14 Kasım 2012

Kan tutulmasına dur deyin!

Önce sözüm size Sayın Cumhurbaşkanı Gül! Görevinizi yapın, mevki-mansıp, denge hesaplarını, siyasî suskunlukları bir yana bırakın...

 

Önce sözüm size Sayın Cumhurbaşkanı Gül! Görevinizi yapın, mevki-mansıp, denge hesaplarını, siyasî suskunlukları bir yana bırakın, sesinizi yükseltin. Ülkemizin üstüne çöken ölüm bulutlarını dağıtmak için, acemi cellatların kafamızın üstünde sallandırdığı yağlı urganları, soluduğumuz havayı zehirleyen cellatlık özlemlerini, her boydan, her kesimden ölüm tellallarını yaşamın, insanın ve vicdanın çığlığıyla geriletin, susturun. Halk idam istiyor, halk ölüm istiyor diyenlere inanmayın. Halk, bütün kesimleriyle tek bir şey istiyor: Kanın, ölümün, savaşın durmasını. Tarihe; kanın durmasını engellemek için parmağını bile kıpırdatmamış Cumhurbaşkanı olarak geçmeyin. Bunu hak etmiyorsunuz. Elinizde her türlü yetki var, ölümleri ve cellatları durdurmak için kullanın yetkinizi.

Sonra sözüm size AK Partili siyasiler; hükümet üyeleri, milletvekilleri, kanaat önderleri, medya mensupları! Biliyorum, bir yerde bu kadar kan akınca ölüme kanıksanır; akan kan karşısında çaresiz kalınınca insanları kan tutar. Sıyrılın kan uykusundan, sıyrılın başbakanınızın korkusundan ve de o korkunun temelindeki mevki, gelecek kaygısından. İnsan olduğunuzu, ölümlü olduğunuzu, pıhtılaşmış kanla körelmiş de olsa bir vicdanınız bulunduğunu hatırlayın. Dur, deyin bu gidişe. Ölüm oruçlarına, idam tartışmalarına dur deyin. Fısıldayarak söylediğinizi, aman duymasınlar diye etrafı kollayarak yakınlarınızla alçak sesle dertleştiğinizi biliyorum. Cesaret edin, yüksek sesle konuşun, geleceği kan ve ölüm üzerine değil barış ve umut üzerine inşa edelim diyerek uyarın başkanınızı. Onun üzerinde en fazla sizler etkili olabilirsiniz. Biliyorum; çoğunuz hırçın, acımasız, insansız bu üsluptan memnun değilsiniz. Biliyorum; sizlerin de yüzü kızarıyor duyduğunuzda. Ama susuyorsunuz ya da kamuoyu karşısında aranızdan bazılarının, mesela son olarak Dışişleri Bakanınızın yaptığı gibi “Başbakan öyle demedi de böyle dedi, idamı Türkiye için değil de Avrupa için savundu” gibi üç yaşında çocuğu bile kandıramayacak türden tevillere çabalıyorsunuz. Ama zırva tevil götürmüyor.

Sözüm sizlere! Hangi görüşten, hangi partiden, hangi bölgeden, hangi kimlikten olursa olsun bu ülkenin bir parça barış, bir parça huzur isteyen iyi insanlarına. Sizleri oy hesaplarına, iktidar tutkularına yem yapmaya kalkışan; cellatlık heveslerine, ölü seviciliklerine, insansızlık ve vicdansızlıklarına sizleri tanık ve yandaş göstermek için korkularınızı, öfkenizi, tepkinizi sömürenlere dur deyin. Durun, biz halkız belki çabuk kanarız, belki öfkeliyizdir, çoğu zaman da acımasız oluruz ama ölümdenr yana değiliz, yaşamaktan ve yaşatmaktan yanayız diye haykırın. Unutmayın, hepsi, bütün iktidar sahipleri yapacakları her iş için size muhtaçlar. Ve sizleri insanların öldürülmesinden, ölmesinden, ipe çekilmesinden yana göstererek kanlı iktidarlarını korumaya çalışıyorlar. Dur deyin, sus deyin bunlara. Kendinize hakaret ettirmeyin, bu halk cellat ruhlu dedirtmeyin. Kan kanla yuğulmaz ve bir kişiyi öldüren insanlığı öldürmüş olur, hatırlayın.

 

Soluduğumuz Hava Zehirleniyor

 

Soluduğumuz hava ne kadar kirlendi, farkında mısınız? Artık zehir soluyoruz. Kendimi bildim bileli -ki az zaman olmadı, yarım asırdan fazla­- çok acı günler yaşamış bu ülkede atmosfer hiç bu kadar bulanık, kirli, kan kokulu, zehirli olmamıştı. En baştakilerden sıradan yurttaşa kadar, kademe kademe hepimiz cinnet geçiriyoruz. Bir yerde ölüm olağanlaşırsa, öldürmek her ne amaçla olursa olsun mubah görülürse; önce yaşam, önce insan yerine “Yaşasın ölüm, gelsin idam” çığlıkları yükselirse, bilin ki orada vicdan da, ahlak da, gelecek de kararmıştır.

Belki bu zehirli havaya alıştığınızdan farkında değilsiniz, değiliz; bu ülke en yaşamsal olanı: umudunu yitirdi. Umudun tükendiği yerde gelecek yoktur. Umut, kanda yaşamaz, ölümden umut doğmaz. Cumhurbaşkanı’ndan AK Partililere, onlardan diğer siyasilere, sesi çıkan, sözü olan herkese, bir yurttaş olarak sesleniyorum; Tayyip Erdoğan’ın, yüzünde müstehzi bir gülücükle söylediği şu sözleri bir daha düşünün: “BDP’liler açlık grevlerine devam etsinler, rejim yapmaya ihtiyaçları var.” Bu sözler karşısında yüreğiniz donmuyorsa, söyleyen adına utanmıyorsanız ve bu sözlerin sahibini vicdana davet etmek için elinizden ne gelirse yapmıyorsanız, bu defa kendiniz kendinizden utanın. Tıpkı kendine sol adını yakıştıran, dergisinin adı bile Türk Solu olan güruhun: “Aferin, ölüm oruçlarına devam edin de hepiniz geberin” türünden sözleri gibi. Tıpkı neredeyse kelime kelime aynı şeyleri söyleyen iri kıyım BBP’liler gibi. Nasıl da birleşiyorlar kin, nefret ve ölüm tüccarlığında görmüyor musunuz! Ölüm oruçlarına, BDP’ye, PKK’ye, hatta Kürtlere karşı olabilirsiniz. Sert eleştirebilir, sert konuşabilirsiniz. Ama yukardakine benzer sözler ne siyasete ne mücadeleye sığar. Bilerek yapılıyorsa ağır provokasyon, bilmeyerek yapılıyorsa en azından ayıptır.

 

İnançlarınıza, Partinize, Kendinize ve Ülkemize Kıymayın

 

Sözüm, gerçek inanç ve vicdan sahibi AK Partililere ve yandaşlarına. Sizleri peşinden sürükleyen başkanınız ve hükümetinizin başı olan, grup toplantılarında ayakta alkışladığınız, ağzının içine baktığınız, velinimet kabul ettiğiniz kişide, bir süredir, hastalığından ve ameliyatından bu yana gözlenen değişimin farkında değilseniz, farkına varın. Farkındaysanız tavrınızı koyun, uyarı görevinizi yapın. Hekimler benden çok daha iyi bilirler. Bu türden ameliyatlarda ve sonrasında alınan ilaçların kişide çok ciddi ruhsal sarsıntılar yarattığını söyleyeceklerdir. Ben şahsen ailemden birkaç kişide gözledim bu durumu. Çok sakin, saygılı, dengeli, melek gibi insanların sinirli, tepkili, acımasız hale geldiklerini, öfkelerini kontrol edemediklerini üzülerek, içim acıyarak gözlemledim. İnsanız, bütün insanî zaaflar bizim için. Ama benim tanıdıklarım sıradan insanlardı, öfkeleri, tepkileri aile bireylerini etkilerdi olsa olsa. Ancak Başbakan ülkenin kaderine hükmediyor, hem de tek adam, tek şef olarak. Soluduğumuz zehirli havayı her an biraz daha ağırlaştırarak ölümü ve kanı kutsarken, onun ve benzerlerinin dilinden dalga dalga kitlelere yayılan mesajlar halkı ölmeye, öldürmeye teşvik ediyor. Hapishanelerdeki açlık grevleriyle dalgasını geçerken olsun, ölüm cezası gibi ilkel bir musibeti önerip tartıştırırken, kitleleri bu fikre ısındırırken olsun bu ülkenin insanlarının vicdanlarını aşındırdığını, kararttığını belki kavramıyor.

Onun ve peşinden aynı çizgide yürüyenlerin, -iktidardakiler, muhalefettekiler hiç fark etmez-  kavramadıkları, anlayamadıkları bir şey daha var: dinlerine, inançlarına, partilerine ve kendi canlarına kıydıkları...Müslüman olduklarını söyleyenler bir düşünsünler: Bu gaddarlık, bu insansız söylem inançlarının neresinde var? Nasıl inanabiliriz dindar Müslümanlar olduğunuza insan hayatını böylesine hiçe sayıyorsanız. Ya da nasıl bir inanç, nasıl bir dindir ki, ölümü kutsar. Dininize, inançlarınıza kıymayın beyler!

Bu söylemleri, bu düşünceleri partinizle nasıl bağdaştırıyorsunuz AK partililer. Böyle çıkmadınız yola. Partinize, on yıl önce savunduğunuz ilkelerinize kıymayın, berhava etmeyin.

Kendinize de kıymayın Sayın Başbakan, kendinize kıymayın ağızları köpürerek idamı savunan her kesimden siyasiler. Burası Türkiye, burası oy toplamak için birbirinizle “Ölüm cezasının geri gelmesini önce biz, yok hayır önce biz önerdik” diyerek cellatlık yarışına giren siyasetçilerin ve bir zamanlar da utanmadan “Asmayalım da besleyelim mi” diyebilen cuntacı vesayetçilerin ülkesi. Burası hukukun, adaletin dönem dönem ister sivil, ister askerler tarafından zorbalıkla yok edilebildiği Türkiye. Bırakalım Osmanlı dönemini bir yana, Cumhuriyet tarihinin utanç verici siyasal idamlarla kanlandığı Türkiye...Dün, Terörle Mücadele Yasası’nın çıkarılması ve sertleştirilmesi için kıyasıya mücadele vermiş olanlar bugün aynı yasayı ihlalden tutuklu yargılanıyorlar. Yarın ne olacağı bilinmez.

Ve yarın başkaları için istediğiniz kötülükler -Allah bin kere korusun- sizin başınıza gelirse eğer, sizleri insanlık adına ve dokunulmaz, tartışılmaz yaşam hakkı adına savunmak, sakınmak, korumak yine benim gibilere düşecek.

Ülkeye kıyarken, kendinize kıymayın bari.

 

Yazarın Diğer Yazıları

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?

45 bin polisin işe koşulduğu bir ortamda, eski gücünde olmayan sendikal hareketin, uzun yıllardır pasifize edilmiş, aş-iş-ekmek derdindeki emekçi sınıfları Taksim'e çıkarmaya niyeti vardı, ama gücü yoktu

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır