27 Şubat 2018

Mutluşehir'de, pardon Eskişehir'de iki gün

Yılmaz Büyükerşen’in örneğini verdiği belediyecilik anlayışı, bugün ülkemizde bu alandaki en parlak örnektir

Eskişehir’e kaç zamandır gitmemiştim. Geçen yıl davet edilmiştim, ama sağlık sorunlarım engel olmuştu.

Bu yıl Odunpazarı belediyesinin davetini kaçırmadım. Ve Ankara Kitap Fuarı’ndan birkaç gün sonra gittim. !f İstanbul festivalinin filmlerini kaçırma pahasına...

Programa göre davetin önemli bir bölümünde Eskişehir’in değişmez başkanı sayın Yılmaz Büyükerşen’le de birlikte olacaktık. Ama malum, o ülkemizin en önemli ödüllerinden, maddi açıdansa en yükseği olan Vehbi Koç ödülünü (17. si verildi) kazanmış olduğu için İstanbul’daydı ve karşılaşamadık.

Ama hep onunla olduk: Bu kente öylesine damgasını vurmuş, bu kenti öylesine yaşanırlığın zirvesine çıkarmıştı ki...Artık onunla tam anlamıyla bütünleşmişti: yıllar boyu sürecek ve hep hayırla anılacak biçimde...

Ben de basında çıkan sayısız yazıya ek olarak onu kutlamakla ve başarılarının devamını dilemekle başlıyorum.

Büyükerşen’in sanatla başlayan geçmişi

Büyükerşen ödülünü en çok eğitim alanına katkıları nedeniyle aldı. Gençliğinde tiyatro yapmakla işe başlayan, sonra Anadolu Üniversitesi’ni ülkenin en iyi okullarından biri haline getiren, en iyi hocaları oraya toplayan, açık öğretim denen kurumu başlatan, uzun rektörlük yıllarından sonra başkan seçilen hoca, sonrasında kendi sözü olan “Şehir en büyük eğitim alanıdır’ özdeyişine uydu. Ve ülkenin belki en çağdaş, en rahat yaşanan, en estetik kentini inşa etmeye koyuldu.

Bu kent gerçekten de ülkemizde insanı en mutlu eden, en çok yaşama zevki veren şehir... O sanki bir Paris’in Sen (Seine) nehri gibi kenti baştan başa kat edip Porsuk ırmağı. Ve tümüyle temizlenen ırmak boyunca uzun yürüyüşler yapma olanağı.

O uzayıp giden parklar, göller, yeşil bahçeler...O hepsinin içinde ayrı sürprizler olan uçsuz bucaksız rekreasyon alanları. Kentpark’ın içinde oluşturulmuş yapay denizde yüzmek...Bir suni plajın (yine Seine’de olduğu gibi) keyfini yaşamak...O masal şatoları, küçük şelaleler, kentin göbeğinde doğayla buluşma, hayal alemlerine dalma fırsatı...

Sazova parkındaki Akvaryum’da vatoz balığıyla dost olduk!..

Çözümlenen trafik, açılan konser salonları

Ya da yine devasa Sazova parkında o eşsiz Akvaryum’daki balık ve sualtı yaratıklarını yakından tanımak...Ki gözdem, cama yapışıp tüm izleyicileri tanımaya çalışan (!) vatoz balığı oldu!...Ya da öyle en irileri, en vahşileri olmayan, ama daha küçük yaratıkları  özenle sunan hayvanat bahçesi.

Aynı biçimde dikkatle döşenen tramvay hatları, çözümlenen trafik sorunu...Yedi adet konser ve tiyatro salonu, yarım yüzyıllık Atatürk stadının yenilenip açılması.

Şunu bir kez daha kesinlikle söylemek istiyorum. Yılmaz Büyükerşen’in örneğini verdiği belediyecilik anlayışı, bugün ülkemizde bu alandaki en parlak örnektir. Tek örnek demek istemiyorum. Biliyoruz, duyuyoruz. Elbette İzmir var, Aydın var, Mersin var. Yakın zamanda gitmediysem de sanırım Kayseri var, Konya var. Ve olasılıkla daha birçok küçük yer..

Ama tam olarak böylesi yok. Bir kara kentini, İlber Ortaylı’nın dediği gibi “Kalfa yapılarıyla dolu gri yüzlü bir kenti” devralıp modern bir kente çeviren başkan o...

Lületaşı müzesinden bir portre

Sanatçı çabası: Ünlü Balmumu Müzesi

 

Ve modern kent deyince katiyen büyük siteleri, gök tırmalayan yapıları, artık başta İstanbul olmak üzere her yerde hepimizi boğmaya başlamış o korkunç betonlaşmayı değil, olabildiğince korumaya veya onarmaya dayalı, doğayı sadece korumakla kalmayıp yeniden yaratmaya dayanan o çağdaş ve estetik anlayış var.

Yılmaz hoca elbette orada da var olan o korkunç imar baskısını, o müteahhit iştahlarını, o siyasal dümenleri yaşıyor.

Ama kendisini örnek bir kent kurmaya öylesine adamış ki, her şeyi göğüslüyor. Ve doğru bildiğini yapıyor. Helal olsun!...

Ve belki o baskılardan kişiliğini korumak ve içindeki sanatçı dürtüsünü korumak için, o ünlü balmumu heykellerine devam ediyor. O müze nasıl gelişmiş, figürleri nasıl çoğalmış, çeşitlenmiş....Gerçi kimileri belki sahiden de asıllarına çok benzemiyor. Ama çoğu bizi mutlu ediyor. Bu müzeyi gezmek gerçek bir deneyim.

Oysa bizler kendi kentlerimizde neler çekmiyoruz!.. Örneğin İstanbul’da yaşamak artık gerçekten de zor bir deneyim. Kenti her bir yanından kuşatmış ve gitgide artan gökdelen ormanları.. O bitmek bilmeden uzanan yapılaşma...O korkunç trafik...O betonun kesinlikle yenilgiye uğrattığı yeşil...

Odunpazarı’ndan bir görünüm

AKM ve Mehmet Tez’in çok güzel yazısı

 

Ve birbiri ardına yok edilen yapılar, onlarla birlikte anılarımız. Örneğin yıkımına başlanan AKM için Mehmet Tez ne güzel yazdı: “Bizim hafızamız zorla silindi. Yaşadığımız yerlerden, gezdiğimiz, aşık olduğumuz, kavgalar ettiğimiz, iyi günde kötü günde ayakta kalmayı becerdiğimiz, kendimizi özgür hissetiğimiz, müziği, sinemayı, tiyatroyu merak edip tutkuyla araştırdığımız, bir dönem evimiz gibi gördüğümüz yerlerden kovulduk. Atıldık, sürüldük”.

Odunpazarı’nın mutlu kedilerinden...

Ve şöyle bitiriyor: “O halde biz de tekrar edelim: ‘Ama yeni AKM çok güzel olacak!’. Mışıl mışıl, horul horul, pırıl pırıl. Anısız, hafızasız. Her sabah yeni baştan kurulan ülkemizde huzurla uyuyabiliriz artık”.

Ve bu tutum inatla sürüyor. Örneğin güzel adalarımızı motorlu araçlardan koruyan faytonların da sonu gelmiş. Evet, kimi zaman atlara kötü davranılıyordu. Ama bunu denetim altına alıp o yüzyıllık geleneği korumak çok daha güzel olmaz mıydı? Yılmaz hoca öyle yapmaz mıydı? 

Ya da İstanbul’daki son yeşil alanlar olabilecek eski askeri alanlar, yakın zamanda yanılmıyorsam bizzat Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan vaatlere karşın imara açılıyor. En son Beşiktaş Barbaros bulvarı üzerindeki 30 dönümlük alan gibi..

Odunpazarı bir açık müze gibi: Sürekli onarılan evleriyle...

Ankara’nın yıkılan simge-yapıları

 

Ya da Mimarlar Odası Ankara şubesi, Melih Gökçek döneminde insafsızca yıkılan ve başkentin simgesi sayılan yapıları hatırlatıyor: Etibank, Petrol Ofisi, İller Bankası, Marmara Köşkü, Havagazı Fabrikası, Baraj Gazinosu, Danıştay binası, vs. Yerine gelen yine (son gidişimde beni ürküten) beton ormanları,  ya da  Gökçek’in ünlü dinozorları ya da Selçuklu kapıları!...

Tüm bunlar bize Eskişehir’i daha da çok sevdiriyor. Ve bu kenti gerçekten de ülkede örnek alınması gereken bu şehircilik uygulaması için alabildiğine seçkinleştiriyor.

Geriye kalanı artık tarih yazacak. Ve Büyükerşen bundan sonra başka şey yapmasa da (ki yapacaktır, eminim: şehircilikte ve siyasette) bu artık dünya çapındaki çabaları için  hep hayırla, iyilikle anılacak.

YARIN: ODUNPAZARI’NIN SAKLI GİZLERİ

Uğur Mumcu’nun suikasttan kalan arabası, Büyükerşen tarafından alınıp bir parka konmuş.

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...