10 Nisan 2017
Leyla Bektaş-Ata
Ayfer Tunç, 1970’li yılların gündelik hayatını anlattığı Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı eserinde, lisede yatılı okuduğu dönemde trenle evine giderken önünden geçtiği Süreyya Plajı İstasyonu’nu çevreleyen kabartma resimli duvarlara bakmaktan hoşlandığından bahseder. Sahildeki neşeli, gürbüz kızları resmeden kabartmaların kötü ve orantısız olduğunu düşünmekle birlikte bu resimleri ne zaman istese duvarların üzerinde görebileceğinden emindir. Bir gün duvarlar sökülür ve demiryolu ile plaj arasına giren sahil yolu, Tunç’un “hayatı[nı] renklendirmiş küçük şeylerin yok olacağını, olabileceğini, ilk kez o duvarların boşluğunu hissedince” anlamasına aracı olur: “Geçmişimizi oluşturan o dikkate değmez, sıradan, önemsiz, alelade şeyler bir aradayken meğer ne kadar anlamlıymış”.[1] Bu metin, geçmişimizi oluşturan o dikkate değmez, sıradan, önemsiz, alelade şeylerin bir aradayken ne kadar anlamlı olduğunu hatırlatmayı umuyor. Kaybettiğimiz duvarlar yerine örülenlerin açtığı yarığı fark edilir kılmak için 90’lı yılların gecekondu mahallesinin sokaklarında ip atlıyor, 2000’lerin ilk on yılında apartmanlar arasında gezinirken aslında hiçbir yere yerleşemiyor ve bugünün İstanbul’unda bir güvenlikli sitenin bitmeyen, uzun koridorlarını, adımda bir yanan fotoselli lambanın ışığında arşınlıyor. Evlerle birlikte kentler, mahalleler değişiyor ve komşular, komşuluklar. Bu esnada “iyi bir komşu”nun tanımı ve “iyi bir komşu”dan beklentiler de bambaşka haller alıyor.
Yer: Limontepe. Çoğunlukla tek katlı, çatılı, yaşayanların kendi elleriyle yaptığı evlerden müteşekkil, İzmir’de bir gecekondu mahallesi. Evlerin birbirlerinin önünü kesmeyecek şekilde sıralandığı, balkonun es geçilmediği, ufak bahçelerde bir iki meyve ağacının yetiştirildiği, komşunun komşuya selam vermeden geçmediği…
Limontepeliler’in beni büyüten hikâyelerinde, yıllar sonra okuduğum Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nda Çiçektepe halkının yerleşim ve mahalle kurma süreçleriyle benzeşen yanlar vardı.[2] Masalı okurken çoğu zaman, Çiçektepe yerine Limontepe bayırlarında ve sokaklarında geziniyor, komşularla sohbet ediyor, toprak yollarına sivri bir taşla çizdiğimiz sek sek oyununun içinde buluyordum kendimi. Tekin’in çiçekle bir bağ kuramadığı halde adını Çiçektepe koyan gecekondu mahallesi mi yoksa yalnızca bizim evin minik bahçesinde limon ağacı olmasına ve tepede değil de büyük kısmı dere yatağının hemen çevresine kurulmasına karşın adının Limontepe olması mı daha ironikti, buna da ilk elde yanıt veremiyorum. Ancak bu hikâyeleri benzer kılan, gecekondu mahallesi anlatılarındaki ortaklıktı. Mahallelinin doğrudan katılımını ve emeğini çağıran ev yapımı, Türkiye’de yarım yüzyıldan uzun zamandır sürdürülen kentleşme deneyiminin en belirgin özelliği olan bitip tükenmeyen yıkıp yeniden kurma sürecini içinde barındırır.[3] İnşası hiç bitmeyen ev anlatıları, babamın bizim küçük evin merdivenini her yıl kırıp başka bir yöne çevirişini getirir gözlerimin önüne. Bu mahallelerde inşa, komşuluk, dayanışma, yardımlaşma ilişkileri için de kurucu bir pratik haline gelir. Yıllar sonra araştırma yapmak için mahalleye tekrar döndüğümde ve kuruluş hikâyesine, yaşayanların anlatıları aracılığıyla kulak verdiğimde, annemle babam aylarca bizim evin inşaatıyla uğraşırken (henüz iki yaşındaki) beni oyalayan, benimle oynayan, karnımı doyuran, tırnaklarıma ilk defa oje sürenlerin komşularımız olduğunu öğreniyorum. İyi bir komşu beni büyüten komşu mudur?
Yer: Aynı mahalle.
Yazların uzun, kavurucu geçtiği İzmir’de, güneşin batmaya yüz tuttuğu saatlerde sokakları bir baştan bir başa koşmaya, sek sek oynamaya, ip atlamaya, tombilibiç diye tutturmaya başlamak için alt edilmesi gereken uzun gündüzler vardır. Çocukların geçip gitmesini beklediği sırada ev bütçesine katkıda bulunmak için evde yapılan işlere yardım ederken saatleri saydığı ya da anne-baba işe gittiği için ev işlerini, kardeş bakımını ve yemek yapımını sağlamaya çalıştığı. Yazları mevsimlik işlerde, çoğunlukla sigortasız olarak çalışan, gün doğmadan evlerinden çıkan ve karanlığa doğru evlerine dönen annelerden birinin evinde, ev işlerini yapmaya çalışan, gazeteden kestiği tariflere uygun yemekler pişirmeye uğraşan bir çocuk. Ocakta pilav pişiriyor. Bir yandan da kardeşiyle çizgi film izliyor. Televizyona öyle dalıyor ki, ancak yanık kokusu gelmeye başlayınca yemek yaptığını hatırlıyor. Mutfak dumana boğulmuş. Kömüre dönmüş pilavın yapıştığı tencere kapkara bir hal almış. Çocuğun aklına ilk gelen annesinden yiyeceği terlik. Koşarak komşusundan yardım istemeye gidiyor. Komşusu hamile. Doğurdu doğuracak. Alnından terler akıtarak mutfağa giriyor. Bir yandan da çocuğu teskin etmeye çalışıyor. Olur böyle ev kazaları, ona bir şey olmamıştı ya! Çocuk annesinin titizliğini ve eşyalarına gösterdiği özeni iyi biliyor. An geçtikçe korkusu büyürken komşu da tencereyi temizlemek için hamile haliyle kırk derecede uğraştıkça uğraşıyor. Tencere bütünüyle eski haline dönmese de epey temizleniyor. İyi bir komşu annenden yiyeceğin terliğin önüne geçen komşu mudur?
Yer: Eskişehir’de çeşitli apartman daireleri
Uzun yıllar mahalle hayatı içinde yaşayıp da kimliğinin anonimleştiği bir ortama üniversite öğrencisi bir genç kadın olarak geçiş yapmak, özgürlük kavramıyla farklı karşılaşma biçimlerini selamlamaya olanak sağlar. Her yanının tanıdıklarla çevrili olduğu bir ortamdan tek başına uzaklaşmak ve bir tek kişiyi bile tanımadığın bir kentte iletişimde/ilişkide olacağın herkesi kendi başına seçmek (ya da öyle olduğunu sanmak). Yaşayacağın evi, arkadaşlarını, dostlarını… Bu durum bir de on yedi yaşlarında başına geliyorsa, kişinin pek çok şeye muktedir olduğu hissi perçinlendikçe perçinlenir. Zamanın yavaş aktığı, etrafın aşina simalarla çevrili, daha muhafazakâr bir yaşam biçiminden değişimin merkeze yerleştiği bir hayat tarzına geçişi de simgeler bu durum. Hâl böyleyken arkadaşlar, ev arkadaşları, evler, mahalleler çok sık değişir. Bir yerleşememedir ki üniversiteye başlayınca başlar, bitince biter mi bilmem. Komşular bu resmin neresinde derseniz, hiçbir yerindedir. Ya da siz öyle düşünürsünüz. Ta ki yeni taşındığınız bir apartmandaki üst komşunuz, taşınmanız için yardıma gelen arkadaşlarınızı yalnızca erkek olduğu için, mahallenin “namusunu” korumak adına kahvehaneden topladığı bir kamyonet dolusu adamla ölümüne dövene kadar! O zamana dek ihmal ettiğiniz “komşu”, elinde palayla beliriverir karşınızda. Bir daha bu eve erkek bir sineğin bile giremeyeceği konusunda “nazikçe” uyarıldığınızı anlarsınız. Kaşı yarılan arkadaşlarınıza mahcup, yeni emlakçılar, evler, komşular ararsınız kendinize, “iyi bir komşu” kimdir diye sorarken. İyi bir komşu namusunuzu korumak için en yakın arkadaşlarınızı, öldürmek pahasına dövmeyen komşu mudur?
Yer: İstanbul’da binlerce kişinin ayakkabı kutuları gibi dairelere sıkıştırıldığı bir güvenlikli site. Tamamen beton, kocaman, gri yapılardan oluşuyor. Otuzlu katlara erişiyor başı. Kenarında bulunduğu çevreyolundan duvarlarla ayrılan sitenin güvenlik noktaları yalnızca bu sitede yaşayanların ya da onların nezaretindekilerin girmesine müsaade ediyor.[4]
Yıllardır özlemini çektiği tek başına yaşama lüksüne erişebilmek için İstanbul’un çeperlerini zorlayan (İstanbul’un bir çeperi var mı?) bir kurgu ilçe olan Başakşehir’e, birkaç yıl önce inşa edilen bir güvenlikli siteye yerleşen kadın “kendine ait oda”dan “ev”e geçerken daha üretken olacağını düşlüyor. Birkaç parça kıyafetini ve bilgisayarını alarak yerleştiği eşyalı daire aydınlık ve sessiz. Yaşadığı bir önceki apartmanın hemen önüne başka bir bina inşa edildiği için karanlık, üst kat komşuları çoluk çocuk evin içinde debelenip durduğu, günün enteresan saatlerinde kavgaya giriştiği için de gürültülüydü. Oh çekti. O kadar sessizdi ki, bir otelin koridorlarında ilerliyormuş gibi geçip gittiği yarı karanlık metrelerce koridorun yarattığı ürpertiye sırf bu yüzden tahammül edebilirdi.
İki gün sonra: Ses olsun diye yıllardır ilk kez televizyonun kumandasına uzandı. Sonra evde olduğu her gün tekrarladı bu hareketi. Ses olsun diye.
Bir hafta sonra: İlk defa bir anahtar sesi duydu. Koşarak kapıya gitti. Gözetleme deliğine yapıştırdı gözünü. Kimseyi göremedi. Yetişememişti. Harbiye’de evde bunaldığı zaman dışarı çıkar, sırtını Taksim’e verir, Maçka Parkı’na doğru salınırdı. Bir koca ağacın gövdesine yaslanıp kitabını okurdu. Evde bunaldı. Etrafı keşfetmeye ve bir kafede çay içip bir şeyler okumaya karar verdi. Çantasına kitabını koydu. Dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Karşı daireyle arasındaki mesafenin ne kadar az olduğunu fark etti. Bir metre var yok. Şimdi komşum çıksa nasıl tepki veririm diye sordu kendine. Sorusunu yanıtlayamayınca asansöre yöneldi. Daha sonraki günlerde de bu soruya aynı tepkiyi verdi. On dördüncü katta oturuyordu. Pek hoşlanmasa da asansörden başka şansı yoktu. Üst katlardan birilerine rastlarım belki, diye aklından geçirdi. Rastlamadı. Yine boş açıldı asansör. Otoparka inip arabasına bindi. Sitenin dışına çıktı. Hepsi güvenlikli sitelerle çevrili etaplar arasında, otomobil tekerlekleri yerine kendi ayaklarını kullanmayı tercih eden kimse göremedi sokakta. Sokak da göremedi. Otomobiller için cadde ve yine otomobiller için kaldırımlar gördü. Bütün etapları turladığı halde alışveriş merkezleri dışında bir kafe, çaycı, pastane, lokanta bulamadı. Gerisin geri eve döndü. Karşı daireye tedirgin bir bakış attı. Hiç ses gelmese de acele edip kapıyı açtı ve içeri girdi. Televizyonu kapatmamıştı.
İki hafta sonra: Bir arkadaşını aradı. Akşama kendisine gelmeye ikna etmeye çalıştı. Hem yeni evini görürdü. Uzak buldu arkadaşı, gelmeye üşendi: Yol, dedi, trafik, dedi. Kadın çaresiz, peki, dedi. Okulun açılmasına kaç gün kaldığını hesapladı. Dönem içerisinde evde vakit geçirmeyi, kendi çalışmalarına vakit ayırmayı iple çektiği halde şimdi okula dönmek istiyordu. Evde geçirdiği bu sürede hiç çalışamamıştı. Boş odalar içerisinde geziniyor, balkona çıkıp etrafı seyrediyor, ne dediği belli olmayan boğuk asfalt sesine kulak vermekten, saniyesinde yerini yenisine bırakan minyatür otomobilleri izlemekten yorulup içerinin kulakları sağır eden sessizliğine katılıyordu. Yıllar sonra ilk defa bir komşum olsaydı, çaya çağırsaydı, biraz sohbet etseydik diye düşündü.
Bir ay sonra: Sitenin önünden kalkıp alışveriş merkezine giden servise yetişmek üzere kapıya yöneldi. Tam bu esnada karşı komşusunun anahtar sesini duydu. Bu sefer gözetleme deliğinden de bakmadı. Komşusunun içeri girip kapısını kapatmasını bekledi. Koridorda kimsenin olmadığından emin olunca dairesinin kapısını açtı ve asansöre yöneldi. İyi bir komşu senin anahtar sesini duyunca kapısını açmaya yeltenmeyen komşu mudur?
[1] Ayfer Tunç, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek: 70’li Yıllarda Hayatımız, 20. Baskı (İstanbul: YKY, 2001), s. 13.
[2] Latife Tekin, Berci Kristin Çöp Masalları (İstanbul: Everest Yayınları, 2010).
[3] Oğuz Işık ve Melih Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk Gecekondulaşma ve Kent Yoksulları: Sultanbeyli Örneği, 10. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), s. 95-96.
[4] Leyla Bektaş Ata, “Bir Güvenlikli Site Hikâyesi: Gündelik Hayatın Dönüşümüne Otoetnografik Yaklaşım” Fe Dergi 8, no. 2 (2016), 46-61.
“iyi bir komşu” her pazartesi T24'te İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor. Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor. 15. İstanbul Bienali İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek. |
Hepimizi “bir” kılan şeyin yalan bir resmi tarih olduğunu anlamam için epey bir yaş almam gerekti
"İyi bir komşu korkmadığınız bir yabancı mıdır?"
Bizimkiler’de pahalı tatiller, havalı arabalar, uğruna ölünesi aşklar yok belki ama...
© Tüm hakları saklıdır.