07 Ekim 2015

Datça’ya kısa film çok yakışıyor

Almanya ve Türkiye’den yetmiş kadar genç Datça’da bir araya gelerek atölye çalışmalarına katılıyor ve kısa film çekiyorlar

Datça’yı gerçekten keşfedeli çok olmadı. Bunu iki yıldır düzenlenen "Kafandakini Çek! - Get Your Own Picture!" projesi ile bunun bir parçası olan uluslar arası kısa film festivaline borçluyum.  Eylül ve Ekim aylarında düzenlenen “Kafandakini Çek” aslında bir gençlik buluşması. Her seferinde Almanya ve Türkiye’den yetmiş kadar genç Datça’da bir araya geliyor, kısa film hakkında düzenlenen atölye çalışmalarına katılıyor, ekipler oluşturarak birer kısa film çekiyorlar.  Bu yıl da Almanya’nın tek ve köklü film üniversitesi olan Babelsberg Konrad Wolf bu buluşmaya el verdi.

Almanya’dan gelen gençler bu çalışma sayesinde daha önce haritada bile yerini bilmedikleri bir mekana gelip buraya dair bir film çekme deneyimine sahip oluyorlar. Hem de iki hafta gibi az bir zamanda, hem de bir kısa film çekerek. Almanya’dan gelen gençlerin Datça’yı, Datçalıları tanımak için gösterdikleri çaba hakikaten dudak ısırtacak nitelikte. Bu çabalarında onları elbette Türkiyeli gençler destekliyorlar. Onlar içinse “Kafandakini Çek” projesinin en büyük katkısı yeni bir sinema disiplini öğrenmek. Ayrıca bu alanda ilerlemek isteyenler, sadece Almanya’da değil, Avrupa’daki eğitim ve çalışma olanakları hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Ayrıca yakın dostluklar kuruluyor. “Kafandakini Çek” projesi kafalardaki duvarları yıkıp iki tarafa da başka kültürlerin kapılarını aralıyor.  Akdeniz ile Ege’nin buluştuğu yerde Doğu ve Batı da bir araya gelmiş oluyor. Bu açıdan bakınca Datça bu proje için seçilmiş en ideal mekan bence.

Datça kısa film çekmek için de ideal. Çünkü kısa film çekmek şiir yazmak gibi zor bir iştir. Almanların sıkça kullandığı “in der kürze liegt die würze” atasözü aslında bunu çok daha iyi anlatıyor. Sözün özü kısalığında gizlidir şeklinde Türkçeleştirmek mümkün. Nasıl şiirde onlarca duyguyu, durumu bir cümlede anlatmaya çalışıyorsanız, kısa filmde de konuyu, durumu ya da duyguyu aynı kısalıkta vermek zorundasınız. Datça sadece doğal güzelliği, kültürel zenginliği değil, kendisine sığınmış insanları ile kısa film için verimli bir toprak.  “Mekanım Datça olsun” diyen Şair Can Yücel’in ömrünün geri kalanını geçirmek hatta gömülmek için Datça’yı seçmesi tesadüf olmasa gerek. Kısa film festivaline de “Kafandakini Çek” projesine de başta Güler Yücel olmak üzere bütün Yücel ailesi destek veriyor.

Bu yıl denize kurulan beyaz perdede kısa filmleri izlemeye gelen Datçalıların sayısı hiç de az değildi ama festival ve projeye olan resmi destek zayıflamıştı. Bunda gençlerin seçtiği konuların etkisi olduğu söyleniyor.  Geçen yıl Kobani ile ilgili çekilen filmin gösterilmesi, bu yıl mülteci dramının beyaz perdeye aktarılmak istenmesi mesela tepkilere neden olmuş. Özellikle Alman gençlerin yaşam tarzının yadırgandığı da gözden kaçmıyor. Festival Datça’nın muhafazakâr yüzünü ortaya çıkarıyor adeta. Ben bu muhafazakârlığın şimdilik ideolojik olmadığına, ulaşımı zor yarım adanın yaban ruhundan kaynaklandığını düşünmek istiyorum. Çünkü Levent Arslan’ın öncülüğünde düzenlenen proje ve festival hakikaten Datça toprağına çok yakışıyor.  Tıpkı Can Yücel’in aşağıdaki şiirinde dediği gibi badem çiçeklerini göstermek için karanlıkta Datça’ya kibrit çakıyor.

 

Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta

 

Kibrit çakıyorsun karanlıkta

badem çiçeklerini görmek için

Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift

sarnıç gemisi gözlerin

Bir iş açacaksın sen başımıza

yangın mı olur artık, bahar mı?

Can Yücel

Bahar olsun dileğiyle!

Yazarın Diğer Yazıları

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur