12 Kasım 2018

Tarihten ders almak yok mu?

Birinci savaşta 16 milyon, ikinci savaşta 65 milyon insan ölmüştü

Büyük Savaş diye tarihe geçen Birinci Dünya Savaşı'nın bitişinin 100. yılıydı 11 Kasım.
16 milyon asker ve sivil ölmüştü.
Ama ders almadı insanlık.
İkincisi daha kanlı yaşandı.
1939-45 arasında 65 milyon öldü.
Winston Churchill 1948'de dedi ki:

Tarihten ders çıkaramayanlar, onu tekrar yaşamaya mahkumdur.

İnsanlık iki büyük savaştan gerekli dersleri çıkardı mı?
Yoksa dünya 1930'lar Avrupası'nı mı yaşıyor, yeniden kanlı bir altüst oluşa doğru mu yol alıyor?
Geçmişin hortlakları, yani insanlığın başına bela olmuş milliyetçilik, ırkçılık, etnik nefret yeniden sahnedeki yerlerini mi alıyor?
Bu sorular günümüzde dünyanın, Avrupa'nın karşı karşıya olduğu en sıcak konunun çerçevesini çiziyor.


Büyük İngiliz devlet adamı Churchill, birinci savaşla ikincisini birleştirir ve ikisini bir arada 1914-1945 Uzun Savaşı diye isimlendirir.
Bu 'Uzun Savaş'ın noktalanmasıyla birlikte, 1945 sonrası dünyada barış havası doğmuştu.
Amerika-Avrupa ittifakı, NATO ve Avrupa Birliği'ne giden yolun açılması, iki korkunç müsibetten gerekli derslerin çıkarıldığına dair umutları yeşertmişti.
Özellikle AB, tarihteki en büyük barış projesi olarak sahneye çıktı.
Lİberal demokrasi ve liberal Avrupa'yla ya da yeni Avrupa'nın uluslar-üstü yapılarıyla milliyetçilik artık yavaş yavaş tarihe gömülecekti.
Dünyanın başına iki büyük savaşı bela etmiş, "Benim milliyetçiliğim seninkinden üstündür" düşüncesi, söylemi tarihin çöp tenekesine atılacaktı.
Irkçılık son bulacaktı.
Etnik nefret yok olacaktı.
İnsanların birbirlerini ötekileştirmesi, insanlar arasında sen-ben ayrımları tarihe karışacaktı.
Özellikle 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla dünyada bir kalıcı barış ve demokrasi döneminin açıldığı, hatta 'tarihin sonu'nun geldiğine dönük inanç yaygınlaşacaktı.
Ama ne yazık ki bugün bu iyimserlik yok. Yerini karanlığa ve belirsizliğe bırakmış durumda.
Liberal demokrasi çok ciddi darbeler alıyor.
AB temellerinden sarsılıyor.
2008 sonrası yaşanan finans krizi, yaygınlaşan işsizlik ve göçmen sorunu öyle hal aldı ki, liberal Avrupa'nın sonu yakındır havası her geçen gün koyulaşıyor.
Milliyetçi-ırkçı-yabancı düşmanı siyasal akımlar güçleniyor, iktidara tırmanıyor.
Avrupa'da siyasal merkez, Almanya'da Angela Merkel'in de sahneden çekilmesiyle iyice güç kaybediyor, merkezden doğan boşluğu aşırı milliyetçi iktidarların doldurması ihtimali büyüyor, hatta bazı ülkelerde şimdiden gerçekleşiyor.
Amerika-Avrupa ittifakı zayıflıyor.
Başkan Trump ise gayet mutlu.
Kendini milliyetçi ilan eden ilk Amerikan Başkanı olarak dünyanın demokrasi karşıtı saflarında kendini daha rahat hissediyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise kaygılı, Birinci Dünya Savaşı'nın sona erişinin 100. yıl dönümünde diyor ki:

Avrupa, milliyetçilik cüzzamıyla dış güçlerin müdahaleleri arasında parçalanma sürecinde. Milliyetçilik yükseliyor. Sınırların kapatılmasını ve ötekilerin reddini talep eden bir milliyetçilik bu... Oyununu her yerde korkular üstüne kuran bir milliyetçilik bu... Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanmış olan barış ve refah dönemi tarihe altından bir parantez olarak geçebilir.

Cumhurbaşkanı Macron yakın geleceğe dair korkutucu bir soru da soruyor konuşmasında:

Avrupa'nın bugün 1930'lar Avrupası'na  kaydığını düşünebiliyor musunuz?

Almanya'da Merkel'in siyasete veda etmesiyle birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Macron galiba bugün artık liberal Avrupa'yı ve liberal değerleri savunan tek lider olarak sahnede kalıyor.
Avrupa yine 1930'ları mı yaşayacak? Avrupa tarihten ders almayacak mı?

Yazarın Diğer Yazıları

HASO!

Günaydın oğlum, bugün 80 oldun! Unutma, yaşamak güzel şey...

Erivan'da, Hrant'la Baş Başa...

Hrant Dink, "Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim," demişti

Kissinger için bir yazı...

100 yaşında hayata veda eden Amerikan Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger için kolay yazı, zor yazı...