06 Nisan 2014

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez

Ünlü Fransız tarihçi Ernest Renan 1882 yılında yaptığı bir konuşmada milleti bir ruh olarak tanımlar. Bu ruhun varlığını sürdürebilmesi her gün tekrarlanan bir halkoylamasına (plebisit) bağlıdır. Yani millet inşa süreci, milletin kendi kaderini tayin etmesiyle bitmez. Tersine, tam da o anda başlar. Millet, onu oluşturan bireyler ona bağlı olduğu sürece yaşar. Bireylerin bağlılığı sona erdiği zaman da, tıpkı bir canlı gibi, ölür.

Bir referanduma dönüşen 30 Mart yerel seçimleri bence 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin var olduğu şekliyle bitişini simgeliyor. Türkiye bundan sonra ya radikal bir şekilde yeniden yapılanacak (radikal derken “üniter” yapının sona ermesini kastediyorum) ya da ayrışacak.

Bu iddiayı son seçimin sonuçlarına bakarak ortaya atıyor değilim elbette. 30 Mart’ta ortaya çıkan tablo bize uzunca bir süredir gözlemlediğimiz, içten içe farkında olduğumuz bir gerçeğin kemikleştiğini gösterdi sadece. Askeri vesayetle ite kaka bir arada tutulan toplumun artık bir arada tutulamadığı, tutulamayacağı gerçeğini. Bu gerçekle ne kadar çabuk yüzleşirsek o kadar iyi.

2002’den beri her seçimde karşımıza çıkan tablo farklı değerlere, farklı ahlak anlayışına, hatta en geniş anlamıyla kullanacak olursak farklı kültürlere sahip üç Türkiye olduğunu gösteriyor bize.

Birinci Türkiye, Türkiye değil. Kürdistan ya da Türkiye Kürdistan’ı. On yıllardır süren mücadelenin sonunda bağımsız bir aktör haline gelen Kürtler ve siyasi alandaki temsilcileri BDP bu seçimlerle Güneydoğu’daki hâkimiyetini pekiştirdi; böylelikle demokratik özerkliğe geçişin altyapısını da oluşturmuş oldu. Öte yandan bu seçimler “İstanbul Türkiye’nin en büyük Kürt şehri” mitini de sandığa gömdü. Öcalan’ın inisiyatifiyle hayata geçirilmeye çalışılan HDP projesi en azından şimdilik tutmadı. Batıda yaşayan Kürtler başka partilere oy vermeyi tercih ettiler. Yani BDP Türkiyelileşmedi, Kürtlerin partisi olarak kaldı.

İkinci Türkiye, AKP’nin Türkiyesi. Sünni, milliyetçi, muhafazakar değerlere ve hayat tarzına sahip “çoğunluğun”, altını çiziyorum çoğunluğun Türkiyesi. Orta ve Doğu Anadolu’da yoğunlaşmakla birlikte başta büyükşehirler her yerde var olan bir Türkiye bu. Coğrafi olarak sınırlarını çizmek kolay değil. Benimsenen yaşam tarzı, değerler üzerinden çizmekse oldukça kolay. Sağ-sol ayrımında sağa, laiklik-dindarlık ayrımında dindarlığa oturan, siyasi görüşleri ve bağlılıkları net bir kitle bu. Aslında ideolojik anlamda MHP (ya da BBP, SP) seçmeninden farklı bir çizgide değil. O yüzden bu seçimlerde de gördüğümüz gibi, AKP’den kaçan oylar MHP’ye gidiyor.

Üçüncü Türkiye, malum, kıyıların ve kentli sınıfların (sadece orta sınıfların değil; Gezi’de de görüldüğü gibi alt sınıfın bir bölümünün de) Türkiyesi. 30 Mart seçimlerinde CHP’ye ya da AKP karşısındaki en güçlü adaya (HDP’ye oy atan ufak bir grubu da atlamayalım) oy atan bu Türkiye temel olarak aralarında gerginlik olan iki kesimden oluşuyor: Ulusalcı, katı laiklik savunucusu bir kesimle daha liberal, çoğulcu bir kesim. Üçüncü Türkiyeyi sağ-sol eksenine göre tanımlamak kolay değil. Ulusalcıların başörtüsü, Kürt meselesi gibi konularda liberal ya da özgürlükçü değerlere sahip olmadığını söylemek abartılı olmaz. CHP’nin içindeki ulusalcı kanatla hesaplaşmadığı, bu iki konuya dair net bir tutum belirlemediği sürece kıyılara ve “kerhen” verilen oylara mahkum olacağı açık. Azınlıkta olan liberal, sol, özgürlükçü grubun ise gidebileceği net bir siyasi adres yok (HDP’nin henüz böyle bir alternatif yaratamadığını daha önce belirttik). Bu yüzden de seslerini Gezi’de olduğu gibi sokaklarda, forumlarda duyurmaya çalışıyorlar.

Buraya kadar özetlemeye çalıştığım Üç Türkiye tezi çok da orijinal değil. Araştırmalar farklı değerlere sahip birden fazla Türkiye olduğunu yıllardır söylüyor zaten. 30 Mart seçimlerini özel kılansa bu farklılıkların kemikleştiğini değil, üç Türkiyenin birlikte yaşama iradesinin kalmadığını göstermesi. Yolsuzlukları, tapeleri, internet yasaklarını bir kenara bırakalım. AKP seçmeni bunların bir sivil darbe girişimi olduğunu düşünebilir. Bazı kamuoyu araştırmalarının gösterdiği gibi yolsuzlukları onaylamadığı halde AKP’ye oy atmaya devam da edebilir. Bunun nedenleri üzerine yazılıyor, daha da yazılacak.

Ama bir ülkenin Başbakanı 3.5 milyon insanın katıldığı gösterileri darbe olarak nitelendiriyor, o olaylarda başına isabet eden gaz fişeğiyle ölen 15 yaşında bir çocuğa “terörist” diyor, yas tutan annesini meydanlarda yuhalatıyor, buna rağmen yüzde 43 oy alıyorsa bu noktada artık birlikte yaşama iradesi sorgulamamız gerekir. Özellikle de meydanlar yuh sesleriyle inlerken 2 milyon insan o çocuğun cenaze törenindeyse.

Bu görüşün abartılı olduğu, farklı Türkiyelerin bugüne dek birlikte yaşamayı becerdiği iddia edilebilir. Belki. Ama kritik eşik aşıldı. Başbakan Erdoğan seçim sonrası yaptığı balkon konuşmasında “İstiklal savaşına” devam edeceğini açıkladı. Başbakanın medyadaki tetikçileri bir yandan gizleyemedikleri gülümsemeleriyle üçüncü Türkiye’ye “haydi, post-seçim travmanızı atlatın da konuşalım” çağrıları yapıyor, diğer yandan internet yasaklarını savunuyor, Anayasa Mahkemesi’nin kararını “gayrımilli” ilan ediyorlar. Bu arada üçüncü Türkiye’nin bir kısmı YSK kapılarında oyların yeniden sayılmasını bekliyor; diğer, ulusalcı, kısmı Cemaatle el ele şu hükümeti nasıl deviririz diye düşünüyor. Kürtler ise haklı olarak kendi geleceklerini kurmanın planlarını yapıyor, bu süreçte kendilerine destek verecek olan Türkiye’nin yanında konumlanıyorlar.

Hala ikna olmadıysanız henüz açıkken Twitter’a girin ve kaybolduktan bir gün sora cansız bedeni bulunan üç yaşındaki Pamir’le ilgili AKP yandaşlarının yazdıklarına, olayı nasıl Gezi’ye bağladıklarına bakın. İşini gücünü bırakıp arama çalışmalarına katılan gönüllülerle Pamir Aleviymiş, zengin bir ailenin çocuğu olmasa bu kadar haber olmazmış, Geziciler bundan nemalanmaya çalışıyormuş diye yazanlar sizce bir arada yaşayabilir mi?

Not: Bu yazıyı yolladıktan kısa bir süre sonra Pamir’in yan villanın havuzunda ölü bulunduğu haberi ajanslara düştü. Bu sırada iktidara yakınlığıyla bilinen ensonhaber.com sitesi “Zekeriyaköy’ün Beyaz Türkleri havuzlarınızı neden boşaltmadınız?” başlığıyla haber giriyor, AKP’nin ünlü troll hesaplarından @WUAttack “Bu sefer seçilen sembol daha manidar Kayıp bir çocuk Organize olanlar kendilerini vicdanın sesi olarak tanıtacak ve diğer herkesi suçlayacak” diye twit atıyordu. “Pamir’den sokak hareketi çıkmaz” diyen Cemil Barlas’a ek olarak. Allah Pamir’in ailesine ve çoktan bölünmüş Türkiye’de yolunu bulmaya çalışan herkese sabır versin!

Yazarın Diğer Yazıları

Erdoğan nefreti ve Soma; Gülay Göktürk’e bir cevap

Tokatladığı vatandaşa/göstericiye “İsrail dölü neden kaçıyorsun” diye hitap eden, yani açıkça ırkçı bir terim kullanan bir Başbakanla karşılaştınız mı

Gülen cemaati de yenilgiye uğruyor...

AKP Türkiye genelinde yüzde 40-45 bandında kalacak gibi. Bu sonuç, birçok yorumcunun söylediği gibi, seçmenin yolsuzlukları, vs. onayladığı anlamına gelmese de seçmenin AKP etrafında kenetlendiğini, seçim döneminde yaygınlaşan amiyane tabirle tabanın Erdoğan’ı “yedirmediğini” gösteriyor.

Mahçupyan'ın dünyası

Bu yazı aylar önce, örneğin Etyen Mahçupyan “‘Yeni’ Gençler ‘Diktatöre’ Karşı” başlıklı yazısını kaleme aldığı Temmuz ayında da yazılabilirdi.

"
"