Yaralılar hastanelere taşınamıyor, 16-17 yaşında çocuklar kan kaybından ölüyorlar.
Cizre’de evinde öldürülen 13 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cesedi toprağa verilemediği için evinde bekletiliyor. Sokağa çıkma yasağı devam ediyor.
Bu nedir? Bütün bunlar nedir?

En sıcak olarak da, geçmiş yıllarda yine ölüm haberleri aldığımız Dağlıca’dan tabur komutanı da içinde olmak üzere, genelkurmayın sayısını bile söyleyemediği kadar asker ölümleri haberi geliyor.
10 mu, 15 mi, 20 mi? Toprağa düşmüş gencecik bedenler birer sayıya dönüşüyorlar.
Erdoğan sıcağı sıcağına konuşuyor, anlamak mümkün değil, insan donup kalıyor duydukları karşısında.
İşte bazı cümleler o konuşmadan:
“Belki şehitlerimiz olacak ama bu bizi asla durdurmamalı, kararlı bir şekilde devam etmeliyiz.” 
"Ben bugün 17 şehidimizin ailesini aradım. Hepsi de ‘Çocuklarımız bu vatan için feda olsun’ dediler. Tek bir olumsuz tepki almadım.”
“Şu ana kadar, teröristlerin özellikle ölüsü noktasında çok ciddi rakamlara ulaşıldı, binlerle ifade ediliyor. Sanıyorum ki artarak devam edecek.”
“Evet o Beştepe Külliyesi’yle güçlü Türkiye’nin temellerini atıyoruz. Çatlasalar da patlasalar da devam edecek. Bu arada şehitlerimiz olacak. O  babanın söylediği gibi, “5 evladım var, 5’ini de feda etmeye hazırım.” Bu babalar da var, karakteri bozuk olanlar da... “
“Tüm şehit yakını eş, anne babalarına sesleniyorum. Bizim dinimizde biliyorsunuz şehitler ölmez. Allah yolunda ölenler diridir ama siz bilemezsiniz.”
Evet, insan kulaklarına inanamıyor ama “karakteri bozuk babalar var” diyor Erdoğan, kimleri kastediyor ? Çocuğunu kuzu kuzu askere göndereceksin; ne için, kimin uğruna yapıldığı belli olmayan (ya da aslında olan) bir savaşa sürecekler, sonra da cesedini alıp iktidara ve Allah’a şükredeceksin, evladım şehit oldu diye. Eğer böyle yapmaz da “neden ?” diye sorarsan “karakterin bozuk” oluyor.
Bu nedir? Bütün bunlar nedir? Neden yaşıyoruz?

Bütün bu yaşananları PKK saldırılarına karşı verilen bir mücadele olarak görebilirsiniz.
Yaygın devlet görüşü olarak “3-5 eşkiyaya karşı girişilmiş bir vatan savunması” olarak görebilirsiniz.
“Yakında köklerini kurutacağız.” diyebilirsiniz.
Cesetleri soyup sergileyebilir, üzerlerine basıp poz verebilirsiniz.
Bir ilçeyi hayata kapatıp, sokağa çıkma yasağı ilan edip, sabaha kadar topa tutup sonra da “Cizre’de köklü PKK temizliği” diye manşet atabilirsiniz.
Bunların hepsi daha önce de yapıldı.
30 yıldır yapılıyor.
Sorun şu ki, bütün bunlar ve buraya listeleyemediğimiz her türlü askeri yöntem, bu kadar yılda hiçbir işe yaramadı.
Kürt sorununu sadece terör ya da PKK sorunu olarak görmek bu güne kadar hep aynı sonucu verdi, vermeye de devam ediyor.
Bugün aynı şeyleri söylemek savaşa, ölümlere, evlat acısına, gözyaşına onay vermek anlamına gelir.
Hatta yetmez, “Kürt sorunu yoktur, 3-5 eşkiya vardır, terörün kökünü kurutacağız” demek iktidar sahiplerini ölümlerden sorumlu da yapar aynı zamanda.

Nereden gelirse gelsin ve ne amaçla yapılırsa yapılsın şiddetin her türlüsü asla onaylayamayacağım bir durumdur benim için. Şiddet ortamının en kötü tarafı ise yarattığı dumanlı ortamda siyaset yapılmasını, haklı olanın bu haklılığın dolayı sahip olduğu gücü de kaybetmesine ve bazen haksız duruma düşmesine yol açabiliyor olmasıdır. Bugün içine girdiğimiz şiddet ve çatışma ortamı ne yazık ki bütün demokratik kazanımları, demokratik talepleri gölgede bırakmış durumda.

Gelinen noktaya neden geldiğimiz konusunda çok şey söylendi fakat şurası çok açık ki, Kürt sorunu 7 Haziran seçimleri sonrasında artık farklı bir boyuta taşınmıştır.  İktidar, bölgede büyük bir seçim zaferi kazanarak oyların neredeyse tamamını alan, 80 milletvekiliyle parlamentoya giren HDP’yi en baştan beri, “terör örgütü” olarak adlandırdığı PKK ile eş tutmakta ve HDP’nin zaferini, ortaya tek bir kanıt koyamasa da, seçim güvenliğinin olmamasına bağlamaktadır. Dolayısıyla da, seçim sonrasında başlatılan savaş, PKK diye topyekün olarak Kürt halkına karşı girişilmiştir. Başka bir deyişle söylersek, 40 yıldır verilen ve sonucunda, binlerce ölü dışında hiçbir kazanımı olmayan, kaybedileceği baştan belli olan bu savaş yeniden göze almıştır.

Hal böyleyken her şey çok umutsuz görülebilir. Fakat barış isteğinin Türkiye’nin her yerinden yükselen bir çığlığa dönüştüğü de çok açık görülüyor. Evet acilen olması gereken hemen silahların susması ve yeniden konuşma ortamına dönülmesidir. Bunu her iki taraftan da istemekten başka seçeneğimiz yoktur. 7 Haziran sonrası elde edilen büyük bir olanağın heba edilmemesi için; siyasetin, demokratik siyaset yapmanın yollarının açılması için derhal silahların susmasına ihtiyacımız var. Bunun için devleti beklemeye gerek yoktur, daha önce defalarca yaptığı gibi yine PKK tek taraflı ateşkes ilan edebilir.

Bugün çok daha fazla sayıda insan bu çatışma ortamına nasıl ve neden geldiğimizi çok daha iyi anlıyor. Demokratik bir seçim ortamını yaratabilmek için, sandıkta yeniden belki de daha sağlam bir zafer elde etmek için en azından silahların hemen susması, susturulması gerekiyor.
Bunu önce Kürt silahlı güçleri yapabilir, yapmalıdır.

Silahlar konuşunca sadece silahlar duyuluyor, oysa bizim birbirimizi duymaya ihtiyacımız var.

 

@ymbymb

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti