Sansüre direnmek Batı’da 373 yıllık bir kavram. Ama önce cennet vatanda tanık olduğumuz son olaydan başlayalım.
***
Okumuşsunuzdur. “FETÖ’nün Medya Yapılanması” davasında üç kişilik 25. Ağır Ceza heyeti ve duruşma savcısı açığa alındı. Çünkü heyet, 7 aydır tutuklu yargılanan ve içlerinde kamuoyunun artık yakından tanıdığı Atilla Taş ve Murat Aksoy da bulunan 21 gazeteciyi tutuksuz olarak yargılanmak üzere tahliye etmişti.
Bekir Bozdağ hemen içimizi rahatlattı: "Açığa alma, görevden alma anlamına gelmez". Biraz kızdırsalar şöyle devam edecekti: ‘Yoksa; bunun görevden atması da var, hapse atması da var, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme ve saireden yargılatıp 15 yıla mahkum ettirilmesi de var…’
***
Bu vesileyle duyuyoruz ki, tahliye kararı veren heyetin başkanı İbrahim Lorasdağı 7 ay önce bu gazetecileri tutuklayan Sulh Ceza hakimi imiş ve bu nedenle HSYK tarafından 25. Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına terfi ettirilmiş.
Terfinin darısı, şimdi bu 21 gazeteciyi tahliye sonrası kapıdan çıkarken tekrar gözaltına aldıran savcıların başına…
***
Merhum dostum Prof. Eralp Özgen Ankara Hukuk’taki derslerinde şöyle dermiş: "Hâkimlerden kahramanlık yapmalarını beklemek doğru değildir; önemli olan kahramanlık yapmalarını gerektirmeyecek ortamları yaratmaktır."
Şimdi insan düşünmeden edemiyor: Bundan sonra acaba kaç tane Türk hâkimi kahramanlık yapabilecek? Yassıada rezaletinin sembolü haline gelen “Sizi buraya tıkan irade öyle istiyor”dan kendini kurtararak hukuku uygulama cesaretini gösterecek? Kanıtlar toplanmıştır, şüphelilerin ikametgahı bellidir vs. diyerek son karar verilene kadar insanları tahliye edecek?
İşte bu korkutarak en âlâsından sansürcülüğe chilling effect deniyor. Terim olarak Batı’da 1950’den beri var. Sansüre direnme ise 373 yıldır var. 1643’te İngiliz Parlamentosu kitap ve gazetelere sansür getiriyor, ertesi yıl şair John Milton izin almadan bastırdığı Areopagitica adlı kitapçıkta basın özgürlüğünü savunuyor.
Gerek idari uygulamalar gerekse yargı kararları sonucu “Kızım sana söylüyorum, gelinim sıkıysa anlama” demek olan chilling effect herkes üzerinde en azından korkunç bir otosansür etkisi yaratıyor. Büyük çoğunluk derhal pısıyor. Amaç da bu zaten: Birine-ikisine vurup ortalığı pıstırmak. “Soğutma Etkisi” diye çevrilmiş ama ilgisi yok. Düpedüz, Pıstırıcı Etki.
***
Şu yaşadığımız günler bu açıdan da tarihe geçecek hazin örneklerle dolup taşmakta. Birkaç tanesi:
Hiçbir ideolojisi olmayan, programlarını herkese sataşma üzerine bina eden ünlü sanatçı Okan Bayülgen sunuculuğunu yaptığı bir törende TRT’nin ödül alan “Diriliş Ertuğrul” dizisini izlemediğini ama bundan sonra izleyeceğini söyleyince, milliyetçilik yapma fırsatını hiç kaçırmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tepki görüyor. Bütün yayın-şov dünyası mesajı derhal alıyor, Bayülgen bütün işlerinden atılıyor, şu anda işsiz olduğu için Bodrum’da kafe açıyor.
HDP’nin Referandum şarkısı Mersin Sulh Ceza tarafından bütün Türkiye’de yasaklanıyor.
Sonuç: Hiçbir besteci, yüksek paralar teklif edildiği halde CHP’ye referandum şarkısı satmıyor.
***
Bürokrasi mekanizması vatandaşı Evet demeye açıkça çağırıyor ve bu suç cezalandırılmıyor hatta teşvik ediliyor. Hayır pankartları sökülüyor, yırtılıyor. Hayır etiketi yapıştıran gençler gözaltına alınıyor. HDP’nin Hayır otobüsü makamlarca durduruluyor ve el konuyor. Batman’da HDP anons aracının önünü kesen silahlı iki kişi aracın camlarını kırıp şoförünü dipçikle yaralıyor.
Sonuç: HDP Bingöl’de Hayır çalışması yapacak aracına “korku” ve “kaygılar” nedeniyle şoför bulamıyor.
***
Bunlar, “idari” durumlarından birkaç örnek idi. Asıl yıkıcı olan, Yargı’daki durum.
Yargı’daki Pıstırıcı Etki’yi, özellikle şu durumda Yargı’nın en önemli organı olan Anayasa Mahkemesi başlattı. Kendi iki üyesini “iltisak” filan deyip sorgusuz sualsiz atarak.
Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Yargıtay başta olmak üzere.
Oysa, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu Madde 88 aynen şöyle diyor: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri dışında suç işlediği ileri sürülen hakim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum Adalet Bakanlığına derhal bildirilir.”
***
Küçük şehirlerden gelip hukuk fakültesini seçen talebelerin gözündeki en büyük adam, geldiği kasabadaki hakimdir. Bizzat kendisi hakim olunca da, devletin (yani, hükümetin) önünde ayağa fırlar ve düğmesi olmayan cüppesini iliklemeye savaşır, çağrılınca çay toplamaya gider. Çünkü onu oradan alıp bu yüce mevkie devlet (yani hükümet) getirmiştir.
Şimdi, bu tarihsel psikolojinin üstüne şimdi bir de bu Pıstırıcı Etki binmiş bulunuyor.
***
Tabii ki vicdanlı ve cesur hakimlerin oluşturduğu istisnalar kaideyi bozmaz.
Bozmaz, ve bu kaos geçtikten sonra nihayet oluşacak hukuk devletinin erken habercisi olur.
***
Siz şimdi bekleyin. Olmayacak ama eğer Evet kazanırsa, yeni sistemde 13 kişilik Hakim ve Savcılar Kurulu üyelerden 4’ünü cumhurbaşkanı, 7’sini de partili cumhurbaşkanının cımbızla seçtiği TBMM çoğunluğu seçecek. Kurulun başkanlığını da cumhurbaşkanının seçtiği adalet bakanı ve müsteşarı yapacak. Siz ondan sonra bekleyin gümbürtüyü.
Evet çıkarsa, ki bakın buraya tekrar yazıyorum çıkmayacak, eğer çıkarsa siz bekleyin “İstikrar”ı…