21 Eylül 2014

'Yüzleşme' bahsine giriş

Yüzleşm imkanını Türk-Kürt, Türk-Ermeni ve diğer meselelerimizde kullanmak zorundayız. Hakikat zemininde yeni bir ilişkilenme

Bir önceki yazıda, Türk-Kürt meselesinde izlenen çözüm sürecinin en önemli eksiğinin yüzleşme mekanizmaları olduğunu vurgulamış ve şöyle demiştim:

“Barışçı çözümün ikinci [ilki şiddetsizlik] önkoşulu olarak eşitlik üzerinden baktığımızda, mevcut sürecin şimdiye kadar burada sıraladığım taleplerin yerine getirilmesi konusunda genel topluma yönelik bir pedagoji geliştir(e)mediğini görüyoruz.”

“Türklerin / Türkçenin üstünlüğü kabulünün bilinçli / bilinçdışı yollarla tesis edildiği Türk çoğunluk, o hâkim konumundan nasıl vaz geçecek de kendisini Türk-olmayanlarla eşdeğer görmeye başlayabilecektir?”

“Türk-Kürt meselesinin yakın / uzak tarihiyle, eşitsizlik meselesiyle yüzleşmeden bu hâkim konumdan vaz geçmek mümkün olabilir mi?”

Bu kritik sorunun cevabı net bir şekilde “hayır”dır. O yüzden çözüm süreci denilen sürecin oldukça kırılgan ve kaygan bir zeminde yürütüldüğünü ve bu haliyle devam ettirildiği takdirde kalıcı ve adil bir barışa ulaşmanın pek mümkün olamayacağını düşünüyorum. Yüzleşmeden olmaz!

 

Nedir ki şu “Yüzleşme”?

 

Son yıllarda Türkiye’nin politik hayatında giderek daha çok kulağımıza takılan başlıca kelimelerden biri haline geldi yüzleşme. Çok sayıda politikacı, yorumcu, yazar vb. sık sık Türkiye’nin şununla ya da bununla yüzleşmesi gerektiğini belirtiyor. Başkaları açıktan ya da örtük biçimde “ne yüzleşmesi?” diye homurdanıyor.

Neredeyse Türkiye’deki anaakım siyasetin bile bir parçası haline gelen bu yüzleşme nedir, nasıl bir şeydir, neleri kapsar, bileşenleri nelerdir, nasıl yapılır, ne işe yarar? Bu soruları birkaç yazıda ele almak istiyorum. Bugünkü kısımda yüzleşmenin anlamı ve katmanları üzerine genel bir giriş yapalım.

Yüzleşmek Türkçenin güzel kelimelerinden biri. TDK Sözlüğü üç anlam sıralamış: “1) Bir olayı ileri sürenle, inkâr eden kimselerin yüz yüze gelerek sözlerini tekrarlaması; 2) Yüz yüze gelmek; 3) Farkına varmak, iyice anlamak.”

Yaygın kabul gören anlamı: Bir olayla / durumla / yaşanmışlıkla ilgili iki farklı versiyon sunan (genellikle biri iddia eden, diğeri inkar eden) iki kişinin yüz yüze, karşı karşıya gelmesi, yüzleşmesi. Tanıklar huzurunda ya da değil, yüz yüze gelecekler de ne olacak? Birbirlerinin yüzlerine, özellikle gözlerinin içine bakacaklar, tanıklar varsa onlar da bu iki yüze ve iki çift göze bakacaklar.

Amaç? Kim doğru söylüyor, kim yalan anlamak için: Hakikati aramak için (farkına varmak ve iyice anlamak için). Zira insanlık tarihinden süzülüp gelen bilgeliklerden biri, yüzümüzdeki / gözlerimizdeki minimal oynamaların bile bizim duygularımızı ele vereceği yönündedir (ki bu bilgelik yakın zamanda kimi bilimsel araştırmalarla teyit edilmiştir).

Duygular öznel hakikatlerimizdir. Hele de başka bir yüze / gözlere bakarken duygularımızı saklamak çok daha zordur. O yüzden gerçeklerden kaçtığını ya da yalan söylediğini düşündüğümüz birine “yüzüme / gözlerimin içine bakarak konuş” deriz ve konuşurken dikkatle yüzünü / gözlerini inceleriz.

Yüz yüze bakmanın, duyguları, dolayısıyla hakikati, ortaya çıkarmak konusunda katkıda bulunmasının yanında bir de iki kişi arasında insani bağ kurma potansiyelini arttırdığını da eklemeliyiz. Bütün toplumlarda insanların büyük çoğunluğu için bir insanın gözünün içine baka baka onun canını yakmak çok çok zordur. Bir insanın acısını, ıstırabını göre göre o kişiye acı vermeye devam etmek ancak ciddi anti-sosyal kişilik yapısına sahipseniz ve / veya o kişiyi nefret / itlaf edilmesi gereken bir tehdit / düşman olarak görebiliyor ve bu nedenle o kişiyi insan-dışı bir konuma itebiliyorsanız mümkün hale gelir.

Başka birinin yüzünde / gözlerinde bir acı / ıstırap gördüğümüzde “ayna nöronlarımız” devreye girer, o acıyı bir şekilde kendi bünyemizde hissederiz. Empati, şefkat ve merhamet gibi insani duygularımız ve vicdanımız, bizi acı vermekten alıkoyar. Dolayısıyla, yüzleşme ediminin ilk ürünü hakikat ise, ikinci ürününün de empati ve vicdan üzerinden öteki ile ilişkisel bir alan yaratmak olduğu söylenebilir.

Tabii ki yüzleşme, bu iki ürünün ortaya çıkışını otomatik olarak garanti etmez, ama ortaya çıkış ihtimallerini ciddi biçimde arttırır. Bu iki ürünün sentezi söz konusu olabilirse, hakikat temelinde yeniden kurulmuş bir ilişkide barışçıl bir uzlaşı (reconciliation) konumundan bahsedilebilir.

 

Yüzleşmenin Katmanları

 

Yüzleşme ediminde sanki bir silsile takip edilerek değişik katmanlarla yüzleşilmektedir:

 

1.    Karşımızdaki Öteki: Ben’in karşısında O, Biz’in karşısında Onlar olarak Öteki. Bizden farklı, bizimkiyle çelişebilen bir hikâyeleri vardır.

2.    Öteki’nin yüzü, gözleri, duyguları: Farklı bir öznellikle karşılaşmak sarsıcı olabilir.

3.    Kendi duygularımız: İzin verdikçe ve güvendikçe yoğun ve karmaşık biçimlerde ortaya çıkabilecek, bizi şaşırtabilecek, ama aynı zamanda ifade edildikçe ve işlemlenebildikçe rahatlatabilecek duygularımız.

4.    Geçmiş, anılar, olgular, gerçekler:

a.    Suçlarımız / kabahatlerimiz ve / veya

b.    Travmalarımız / acılarımız

5.    Bir bütün olarak kendimiz: Neymişiz, neler yaşamışız? Bir mağdur olarak nelere maruz kalmışız, ne tür incinmişlikler yaşamışız? Ya da bir fail olarak kimleri nasıl incitmişiz? Bütün bunlar neden olmuş, bedeli ne olmuş? Mağdur konumundan da fail konumundan da bu soruların cevapları oldukça sarsıcı ve dönüştürücü olabilir. Samimi ve sahici bir yüzleşme süreci, kendisiyle yüzleşenler için devrimcidir. İçimize bakarız, karanlıklarımızla, düğümlerimizle halleşiriz, içgörü geliştiririz, yenileniriz. Yüzleşme, mağdurların zedelenmişliklerini tamir edip güçlenmesi için; faillerin de asgari insani etik çerçeve içine (tekrar) girebilmesi için kapı açar.

 

Kısacası, Öteki ile başlayan yüzleşme sürecimiz, dönüp dolaşıp aynada kendimize baktığımız, gereği gibi yapabilirsek kendimize dair çok daha derinlikli ve sahici bilgi sahibi olduğumuz ve kendimizi dönüştürebileceğimiz bir sürece doğru evrilir. Kendimizle yüzleştikten sonra tekrar dönüp değişmiş / yenilenmiş (bir anlamda “arınmış”) halimizle Öteki ile bu sefer hakikat zemininde yeni bir ilişkisellik yaratabiliriz. Bu anlamda yüzleşme bir imkândır.

Bu imkânı Türk-Kürt, Türk-Ermeni ve diğer meselelerimizde kullanmak zorundayız. Hakikat zemininde yeni bir ilişkilenme. Bunu yapmadan hangi sorunumuzu çözebiliriz?

Bu konuya devam edeceğim…

@PakerMurat

 

Yazarın Diğer Yazıları

Travma psikolojisi, travma terapisi

Travmatik olayın en temel etkilerinden biri kişinin sembolizasyon kapasitesine ket vurmasıdır. O anlar için söz yoktur, kurulamaz haldedir.

Darbe Girişimi - 1

Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor

Büyü yapsak Kürt sorunu biter mi?

Değişik tonlarıyla baskı, asimilasyon ve şiddet politikalarının işe yaramadığı açık değil mi?