27 Mart 2017

Komşu ev demekti...

Evren Balta: Evini ve komşunu kaybetmek çağımızın en büyük karabasanı değil mi?

Evren Balta 

İKSV benden 15. İstanbul Bienali'nin “iyi bir komşu” teması üzerine yazmamı istediğinde aklıma ilk gelen geçtiğimiz birkaç yılda Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan “komşularım” oldu. Türkiye’nin halleri onları evsiz, beni komşusuz bıraktı. Giden her komşumla evimden bir parça eksildi. Doğum günleri yerine, uğurlamalara gider oldum. Doğum günlerini uzaktan kutladığım komşularımın sayısı arttıkça arttı.

Oysa komşulara sahip olmak içine güvenle girebileceğin, yürüyüp kapısını açabileceğin, istemediğin insanları dışarıda bırakıp, istediklerini içeride bırakabileceğin (güvenli) bir “ev”e sahip olmak demekti. Komşu evin bir parçasıydı. Komşu tanıdıklık duygusuydu. Komşu güvende hissetmekti. Komşu vatandı.

Komşularım azaldıkça tanıdıklık duygum azalıp, eksilme duygum arttı. İhtiyacı olanın yanında olan, haksızlığa itiraz eden, her ne olursa olsun komşusunu otoriteye teslim etmeyen iyi komşularımı kaybettim. Tam da “iyi komşu” oldukları için onları kaybettim.

Komşunu Yaşatmak

 

Nancy L. Rosenblum iyi komşuluğun demokrasiyi gündelik yaşamda kuran en önemli bileşen olduğunu iddia eder. İnsanlar birlikte yaşamayı, birbirine saygı duymayı komşularından öğrenirler. Rosenblum’a göre iyi komşuluğun üç ilkesi vardır: yardımlaşmak, konuşmak ve yaşatmak.

Yardımlaşmak siyasi görüşüne, diline, dinine bakmaksızın komşuna ihtiyaç duyduğunda destek olmaktır. Ayakkabılarını kendi başına giyemeyen yaşlı komşuna yardım etmek, işe giderken hasta çocuğunu bırakacak yer bulamayan komşunun çocuğuna göz kulak olmaktır. Komşun aç iken tok yatmamaktır. İhtiyacın olduğunda komşunun sana bir benzerini yapacağını düşünmektir. Okula gidecek yaşta çocuğun olmasa bile, başka çocuklar iyi okullara gidebilsin diye kamuya katkı sunmaktır.

Konuşmak itiraz etmektir. “Herkes kendi işine baksın” diyerek kafanı kuma gömmemektir. İyi komşu aynı yerde yaşadığı insanları gördüğünde dilsiz taklidi yapmayıp, hal hatır sorandır. İyi komşu karısını döven komşusunun sesini duymamak için müziğin sesini daha çok açmak yerine, ne olduğunu sormak için gidip komşusunun kapısını çalandır. İyi komşuluk ortak yaşam kurallarına uymayan komşunu uyarmaktır. İyi komşuluk, kendi çocuğu büyümüşse bile mahalledeki çocukların oynadığı parkın otopark yapılmasına mahalleli ile birlikte sesini yükseltmektir.  İyi komşu yanı başında birileri öldürülürken, “ah ne güzel ben evimde rahat bir uyku çekiyorum” diyemeyendir. İyi komşu haksızlığa sesini yükseltendir. 

Yaşatmak her ne olursa, senden kim ne talep ederse etsin komşuna zarar vermeme ilkesidir. Yaşatmak komşunu tehdit edeceğini bildiğin durumlarda herhangi bir otoriteye onun hakkında bildiklerini açıklamayı reddetmektir. İyi komşu otoriteyi değil, her gün yüzüne baktığı, tanıdığı, çocuklarını okula giderken gördüğü komşusunu koruyandır. İyi komşu otorite kendisine bazı kişi ve grupları kimliklerinden dolayı düşman olarak gösterdiğinde dahi, otoriteye değil komşusuna inanandır. İyi komşuluk bir soykırımın ortasında bile komşuna bedeli ne olursa olsun “ben seni koruyacağım” diyebilmektir.

 


Komşunu Öldürmek

 

(İyi) komşuların birbirlerine çocuklarını emanet edebildikleri, gece uyurken insanların kendilerini güvende hissettikleri bir mahalle ile kendini güvende hissetmek için bir gruba ait olmanın zorunlu olduğu, geceleri yatarken pencerelerini ve kapılarını kontrol etmek zorunda olduğun bir mahalleyi birbirinden ne ayırır? Neden bu mahallelerin birinde çok temel bir güven duygusu yeşerirken; bir diğerinde ise korkunç bir güvensizlik duygusu sürekli kol gezer? Her gün yüz yüze baktığınız komşunuz bir gün eline bir silah alıp sizi öldürebilir mi? Gerçekten yapabilir mi?

Çoğunlukla katliamlarda öldürenler öldürdüklerini tanırlar. Aynı mahallenin, aynı sokağın insanıdırlar. Komşudurlar. Çocukları aynı okula gitmiş, aynı bakkaldan alışveriş yapmış, aynı futbol takımını tutmuş olabilirler. Çorum’dan Maraş’a, Ruanda’dan Suriye’ye şiddetin kol gezdiği her kentte, her ülkede, her mahallede şiddet mağdurları aynı hikayeyi anlatırlar: “Ailemi tanımadığım birisi değil, komşum öldürdü.” Bir zamanlar aynı kaptan yemek yediklerini, aynı terasta müzik dinlediklerini öldürenler “dayanışan, konuşan, yaşatan” iyi komşular olabilirler mi? Ya da herhangi bir zaman diliminde iyi komşular olmuşlar mıdır?

Siyasi otoriteler içinde bolca şiddet öğesi içeren kutuplaştırıcı politikalar uyguladıklarında sadece siyasetin dilini değiştirmiş olmazlar; evdeki yaşantımızı ve bildiğimiz anlamda hayatı rayından çıkarırlar. Tanıdıklık ve güven duygusunu alt üst ederler. Üst katımda oturan komşum acaba gerçekten tanıdığım kişi miydi? Ayakkabılarını bağladığım şu yaşlı kadın sakın bir vatan haini olmasın? Ülkemizi parçalamak isteyenler, bizi bölmek isteyenler benim komşularım mı? Vatan elden giderse evime ne olur? Ah içimizdeki Batılılar! Haksız yere işime el koyanlar!

Siyasal olarak keskinleşen söylem, komşunuzun ruhuna kuşku, endişe, korku tohumlarını bırakmıştır bir kez. Üstelik keskin dilli siyasi otorite bilerek ve isteyerek “komşun aç iken tok yatmama” fikrine saldırır. Çünkü tam da bu mikro dayanışma kanallarını kapatmak, koruma sağlayacak tek otoritenin kendisi olarak kalmasını sağlayacaktır. O otorite kendi seslendiği gruba der ki; “Senden farklı olan komşun senin düşmanın, sana benzeyen benim, sana benzeyen ben olduğum için de seni sadece ben koruyabilirim.” Üstelik koruma sağlama iddiasındaki otorite bu iddianın geçerliliğini devam ettirebilmek için sürekli bir güvensizlik ve tehdit yaratmak zorundadır. Sizi korumayı talep edenin sizi tehdit edenle aynı “kişi/kurum/örgüt” olduğu bu ürkütücü iklim üst kat komşunuzu bir katile, alt kat komşunuzu da  bir muhbire çevirebilir.

 

Lee Ann Fujii yaklaşık 100 günde 1 milyona yakın insanın çoğunlukla tanıdıkları tarafından öldürüldüğü Ruanda katliamı üzerine olan kitabında komşunun komşuyu öldürmesinin nasıl mümkün olabildiğini sorar. Fujii’ye göre bir kez öldürmeye başladığında bildiğin bütün toplumsal doku dağılır; öldürme eylemi kötülüğü örgütleyen yeni komşuluk  grupları yaratır. Sıradan insanlar öldürmede komşu hale gelirler. Çocuklarımız okula götürürken sohbet ettiğimiz eski komşularımız bazen kendi çocuklarını korumak için, bazen hayatları boyunca elde edemediklerini saygınlığı ya da sermayeyi elde etmek için, bazen de korktukları veya baskı gördükleri için komşularını öldürme eylemine katılırlar. 

Her gün yeni düşmanlar ve yeni tehditlerle yönetilen bu benzersiz akıntıya bir kez girilince olayların akışı otoriteyi de sürükler. Birinin mutlak kontrolü altında ilerlediğini düşündüğümüz, ama hiç kimsenin kontrol etmeye gücünün yetmediği bir girdap. Kontrol ettiğini düşünenleri de bir gün yutacak bu girdap önce komşuları yutar.

Üstelik bir kez komşusunu öldürenler, kuşaklar boyu çocuklarının birbirileriyle iyi komşuluk yapabilme ihtimalini de kaybederler. Ektikleri şiddet ve güvensizlik tohumları birer hayalet olup çocuklarını bulur çünkü...

 

Komşusunu kaybedenlerin ülkesi...

 

Ben geçtiğimiz birkaç yıl içinde birçok komşumu kaybettim. Komşumuz Suriye’de herkes komşusunu kaybetti.  Nüfusu 23 milyon olan bir ülkede 6.3 milyon kişi ülke içinde yerinden edildi. 4.9 milyon kişi başka bir ülkeye göç edip sadece komşusunu değil; vatanını da kaybetti. Yaklaşık 11 milyon insan savaş yüzünden evini kaybetti. Suriye artık komşusunu kaybedenlerin ülkesi... Bir kez açılan o girdap önüne gelen herkesi içine alıp sürükledi....

Sadece Suriye’mi? Geçtiğimiz son iki yılda bütün dünyada yerinden edilmiş insan sayısı İkinci Dünya Savaşı sonrası en yüksek boyutlarına ulaştı. UNHCR’ın verilerine göre dünyada savaşlar, çatışmalar, insan hakları ihlalleri, afetler, iklim değişliği, açlık gibi nedenlere yerinden edilmiş insan sayısı 60 milyona yaklaştı. Bu rakam yerinden edilmişleri dünyanın nüfus bakımından en büyük yirmi dördüncü ülkesi yapabilecek kadar büyük.

                                           * * *

Bir arkadaşım yaşadığımız bunca alt üst oluşun arasında sormuştu: “İnsanın huzurunun kaynağı nedir?” diye. Bir evinin olması? Bir evle birlikte yardımlaşan, konuşan ve yaşatan komşularının olması? Belki de...

Evini ve komşunu kaybetmek çağımızın en büyük karabasanı değil mi?

“iyi bir komşu” her pazartesi T24'te

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. 

Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor.

Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor.

15. İstanbul Bienali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kutsal çarşamba

Hepimizi “bir” kılan şeyin yalan bir resmi tarih olduğunu anlamam için epey bir yaş almam gerekti

Korku ruhu kemirir

"İyi bir komşu korkmadığınız bir yabancı mıdır?"

Bizimkiler’de işler her zaman yoluna girer

Bizimkiler’de pahalı tatiller, havalı arabalar, uğruna ölünesi aşklar yok belki ama...