13 Kasım 2017

Bizimkiler’de işler her zaman yoluna girer

Bizimkiler’de pahalı tatiller, havalı arabalar, uğruna ölünesi aşklar yok belki ama...

Defne Akman / Ekranella

Bizimkiler Pazar günleri TRT’de yayınlanmaya başladığı zaman ben gürültülü, heyecanlı bir hayat yaşama hayalleri içinde 14 yaşında öfkeli bir ergendim. Bilmemne konakları, Zınzınzın City diye Allah’ın kendini unuttuğu bir yerde, etrafı duvarlarla çevrili, güvenlik kulübelerinin olduğu, havuzlu, tesisli, bir şey saraylarının olmadığı bir zamandan bahsediyorum. Kapıcısından, doktoruna kadar temiz diksiyonlu karakterleri, monoton müziğiyle, efendi bir apartmanda hiçbir olay olmadan akıp giden dizi hiç olayım değildi. Bununla birlikte akşam yemeğinden sonra, televizyonun karşısında ders çalışır gibi yaparken o tekdüzelikte bir huzur bulurdum.

1989- 2002 yılları arasında yayınlanan Bizimkiler, komşuluk kavramını televizyonda ilk olarak işleyen diziydi. Anadolu yakasında bir apartmanın ekseninde, temsili karakterlerle darbe sonrası Türkiye’nin bir portresi niteliğindeki dizi, beş ayrı kanalda 14 yıl boyunca yayınlandı, 465 bölüm sürdü.

Bizimkiler, kimsenin yalnız olmadığı, komşuların aralarındaki farklara karşın yine de arkadaş olduğu, her bir karakterin yaşamının merkezinde zorluklar, eğlence ve sevginin yer aldığı bir dizi. Zorluk dediysem o kadar da çok değil. Çünkü Bizimkiler’deki hikâyeler, her zaman denge ve mutluluğu yakalamak üzere kurgulanmıştır. Kimi anlaşmazlıklar yıllar boyu sürse de, hiçbir sürtüşme bir rakı sofrasında halledilemeyecek kadar büyük değildir. İşler, her zaman yoluna girer.

Bizimkiler’de hikâyeler ve duygu her zaman karakterin içerisinde aktarıldı. Sanırım dizinin bu kadar uzun süre tutulmasının en temel nedeni de, umutlu tavrı ve karakterlerin doğasına sadık kalmasıydı.

Umur Bugay’ın diziyi anlattığı ‘Oradaydım’ belgeseli… Bulunması çok zor görüntüler var, TRT’den alınmış..

Eşitlikçi bir aile Başaranlar

Başaran ailesinde kararlar birlikte alınıyor, ev işleri yalnızca kadının üzerine yıkılmıyor, tüm aile bireyleri sofrayı kurup kaldırırken Nazan’a (Ayşe Kökçü) yardım etmek zorunda. Dizinin ilk bölümünde bacanağı Nazım’la güney sahillerinde kelepir bir arsa üzerine turistik tesis kurmak niyetiyle Almanya’dan trenle gelen Şükrü hayalperest ve umutlu bir adam. Ailede sağduyu ve mantığı temsil eden Ayşe ise, iyi yetişmiş, çağdaş ve ölçülü bir kadın. Şükrü (Erdal Özyağcılar, daha sonra Savaş Dinçel), kimseyle çatışmaya girmeyi sevmez, bu yüzden ne komşularla ne de iş yerindeki insanlarla karşı karşıya gelmez. Başaran ailesinin çocukları Bilge (Bensu Orhunöz) ve Ali (Atilay Uluışık) kendi kararlarını alma özgürlüğüne sahiptir, her konuyu ebeveynleriyle açıkça konuşabilir, flörtlerini ailelerinden saklamak zorunda kalmaz, tam aksine dertleşebilirler. Anne baba, çok özleseler ve merak etseler bile Kızları Bilge’yi tiyatro eğitimi alması için Almanya’ya gönderir. İlerleyen bölümlerde Bilge boşanmasının ardından ona kucak açan ailesinin evine döner. Anne daha sonra iç güveysi olarak aileye katılacak olan tiyatrocu Aydın’a (Tayfun Çorahan) bayılmasa bile onunla görüşen kızının tercihine saygı duyar. Oğlu Ali, daha sonra nişanlanacağı Zeynep’in evine ziyarete gittiği zaman annesine çikolata götürmesini öğütler çünkü oğlunun görgülü ve medeni davranması onun için önemlidir. Diğer yandan Şükrü ve Nazan tipik 80 sonrası ebeveynlerde görüldüğü üzere çocuklarının politik tavırlarını açıkça ortaya koymalarını çok istemezler. Üniversitede matematik mühendisliği okuyan Ali, kahvaltıda arkadaşlarının boykotlara katıldığını anlatır mesela. Babası, onun katılıp katılmadığını sorunca, “Katılmadım ama haklılar,” yanıtını verir Ali. Şükrü, “Oğlum uzak dur, kim haklı kim haksız belli olmaz o işlerde. Polisti, gözaltıydı, uğraşmayalım,” der. En büyük derdi babasının arabasını kullanmak olan Ali büyümüş de küçülmüş konuşmaları ve tavırları, ailenin cici çocuğu olmasıyla 80 sonrası gençliğinin bir temsilidir.

Apartmanın bohemleri

Yaman Okay tarafından canlandırılan, güvenilmez, kumarbaz, içkiyi fazla kaçıran, eniştesi Şükrü’yü kafalamaya çalışan Nazım ve birlikte hovardalık yaptığı arkadaşı Faik (Yavuzer Çetinkaya) apartmanın bohemleriydi. Her iki oyuncuyu da bir yıl arayla genç yaşta kaybettikten sonra bu kontenjanı Rutkay Aziz ve Cezmi Baskın’ın canlandırdığı karakterlerle doldurdular.

Muasır medeniyetler seviyesi Şevket ve Mine

Bizimkiler’de yalnızca apartman sakinleri değil, karakterlerin işyerleri ve mahalle esnafının da hikâyeleri anlatıldı. Örneğin aynı işyerinde birlikte çalıştığı erkek kardeşi Şükrü’ye oranla hali vakti daha yerinde olan Şevket (Cihat Tamer, Engin Şenkan) ve karısı Mine. Ekonomik durumlarını, evlerindeki mobilyalar, tüketim alışkanlıkları, kadınların kıyafetleri ve saç modelleri, oğlu Cem’i Amerika’ya okumak için göndermesi belli eder. Şevket, kardeşi Şükrü’ye göre daha çok Batı’ya öykünür. Şükrü rakı içer, Şevket viski. Şevket’in karısı Mine, tenis oynar. Dünürleri ziyarete gelince pasta değil, tiramisu getirir. Mine, Hacer Hanım’a papatyaları değil, lilyumu vazoya koymasını söyler. Evlerinde bir davet verdikleri zaman “otel kokteylleri” gibi olur, Hacer Hanım içinde kanepeler olan bir tepsiyi ayaktaki misafirler arasında dolaştırır, uzun uzun masada yemek yemezler.

Silahlı Kuvvetler’in fahri temsilcisi Sabri Bey

Sabri Bey, apartmanın inzibat subayıdır. Asayiş, nizam intizam ondan sorulur. Apartmana kim girdi, kim çıktı, kapalı kapıların ardında neler konuşuldu, uyumadan önce aklınızdan neler geçti, o hepsini bilir. Emir eri olarak gördüğü Cafer’i düzenli olarak sorguya çeker, direktifler verir. Cafer’in kırsal kökenini her fırsatta vurgular; “Kes ıslığı Cafer”, “Orada oturma Cafer”, “Köy meydanı mı burası?” diye azarlar. Bazen hızını alamayıp apartmandan attırmaya çalışır, mahkemeye vermek için komşulardan imza toplar.

Eski bando emeklisidir, evinde müzik dersi verir. Saksafon çalar. Besteleri vardır. Patateslerin kalın soyulmasına kızsa da, milleti zabıt tutmakla tehdit etse de, Cafer’e kan kustursa da medeni ve zarif yanları da olan bir adamdır Sabri Bey. Uzun zaman açılamadığı karısı Ayla Hanım’a düşkündür. Ayla Hanım eski kocasının onu takip ettirdiğini, vurdurtacağını söylediğinde bile onu bırakıp kaçmamıştır. Onu kedisi Tontoş, annesi ve kaçıklığı ile bir bütün olarak görüp, öyle sevmiştir. Her ne kadar Tontoş’a “Pis musibet, çekil ayak altından,” dese de aslında onu da sevmektedir. Ayla Hanım’ın ona öyle nazı geçer ki, hayatında görmediği kayınpederi Rüknettin’in fotoğrafının salonda baş köşeye asılmasına bile sesini çıkarmaz. Yazları Erdek’te tatile hep beraber gidilir, yemekler birlikte yenilir, Sabri Bey’in evinde ayrı gayrı yoktur.

Özgür ruhlu bir tatlı kaçık

Sabri Bey’in karısı Ayla Hanım (Meral Çetinkaya) ise kafasına göre takılan, gelgit akıllı bir kedici teyze. Özgür ruhludur, eğlenmeyi sever. Annesini alıp, komşularla birlikte bowlinge gider mesela. Onun gelişini dört gözle bekleyen Sabri Bey’e “Ne var efendim suratınız neden asık?” diye takılır. Flörtözdür. Şair Cenap Bey’den çok etkilenir, arada Katil’e de iltifat eder. Bununla birlikte dünyanın en huysuz, en düzen delisi adamı Sabri Bey’i çok sever. İkisi birbirinden çok farklı mizaçta olmalarına karşın evliliklerinde bir uyum vardır, birlikte üretebilen bir çifttir onlar. “Ben annemin kuzusu/ o kedimin babası/ ağlama miyav miyav/ aslında iyi birisi/ saraydadır kökümüz/ “ Bestesi Sabri Bey’e ait olan, sözlerini Ayla Hanım’ın yazdığı Tontoş’un Babası şarkısı meşhurdur.  Ayla Hanım, Sabri Bey’in Tontoş’tan hoşlanmamasına, annesiyle birlikte oturduğu için söylenmesine hiç aldırmaz. Yaşantısından taviz vermez. Gizlisi saklısı olmadan, neyse o olarak gelmiştir o eve çünkü. Dolayısıyla Sabri de kedi babası olarak anlaşmaya uyacaktır.

Kapıcılar Kralı Cafer

Cafer, tıpkı Kapıcılar Kralı’ndaki Seyit gibi oportünist ve işini bilir bir adamdır. Karısı Gülsüm’le SSK hastanesinde tanıştı ve onu kaçırdı mesela. Cafer ve ailesinin kılık kıyafeti, davranışları İstanbullulara oranla daha farklıdır. Özellikle Sabri Bey, ona çok tepkili davranır, sahtekâr, dalavereci olduğu yönünde konuşmalar yapar. Belki de Sabri Bey’in ona bu kadar kinlenmesinin nedeni Cafer’in yaşam tarzını hiç değiştirmeden Suadiye gibi bir semtte oturmasıdır. Diğer yandan Cafer’in köyden getirdiği bulgurdan, pirinçten haracını almayı unutmaz.

Ancak dizinin esas şark kurnazı, daha sonra açacağı dükkânı ile Halil Pazarlama olacak Halil’dir (Oktay Sözbir). Cafer’in birikim yapması mümkün değil, o yüzden yan işler yapmaya çalışır. Limonata satar, tavuk-pilav satar, meyve satar. Kırk yaşından sonra sınıf atlayacak hali yok ya, hayatta kalma mücadelesi veriyor adam. Cafer’e hemşerilerinin ya da ailesinin bir faydası yoktur. Para gerektiği zaman kayınpederinden isteyemez ama Katil’den ister mesela. Bir de Maşuk adında bir papağanı vardır. Maşuk, Cafer’in arkadaşı olmasının yanı sıra yöneticiye söyleyemediklerinin de tercümanıdır.

Lümpen kültür temsilcisi Katil: Vatandaşa cart curt yok!

Yavuz yani Katil (Aykut Oray), fazla sıkıya gelemez, canı ne isterse onu yapar. Yönetici Sabri’nin kuralları ona işlemez, arabasını apartmanın önüne park eder, her gelişinde bidonları devirir, çıkarken ayrı devirir. Şengül adında sabahtan akşama kadar arabesk şarkılar dinleyen pavyon şarkıcısı uzatmalı bir sevgilisi vardır ama onun esas sevgilisi işe giderken bile yanından ayırmadığı horozu Prens’tir. Katil, kabzımaldır. En iyi anlaştığı kişi apartmanın düzenbazı tak tak Sedat’tır (Salih Kalyon). “Vatandaşa cart curt yok!” onun meşhur lafıdır. Kaba saba bir adam gibi görünür ama aslında babacandır. Örneğin Sedat’ın kızı Aslı (Bilge Parlak) üniversite sınavına gireceği zaman tüm aileyi arabasıyla okula götürür ve Aslı sınavdan çıkana kadar onlarla birlikte okulun bahçesinde bekler. Cafer’e ticaret yapması için destek olur. Benden size tavsiye, Katil’in suyuna gitmeye bakın, fazla üstüne varıp cart curt etmeyin. Belli olmaz.

Benim adım Cemil

Baykuş Cemil (Uğurtan Sayıner) rakı da sever ama aslında biracıdır. Sosyal bir içicidir. Cama tüneyerek, dışarıdakilerle bağırarak konuşarak demlenir. Olan bitene karısını da ortak etmek istediği zaman “Sevim koş!” diye seslenir. Karısı Sevim (Sabriye Kara) konfeksiyona çalışır, dikiş diker. Cemil ise roman yazacaktır. Ama o roman bir türlü yazılamaz, zaten Cemil dışında hayatta herkes suçludur. Bazen kafayı bulunca, Sevim’in diktiği elbiseleri giyip apartmanda dolaşır. Rehabilitasyon amacıyla hastaneye yatmışlığı vardır. Ancak uzun süre içkiden uzak kalamaz. Bu yüzden Sevim ona kota koydu ve günlük tüketimini iki bira ile sınırladı. Cenap ve Sıtkı apartmana taşınınca bu sanat ortamının parçası olmak istedi. Ancak nedense komşular onu hep ekiyor.

Entelektüel komşular şair Cenap ve ressam Sıtkı

Cenap Bey (Rutkay Aziz), ressam arkadaşı İbrikçi Sıtkı (Cezmi Baskın) ile birlikte yaşar. Şiirlerini kitap olarak bastırmasının yanı sıra, kaset ve CD olarak da yayınlar. Gerçi kimse almaz ama önemli değil. Sıtkı ise arada apartmandakileri kafalarsa onların portrelerini yapar. Hayattaki, tüm güzel zevkler Cenap ve Sıtkı içindir; birlikte, yemelerinden içmelerinden hiç taviz vermezler. Almanya’dan ilk geldiklerinde 50 milyonluk bakkal siparişleri, Cafer’e ısmarladıkları rokfor ve şaraplar apartman çapında büyük olay olmuştu. Şükrü’nün kızı Bilge ve hayırsız damat Aydın ile de arkadaştırlar. Birlikte içmeye gidip ardından evde konyağa devam ederler. Cenap’ın geniş gönüllü ve rahatına düşkün kişiliği, evlerinin de bir tür parti evi olması nedeniyle başta Baykuş Cemil ve Dummkopf Halis olmak üzere neredeyse herkes onların evinde takılmak ister.

Öyle yumuşak, yumuşak, ergenlerin temsilcisi

Dummkopf Halis (Ali Uyandıran), az zekâlı, hormonları hızlı çalışan, “Öyle yumuşak, yumuşak” diyerek mahallenin kadınlarının peşinden salyaları akarak koşan bir ergendir. Babası Davut; “Türk yorulmaz, Türk çalışkandır,” diyerek çocuğu Cumartesi-Pazar, tatil demeden her gün zorla tamirci dükkânına getirir. Fena halde Türk milliyetçisi olan Davut, Alman Ulrike’yle evlenmiştir o da ayrı mesele. Halis’in annesi Ulrike, Davut’la evlendikten sonra Ulviye adını almıştır. Halis, Ayla Hanım’ı da beğenir ama onun esas gönlündeki kız Dilek’tir. Sürekli soluğu Dilek’in dükkânında alır, ona hediyeler götürür. Cenap ve Sıtkı’nın partilerine katılmayı da iple çeker.

Monotonluk her zaman kötü değildir

Bizimkiler başladığında en çıkıntı yaşlarımda olduğumu, dizinin benim ilk gençlik hayallerime hiç de hitap etmediğini yazının başında belirtmiştim. Bununla birlikte, bilindik, monoton şeyler insana güven verir. Çünkü dışarıda fırtınalar kopsa da hepimiz eve geldiğimizde sakin bir limana sığınmak isteriz. Ayrıca, dizinin zamanı için bir tür sosyal medya görevini gördüğünü ve alternatif fikirleri devlet televizyonundan ekonomi, hayat pahalılığı, politika, sınıf ilişkileri konusunda karakterler aracılığıyla aktardığını unutmamalı. Örneğin Tak tak Sedat’ın kızı Titancı bir oğlanı sevdi ve evden kaçtı, çocuklar sınavlara hazırlandılar, dizinin sonlarına doğru kredi kartı onların da hayatının bir parçası oldu. 2000 yılbaşında ise depremin acıları daha sarılmadan yılbaşını abartılı kutlamanın kendilerine yakışmayacağına karar verdiler. Belki de her ev kendi içinde apayrı bir dünya olsa bile birbirine yardım etmek, zamanını ve hayatını paylaşmak çok kötü olmasa gerek. Bizimkiler’de pahalı tatiller, havalı arabalar, uğruna ölünesi aşklar yok belki ama evde pişen yemekler, komşularla atılan iki kadeh, kediler, köpekler, papağanlar ve hatta horozlarla birlikte paylaşılan bir ömür var.

Yazarın Diğer Yazıları

Kutsal çarşamba

Hepimizi “bir” kılan şeyin yalan bir resmi tarih olduğunu anlamam için epey bir yaş almam gerekti

Korku ruhu kemirir

"İyi bir komşu korkmadığınız bir yabancı mıdır?"

Ödenmemiş Fatura

Kimbilir, yapılacak işlerin ve projelerin zihnimde yarattığı kargaşa ve telaş belki de benim kendi “noise device”ımdır…