08 Mayıs 2024

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Evet, İstanbul... Son yerel seçimlerde CHP'nin 30 büyük şehir arasında 14'ünü, 51 il arasında ise 21'ini kazandığı; şehirlerimizin en büyüğü, önemlisi, dünya çapında bir cazibe ve büyü merkezi olan eşsiz İstanbul... Hayatım boyunca edindiğim sinema, müzik, yazı yazma gibi tutkuların hemen yanıbaşına iliştirilebilecek bu efsane tarih kenti... Zaten ona ayırdığım kitapçıklarım da olmuştur. Biraz ondan söz edelim mi?

Edelim; çünkü son seçimlerde onun başına gelmiş, belki Bedrettin Dalan'ın yanı sıra olasılıkla en güzel şey, yani en iyi belediye başkanı olan Ekrem İmamoğlu'na karşı kimleri afişlere getirmediler ki... O komik suratlı Murat Kurum örneğin... Günlerce kentin sokaklarında onun Sayın Erdoğan himayesindeki resimleri bize sırıtıp durdu! Ama bu halk sonunda en iyisini gördü, anladı. Ve ülke çapında oylarını ona göre verdi. Helal olsun!...

Ekrem İmamoğlu ve Dilek İmamoğlu ile Beyoğlu Sineması'nda...

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki... Bir göz atalım. Örneğin onun döneminde ihalelerin yüzde 95'i açık yapılmıştı. Altyapıya 57 milyar TL yatırılmış; 150 otobüs alınmış, 65 kilometrelik metro hattı açılmış. 2025'e dek daha 28 kilometre de gelecek...

Ayrıca 943 tarihi miras alanı onarılmış, mimari gece aydınlatmaları hızla artmıştı. Tarihi Bulgur Palas bir tür müze olmuş; bir Kemal Sunal müzesi açılmıştı. "Kadın merkezleri", ders atölyeleri, kent lokantaları (ki yakında 40'a ulaşacak); dijital denetim müzesi... Ayrıca 16 "yaşam vadisi" İstanbul için "yeşil koridor" olmuştu. Ve yeni yeşil alanlar kazanılmıştı. Baltalinanı, Pendik, Tuzla, Hacetdere, Ayazma, Serindere, Palamutdere, Silivri Bağlıca, Cendere, Haramdere'de 9 milyon metre kare yeşil kazanılmış, ayrıca 6 kent ormanı açılmıştı: Feshane sahil, Alibeyköy Metro, Haliç Spor, Teleferik, Alibeyköy Lojistik, Silahtarağa Gençlik alanları olarak... Beykoz kır bahçesi "halkın bahçesi" olarak ihya edilmişti.

Ekrem İmamoğlu ile Beyoğlu Sineması'nda...

Ve tam 50 meydan projesi birer ikişer hayata geçmişti. Mecidiyeköy'den Bağcılar'a, Beyazıt'tan Maltepe'ye, Ümraniye'den Kadıköy'e, Üsküdar Mimar Sinan'dan Beşiktaş'a tüm o meydanlar yenilenmişti. Ayrıca öğrenci yurtları, üniversiteye hazırlananlara destek, mahalle evlerinde herkese hizmet sunulmuş; tarım ve hayvancılık da desteklenmişti.

Ve de camilerimize ve tarihi anıtlarımza derginin deyimiyle "gözümüz gibi bakılmış", ayrıca şehre 10 adet yeni camı yapılmıştı. Şile'de Avrupa'nın en büyük arıtma tesisi inşa edilmiş, Tuzla'da denizden gelen kötü kokusu giderilmişti.

İşte özetle bir dergi aracığıyla bize sunulan benzersiz hizmetler. Daha iyisini kim yapacaktı? Murat Kurum mu? Eski bir Muammer Karaca oyununun adını hatırladım: Güldürme Beni Hariciye!...

Elbette kentin sorunları kolay bitmiyor. Bir de o önlenemez korkunç inşaatlar, her yerde yükselen kule gibi yapılar ve siteler var. Ne olursa olsun, kentin bu kadarını kaldırması mümkün olacak mı? Ama burası öyle bir ülke ki, dünyada nüfusuna kıyasla en çok inşaatçı -eski deyimiyle müteahhit- burada!... Ve onların iktidarın himayesinde gelişen o sakil ve ölümcül çabaları var. Kişisel ya da kurumsal çıkarlar uğruna böylesine güzel bir efsane kenti feda etmek... O eskisine kıyasla çok daha az olsa da -ne de olsa yaşlandık!- nadiren gezmeye çıktığımız İstanbul, hâlâ öylesine çekici ve büyüleyici ki... Sayısız tarihi eseriyle, eşsiz Boğaziçi'yle, iki kıta üzerindeki tek dünya kenti olmanın getirdiği gururla...

Evet, başta dediğim gibi, ben de gerçek bir İstanbul aşığıyım. Onun için, o derginin kapağındaki şu sözü ben de yineliyorum: "İstanbul'a Hizmette Tam Yol İleri". Herkes ve hepimiz için ideal bir deyiş. Yapabileceğimiz kadarıyla...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gerçek oyuncularla animasyonu harman eden özel bir film

Bu tam anlamıyla bir masal-filmdir...

Ülkemizdeki dinle laiklik arasındaki bitmeyen savaş üzerine

Ben bu filmi hayli sevdim doğrusu... Sonundaki trajik finale karşın... Benim için en ilgi çekici ilişki Ahmet'le Hakan arasında olandı

Türk sporu üzerine belgesel tadında bir deneme

Jeneriğinde yazılı tüm adların -elbette oyuncuları kastediyorum- gerçek sporcular olduğu nadir ve kıymetli bir film... O sporcuların anneleri-babaları ve tüm aile fertleri de öylesine doğal ki, sanki onlar da oyuncu filan değil...