04 Ocak 2014

AKP, cemaat ve barışı ‘rehin tutmak’

Machiavelli’yi mezarında ters döndürecek bir pragmatizmle “evet, işimize gelince destekledik, şimdi desteklemiyoruz” diye yazmaya devam ettiler, ediyorlar

Bundan önceki iki yazımda, AKP-cemaat savaşından hareketle kariyerlerini Başbakan’ın siyasi geleceğine endekslemiş görünen “konjonktürel demokratlara” toplam 31 (yazıyla otuz bir!) soru yönelttim. Tahmin edilebileceği gibi, ipe sapa gelmez komplo teorileri ve ucundan zehir damlayan kalemleri dışında hiçbir silahları olmayan bu “demokratlardan” doyurucu tek bir yanıt bile gelmedi. Tersine Machiavelli’yi mezarında ters döndürecek bir pragmatizmle “evet, işimize gelince destekledik, şimdi desteklemiyoruz” diye yazmaya devam ettiler, ediyorlar. Ne de olsa omurgasızlığın, pişkinliğin hesabını soran yok!

Konjonktürel demokratların sıkıştıklarında sığındıkları son kale ise nedense kendi tekellerinde gördükleri barış süreci. İddia şu: Yolsuzluk operasyonlarının ya da onların deyimiyle “17 Aralık darbe girişiminin” asıl hedefi çözüm süreci. Bu anlamda operasyonlar savaşın devamını isteyen odakların öncülük ettiğiGezi “kalkışmasının” devamı.Bu noktada söz konusu tezin Kürt hareketi içindeki bazı kesimlerce de desteklendiğini vurgulamadan geçmeyelim. BDP milletvekili Nursel Aydoğan’ın 18 Aralık’ta TBMM’de yaptığı konuşma bunun en güzel örneği: “…bu operasyonların arkasında da çözüm sürecini sabote etmek vardır. Evet, net söylüyorum: Hükûmetin gücünü azaltmak istiyorlar, Hükûmeti farklı şeylerle muhatap hâline getirip çözüm sürecinde daha dik durmasını, daha çözüm sürecinin arkasında durmasını engellemeye çalışıyorlar …bütün bunları çok iyi anlıyoruz.”

Bu iddia iki varsayıma dayanıyor:

1. AKP iktidarı, Kürt sorununu çözmek isteyen ve çözebilecek tek siyasi aktör.

2. Cemaat (“yargı-emniyet cuntası”, “paralel devlet”, vs.) Kürt sorununu çözmek istemiyor; ya da en azından müzakere yoluyla çözmek istemiyor.

Birinci varsayım son derece sorunlu. AKP’nin çözüm sürecini başlatarak bugüne kadar hiçbir hükümetin atmaya cesaret edemediği adımları – hangi nedenle olursa olsun – attığı doğru. Öte yandan sürecin son birkaç yıldır ciddi biçimde teklediği, bir yandan sembolik adımlar atılırken hükümetin niyetinden kuşku duyulmasına yol açacak birçok gelişmenin de yaşandığı ortada. Evet, ateşkes sürüyor, ama bunda aslan payı iktidara değil, özellikle Gezi olaylarıyla başlayan süreçte son derece sabırlı ve sağduyulu bir duruş sergileyen Kürt tarafına ait. Bu çerçevede geçtiğimiz aylarda açıklanan, Kürt tarafında da ciddi bir hayalkırıklığına yol açan demokratikleşme paketinin bir kırılma noktası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Basit bir nedenle: Bugün artık iktidarın “istese” Kürtler tarafından uzunca bir süredir dile getirilen bazı talepleri yerine getirebilecek güce sahip olduğunu biliyoruz.

Üçörnekle yetinelim:

1. Yolsuzluk soruşturmalarının ucu Başbakanın ailesine kadar uzanıncabir gecede birçok hukukçunun anayasaya aykırı olduğunu iddia ettiği bir yönetmelik değişikliğini yapabilen bir hükümet neden bunca zaman KCK tutuklularının serbest kalmasını sağlayacak bir müdahalede bulunmaz?

2. Bir haftada yüzlerce polisi ve yargı mensubunu görevden alabilen, deyim yerindeyse emniyet ve yargıyı hallaç pamuğu gibi atabilen bir iktidar nasıl olur da Roboski, Lice ve Gewer katliamlarının sorumlularını bulamaz?

3. En önemlisi, bu kadar güçlü bir hükümet neden barış sürecinin geleceğini koruma altına alacak, süreci olası provokasyonlara karşı koruyacak yasal düzenlemeleri yapmaz?

İktidar çevreleri uzunca bir süre bu sorulara “biz aslında barış istiyoruz ama cemaat bırakmıyor” yanıtını vererek kamuoyunu ve Kürtleri oyaladı. Bu bağlamdaikinci varsayımın büyük ölçüde doğru olması, yani cemaatin (ya da cemaatin bir kanadının) retorik olarak barışı savunur gözükse de süreci baltalayacak girişimlerde bulunmasıiktidarın işini kolaylaştırdı. AKP, sıkıştıkça cemaati işaret ederek hem zaman kazandı, hem olumsuz gelişmelerin sorumluluğunu üstlenmekten kaçtı, hem de Kürt tarafını masada tuttu. Kürtlerin, Oslo müzakerelerinin kayıtlarını basına sızdıran, sürecin mimarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışan, medyadaki tetikçileri aracılığıyla “Türkiye bölünecek” korkusunu körükleyen bir güç karşısında, güvenseler de güvenmeseler de, iktidardan yana tavır almalarında şaşılacak bir şey yok.

Bu son nokta, Gezi olayları sırasında sıkça tekrarlanan bir görüşün yanlışlığını göstermek için özellikle vurgulanmalı. Kürtlerin AKP ile ipleri tamamen koparmaması, kendilerine bir şey vadeden başka bir siyasi aktör olmadığı düşünüldüğünde, son derece normal ve meşru. Cemaat, biraz önce belirttiğim gibi, sürece karşı. CHP ise içindeki ulusalcı kanat yüzünden paralize olmuş durumda. Partinin Dersimli başkanı, Dersim katliamına katliam bile diyemezken, partinin önde gelen isimleri Başbakan bir konuşmasında (o da K. Irak’a referansla) Kürdistan kelimesini kullandı diye soru önergesi vermekle meşgul. Böyle bir ortamda Kürtlerin masadan kalkmasıen başta kendi çıkarlarına aykırı.

Asıl sorulması gereken soru şu: Kürtler daha ne kadar sabredecek?AKP’nin arkasına saklandığı “cemaat barış istemiyor” varsayımının, doğru bile olsa, bugünkü konjonktürde bir önemi yok. Hükümetin “işine geldiğinde” neler yapabildiğini artık biliyoruz. Dolayısıyla iktidarın kamuoyunu ya da Kürtleri daha fazla oyalaması mümkün değil. Nitekim BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Nursel Aydoğan’ın konuşmasıyla aynı güne denk gelen “süreci cemaat bozuyor, hükümet mağdurdur yaklaşımını kabul etmiyoruz”şeklindeki sözleri bu görüşü doğruluyor. Yani AKP’nin artık barışı“rehin tutmak” gibi bir lüksü yok!Erdoğan, somut adımlar atmak, barışı ne kadar istediğini göstermek zorunda.

Son söz de barış karşıtıçevrelere gelsin. T24 sayfalarında da birçok kez ifade ettiğim gibi, barış süreci geri çevrilebilir bir süreç değil. Siyasi ibre hangi yöne kayarsa kaysın, AKP-cemaat kavgasından kim galip çıkarsa çıksın müzakereler bir şekilde devam edecek, çünkücemaat destekli bir ulusalcı koalisyonun bile – bugünkü konjonktürde – kazanamayacağı kanlı bir iç savaşı göze almadan “güvenlikçi” politikalara dönme seçeneği yok. Daha önce söylemiştik, yine söyleyelim. Kürtler tarih sahnesine çıktı ve oradan haklarına kavuşmadan inmeyecekler.

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.