18 Şubat 2016

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - II

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp ulaşmayacaklarını kestirmek güç

Corbyn-Sanders ikilisinin dünya siyasetinde yaratacağı olası etkilerin izini sürmeye devam...

Britanya İşçi Partisi’ni sosyal demokrat köklerine geri döndürmeye çalışan Jeremy Corbyn’in ABD’deki ruh ikizi Demokrat Parti başkan aday adayı Bernie Sanders, siyasette eş zamanlı bir çıkış gösterdi. Bunda toplumlardaki artan düzeydeki eşitlik ve adalet arayışı kadar, dünya genelinde savaş tehlikesinin ve ekolojik yıkımın had safhaya ulaşmış olmasının etkileri şüphesiz yüksek. Bu taleplere cevap verme iddiasıyla ortaya çıkan Sanders’in siyasal hayat, söylem ve duruşu Corbyn’inkine çok benzer.

Sanders’in aktivizm hayatı, 1959 yılında girdiği Chicago Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında başlamış. Üniversitedeyken Irk Eşitliği Kongresi, Şiddet-Karşıtı Öğrenciler Organizasyon Komitesi, Öğrenci Barış Birliği ve Genç İnsanların Sosyalist Ligi gibi bir dizi öğrenci örgütlenmesine üye olur.

Sivil haklar mücadelesine aktif olarak katılan Sanders, Martin Luther King’in meşhur “Bir hayalim var...” konuşmasını yaptığı Washington’daki büyük yürüyüşe katılır.

Kurumsal siyasete de 1970’lerin başında sadece Vermont Eyaleti sınırları içinde varlığını sürdüren ve sivil haklar, barış gibi meseleleri öne çıkartan Liberty Union isimli küçük bir sol parti içinde atılır.

Sanders’ın o günlerde yaptığı bir konuşmada söyledikleri bugünkü siyasi kimliğine ışık tutacak cinsten:

“Eğer istersek, bugün Amerika’daki ekonomik zorlukların bir gecede üstesinden gelebiliriz. Bedava bir sağlık sistemimiz, mükemmel okullarımız ve herkes için uygun evlerimiz olabilir. Sorun bu ülkenin büyük zenginliği ve potansiyeli sadece bir avuç insan tarafından kontrol ediliyor...”

1972 yılındaki bir konuşmasında da ise benzer şeyleri şöyle telaffuz etmekte:

“Küçük bir grup insan neredeyse her şeyin sahibi... Ve geriye kalan herkes de neredeyse hiç bir şeyin.”*

Sanders, başarıya ulaşamadığı senato seçim kampanyalarıyla dolu siyasetteki ilk yıllarından sonra kaderin garip bir cilvesi olsa gerek 1981 yılında Vermont Valisi olarak seçildi. Çünkü dönem  Reagan’lı yeni sağın hakimiyetini ilan ettiği zamanlarda. Sanders, böylelikle Vermont’un “yeşil dağlarının kızıl valisi” olarak ün kazanır.

Sadece 10 oy farkıyla kazandığı ilk seçimden sonra  1987 yılında bu defa yüzde 56’lık oy oranıyla tekrar vali olur. U.S. News & World Report, ABD’nin en iyi 20 valisi arasına Sanders’ın adına da yer verir.

Sanders, 1989 yılında valiliği bırakır. Sıra Kongre’ye gelmiştir.  ABD Temsilciler Meclisi’nde 1991 yılından 2005 yılına kadar gazetelerin ifadesiyle “seçilmiş ilk sosyalist” olarak görev alır. 2006 yılında ise ABD Kongresi’nin diğer organı ABD Senatosu’na seçilir.

Senatör olarak geçirdiği yaklaşık 10 yıllık süre zarfında elinden geldiğince gelir eşitsizliğini ve orta sınıfın küçülmesini engellemeye yönelik önergeler sunar. ABD’nin Irak’a müdahalesinin engellenmeye çalışır ve barışçıl bir dış politika için uğraş verir. Sağlık sisteminin iyileştirilmesine büyük katkıda bulunur. Kanada’da çıkan katran kumu petrolünü ABD’yi baştan başta geçerek Meksika Körfezi’ne kadar taşıyacak Keystone XL boru hattının yapımına –ki bu proje iklim için felaket anlamına gelmekte- karşı oy kullanır.

2015 yılında yıllarca sürdürdüğü bağımsız kimliğini bir kenara koyarak, Demokrat Parti saflarından başkan adaylığı yarışına girer. Adaylığını Amerikan demokrasisine ve siyasal liberalizmine de atıfta bulunduğu şu sözlerle açıklar:

“Amerikan demokrasisini kuran kadın ve erkeklerin, siyasetin bir kısım milyarderlerin kontrolüne verildiği bir düzeni yaratmak için mücadele verdiklerine inanmıyorum.”

Vaatlerine ve söylemlerine gelirsek...

Sanders, İskandinav sosyal demokrasisine hayranlığını açıkça beyan eden, kendi tanımıyla “demokratik bir sosyalist”. Tabi buna kuşkuyla yaklaşanlar da mevcut.  Sanders’ın söylediklerini sosyalizme değil, “sosyal kapitalizme” işaret ettiğini iddia etmekteler. Ama bu eleştirinin sahipleri, böylesine bir siyasi duruşa sahip bir siyasetçinin başkan olma ihtimalinin bile ABD için oldukça radikal bir durum olduğunu hesaba katmamakta.

Sanders’in en büyük hedefi ABD’nin son derece eşitsiz gelir dağılımını düzeltmek. Burada, nüfusun en üstteki yüzde 1’lik kesiminin de en tepesindeki 10’da 1’lik grubun, toplam varlığın yüzde 90’ına sahip olduğu bir ülkeden bahsettiğimizi hatırlamakta yarar var.

Bunu başarmanın yolu olarak önerdiği uygulamaların bazıları şunlar:

Büyük şirketlerin daha fazla vergi vermesi,

Mirasın 3.5 milyon dolardan fazla olması durumunda vergilerin ödemesi,

Asgari ücretin saatini 7.25 dolardan 15 dolara çıkartılması,

Sendikalaşmayı kolaylaştırmak –ki Sanders orta sınıfın erimesinin en büyük nedenlerinden biri olarak çalışanların ücretler konusunda pazarlık güçlerinin çok zayıf olmasına vurgu yapmakta,

Kadın-erkek ücret eşitsizliklerinim yasalar yoluyla giderilmesi,

Herkesin sağlık sigortası kapsamı altına alınması,

Büyük finans kuruluşlarının ve bankaların batmaları hâlinde ekonomiyi tehdit etmeyecek şekilde küçültülmesi,

Üniversiteleri bedava hâle getirmek ve mezunların sırtındaki kredi borcu yükünün kaldırılması... **

Demokrasi konusunda da, öncelikle liberal demokrasinin temeli olarak görülen seçimlerin düzenleniyor olmasının yeterli olmadığını, seçimlerin eşit koşullarda yapılan bir yarışa dönüştürülmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu yüzden de, büyük sermayenin seçim kampanyalarına mali destek vermesinin ve böylelikle seçilmişleri boyunduruk  altına almasının önüne geçilmesi gerektiğini söylüyor.

Sivil hakların LGBTİ bireylere, kadınlara, engellilere, göçmenlere ve farklı etnisite/ırk kategorilerine eşit yurttaşlık sağlayacak şekilde genişletilmesi için ise başkan olmayı beklemiyor Sanders. Zaten öteden beri, senatoda bu konulardaki çalışma ve çabaların içerisinde bilfiil yer almakta.

Dış politikada güçlü bir diplomasi yoluyla meselelerin çözümünden yana.

İklim değişikliği konusunu da es geçmiyor. Fosil yakıt lobilerinin gücünü kırarak, fosil yakıtlardan hızlı ve radikal bir şekilde uzaklaşmanın planlarını yapıyor. 

***

Corbyn-Sanders ikilisinin önemini ve yaratabileceği etkileri kısaca değerlendirirsek...

Corbyn-Sanders ikilisi, ekonomi alanında yeni bir şey söylüyorlar mı?

Aslında pek değil. Hatta neoliberal dönemde “demode” kabul edilen fikir ve önerilerin savunucuları. Ama birilerinin bunları böyle nitelemesi, bu önerilerin toplumların ihtiyaç ve taleplerini karşılamayacağı anlamına gelmemekte. En azından bu fikirlerin alıcısı fazlasıyla mevcut gibi gözüküyor.

Tam bu noktada,  ‘yeni’ fetişizmine karşı da dikkatli olmak gerekir. ‘Eski’ bölüşümcü politikaların günümüzün koşullarına adapte edildiğinde pekâlâ birer alternatife dönüşebileceğinin iddiasını ortaya koyuyorlar. En azından yaşamın her alanının piyasa ekonomisine teslim edildiği, piyasa işleyiş mantığı ve ilkelerine göre düzenlendiği zamanlarda, yeniden bölüşüm ve karşılıklılık/dayanışma ilişkilerini tekrar kurma arayışının bir başlangıç/referans noktası olarak kabul edilebilir.

Kısaca, nereden bakarsanız bakın hem Sanders, hem de Corbyn eşit ve adil bir düzeni telaffuz etmekte.

Corbyn-Sanders ikilisinin yükselişinin bir diğer önemi ise toplumsal hareketlerin kurumsal siyasetle bağını kuvvetlendirme potansiyelleri. Çünkü klasik sosyal demokrat yaklaşımlarına aktif olarak içinde yer aldıkları çevre, barış, kadın, engelli hakları, LGBTİ hakları gibi “yeni toplumsal hareketler” meselelerini de katıyorlar.

Bu da iki anlama geliyor:

Birincisi, 1950 ve 1960’ların tektipleştirici ve buna bağlı olarak farklılıkları dışlayan sosyal devletinden farklı bir anlayışı savunuyorlar.

İkincisi, “bunlarla ancak bir yere kadar” diyerek kurumsal siyaseti ve aktörlerini bir anlamda küçümseyen, siyasi partilerle ilişkilerini belirli bir mesafede tutan toplumsal hareketlere, ulusal düzeyde bir başka meşruiyet olanağı sağlıyorlar.  

Bunlara ek olarak, bir nevi sistemsel şok etkisinden de bahsedebiliriz. Seattle Protestosu’nun dünya için en şaşırtıcı yanlarından biri, kapitalist küreselleşmeye itiraz eden göstericilerin büyük çoğunlukla ABD ve Kanada gibi “zengin” ülke vatandaşlarının olmasıydı. Bu da deyim yerindeyse sisteme verilen bir şok olmuştu.

Benzer şekilde Corbyn-Sanders ikilisi de kapitalist küreselleşmenin dümeninde olduğu ve küresel sistemden en çok yararlandığı düşünülen ABD ve Britanya’nın bağrından çıkarak, itirazlarını seslendirmekteler.  

Corbyn ve Sanders’in kurumsal siyasetin labirentli yollarından geçip, başarıya ulaşıp, ulaşmayacaklarını kestirmek güç.*** Ama daha şimdiden, bu ikilinin Reagan-Thatcher, Blair-Clinton ve Blair-Bush’unkine benzer çapta ama içeriği tamamen farklı bir etki yaratmaya namzet olduklarını söyleyebiliriz. Bunu daha iyi görmek için, bekleyip hem Corbyn-Sanders’ın siyasal hayattaki gidişatlarına, hem de diğer ülkelerdeki sosyal demokrat partilerin olası dönüşümlerine bakmak lazım.  

Yazarın Diğer Yazıları

Brezilya Amazonların geleceğini oyluyor; ekoloji ve çevre adaleti notları...

Brezilya'da Bolsonaro değil de Lula seçilirse Brezilya Amazonu'ndaki ormansızlaşmanın yüzde 89 oranında daha az gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu tahminler sadece her iki liderin başkanlığı süresince uyguladığı politikaların ve bunların sonuçlarının muhasebesine dayanmıyor. Lula, aynı zamanda ileriye dönük Brezilya Amazonu'nu korumaya yönelik vaatlerde bulunuyor

Dünya siyasetinin yeni ikilisi: Corbyn-Sanders - I

Corbyn zenginlerin daha çok vergilendirmesi gerektiğini söylüyor

David Bowie artık Major Tom’un yanında

Bowie’yi anmanın en iyi yollarından biri belki de onu son albümü üzerinden anlamak ve anlatmak...