23 Temmuz 2015

Anlamayanlar için Suruç Katliamı

Sen öldürmedin, sen desteklemedin, sen yapmadın. Ama kalkmış, ayıp diye bir şey yokmuş gibi, buna açıklama getirmeye çalışıyorsun

Türkçeye kaynağını bilemediğim bir deyim yerleşti son zamanlarda. Bir şeyi izah etmeye çalışırken “Bilal’e anlatır gibi” deniyor.

İşte tam da öyle, tane tane, yavaşça anlatmaya çalışalım.

Kobanê diye bir yer var, siz Ayn-el Arab diyor da olabilirsiniz, işte orada çok yakın geçmişte çok fazla insan öldü. Hâlâ da ölüyor.

Ölme sebepleri, IŞİD diye bir katliam grubunun orayı “fethetmek” istemesi. Bu teröristlere siz “öfkeli gençler” diyor olabilirsiniz, eğer öyle diyorsanız zaten sizinle burada vedalaşabiliriz. Zaman ayırdığınız için teşekkürler, Allah yaşattığınızı size de yaşatsın.

Neyse. Kobanê Türkiye sınırlarında değil. Sınırın hemen diğer tarafında. “Bağırsan duyulur” derler ya, aynen öyle. Komşu köy. Aç kalmışlarsa tok yatamayacak olduklarımız yani.

Bir de Suruç diye bir yer var. Kobanê’nin, siz Ayn-el Arab diyor da olabilirsiniz, hemen Türkiye tarafında. Şanlıurfa’da.

İşte Türkiye’de yaşayan bir grup genç insan, “komşu çocuklarının” hallerine çok üzüldü. Ayn-el Arab diyor da olabilirdiniz, hâlâ komşuydu, onlar hâlâ çocuktu ve bizim gençler yine üzülürdü.

Oyuncak topladılar, kütüphane kurmaya niyetlendiler, otobüslere dolup Suruç’a gittiler. Amaç, Kobanê ya da Ayn-el Arab’da hayatları mahvolmuş çocuklara ufak bir umut götürebilmiş olmaktı.

Buraya kadar itirazı olan var mı?

İşte IŞİD denen katliam grubu, hani Kobanê ya da Ayn-el Arab’da insanların ölmesine ve o çocukların mahvolmalarına sebep olan katiller var ya onlar yani. Bu sefer, bizim gençleri öldürdüler. Topluca. Bombayla. Parçalayarak.

Onlarca kişinin arasına canlı bomba sokup, orada kim varsa hepsinin bedenini etrafa dağıtarak. Hani Ceylan Önkol diye bir kız çocuğu vardı ya, havan topu sebebiyle parçalanmıştı da annesi evladının parçalarını eteğine toplamıştı. Sonra o annenin manevi tazminat talebi reddedilmiş, hatta kendisinden bir de mahkeme masrafı istenmişti. Bu kez, tam onun gibi değil ama onu hatırlatan şekilde, ölenlerin bedenleri ve kalanların ruhları parçalanarak. Reyhanlı’ya da benziyor ama tam öyle de değil. Geçmişimizde böyle olaylardan çok var, benzetecek anı bulmakta zorlanmıyoruz.

Bir adım daha ilerledik, sanırım buraya kadar da anlaşılmayan bir şey olmamıştır.

Şimdi asıl meseleye gelelim. Bu çerçevede, neyi kutsal sayıyorsanız onun aşkına, nasıl oluyor da konuyu “ama hedepe de şudur budur” noktasına getirebiliyorsunuz? Dediklerinizi bu olaya bağlayan şey nedir?

İşte Kobanê’ye ne dediğiniz burada önem kazanmaya başlıyor. Çünkü tam burada, Kobanê’deki çocuklara umut götüren gençlerden değil, Ayn-el Arab’daki teröristlere yandaşlık yapan militanlardan bahsedildiğini düşünmeye başlıyorsunuz.

Çünkü o bölgeyi IŞİD’e karşı savunanlar Kürt. Üstelik sizin “terörist” dediklerinizden. Kendi yaşadıkları bölgeyi savunmakta olmaları bir şey değiştirmiyor, çünkü sizin için bir Kürt kendi evini savunuyor da olsa teröristtir.

Hâlâ 90’lar kafasıyla yaşadığımızı, barış çabasının bir “bahane” olduğunu, 90’larda çocuk olanların hiç büyümediğini ve neyin ne olduğunu görmeye başlamadığını, iklimin değişmediğini, Kürt hareketinden Türkiyeli olmaya çalışan bir siyasi parti çıkmadığını, bu partinin Türkiye genelinden 80 vekil çıkarmadığını sanıyorsunuz. Dağda devam etse kimsenin şaşırmayacağı bir mücadelenin meclise taşınması ezberinizi bozdu, ama zahmet edip de “Bu HDP nasıl oldu da MHP kadar vekil çıkarabildi” demiyorsunuz. Sizin için o %13 bir gafil kafilesi, yaftanızı yapıştırdınız, kafanız rahat.

Sanıyorsunuz ki, devletin tırlarla taşıdığı türden silahlar, bir avuç genç tarafından küçük küçük parçalanıp Pikachu’lu oyuncakların içine saklanarak “teröristlere” götürülmek istenmiştir.

Çünkü ufkunuz bu kadar, orada ancak silah taşımak var. Belki hayatınızda hiç oyuncağınız olmamış, size kimse kitap okumamıştır. Bu sizin hatanız değil elbette ama ufkunuzdaki bu darlığın sebepleri olabileceğini düşünmekten aciz olmak, kusura bakmazsanız doğrudan ve sadece sizin ayıbınızdır.

Öyle sınırsız bir darlık ki bu, milliyetçi partinin başındaki adam kalkıp bu olay hakkında “SGDF adlı paravan oluşumun Suruç’a hareketi…” diyebiliyor. SGDF, bu gençlerin dahil olduğu “Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu.” Bu konuya döneceğiz, önce burada azıcık daha duralım.

Bahçeli adlı dekoratif oluşum, son zamanlarda adeta hükümet kurdurmamak için canını dişine takmış halleriyle bilinen bir zat. İçten içe ne düşünüyor bilemeyiz tabii ama, siyasi parti tabanları uzlaşacak da memlekete barış gelecek diye ödü kopuyor gibi görünüyor. Böyle düşünmek için çok sebebimiz olsa da Bahçeli’nin “aklının özünü” göstermesi bakımından şu örnek önemli; kendisi daha birkaç gün önce “Ha Taylandlı ha Çinli, çekik gözlüyse dövülebilir. Birbirlerinden ne farkları var” diyebilmişti. Türkçülüğüyle övünen biri olmasa, “demek ki hayatında hiç Orta Asya Türkü görmemiş” diyeceğiz.

Sosyalist olma konusuna dönersek, her gördüğü sıfatı terörle ilişkilendiren yüce milletimiz sosyalistleri de ayırmayacaktı elbet. Komünist, Marksist, siyasi akımları da bırakalım, ateist… Herhangi bir şey olmak buralarda hep sorun oldu. Bir Kemalistlere dokunulmuyordu artık onların da başı dertte, Erdoğanist’ler hepsini sildi süpürdü. Onların da sırası elbet gelecektir, umalım ki gelen gideni aratmasın.

Sosyalist gençler için “Orada ne işleri varmış!” dendi hemen. Ama bunu diyenlerin hiçbiri, kendi yaşadıkları şehirlerde bile, hiçbir şiddete karşı hiçbir protestoda görünmüyorlardı. Diyelim ki sokağa çıkmak onlara aykırı geliyor, bari oturdukları yerden bir yardım kampanyası yapsalardı. Hiç olmazsa, polis şiddeti veya devlet eceliyle ölen onlarca insan için bir kere başsağlığı dileselerdi. Hadi ölenler sosyalist ya da bir şey olmakla “malûl” diyelim, yahu kesilen ağacın da mı dini milleti var, bari onlar için azıcık üzüntü belirtselerdi.

Bunların hiçbiri olmadı. Muhafazakar kesim, kendi ömür süresi içindeki gündelik hayatı dışında en ufak şeyle ilgilenmeyip, ilgilenenleri de terör yanlısı olarak görmekte ısrar etti. Devlet yapıyorsa, ona karşı çıkmak kimin haddineydi?

Yıl oldu 2015, Salı günü Kadıköy’ün Moda semtinin son derece “olaysız” sokaklarından birinde, bir grup sivil polis, Suruç katliamını protesto ettiği için iki kadını sürükleyerek götürürken, pencerelerden bakan insanlara “Hepiniz hainsiniz!” diye bağırabildi. Öyle bir dönem oldu ki bu artık, pencereden bakmak da hainlik haline geldi.

Diğer taraftan, bu olayların “dokunduğu” bir muhafazakar kitle yok değil, elbette var. Bu kitle ise, takkesini önüne alıp “Nerede hata yaptık” demek yerine, kalkıp hâlâ yok IŞİD’in içinde ABD askerleri varmış, efendim bunlar hep büyük oyunların bir şeyleriymiş falan filan…

Bak kardeşim. Katilin milliyeti, uyruğu, dini, dili, boyu, posu, amacı, hiçbir şeyinin değiştirmediği tek bir şey var.

Sen bunu protesto etmediğin gibi, bu katiller için “Öfkeli gençler” diyen, “Terörist gruplar listesine aldık” derken İstanbul’un göbeğinde dahi faaliyette bulunmalarına göz yuman, sınırdan el kol sallayarak girip çıkmalarına ses etmeyen, Pikachu’nun kurma kolunun dahi polis aramasından geçtiği yere onlarca kişiyi öldürecek bombayla girilmesinde kendini sorumlu görmeyen kişilerin arkasında durmaya devam ediyorsun.

Sen öldürmedin, sen desteklemedin, sen yapmadın. Ama kalkmış, ayıp diye bir şey yokmuş gibi, buna açıklama getirmeye çalışıyorsun.

Yahu gençler parçalandı, bunun nasıl bir açıklaması olabilir?

Sevgili Bilal, her kimsen,

Bilmem anlatabildim mi?

 

 

@goksungokce

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz