12 Şubat 2024

Think tank dünyası ve Türkiye

85 milyonluk Türkiye sahip olduğu düşünce kuruluşu sayısıyla dünya liginde ilk 30’a bile giremediği gibi, kendine bırakın İran ve Yunanistan’ı, bir Romanya, bir Kenya ya da Peru kadar dahi yer açabilmiş görünmüyor.

Bugün Türkçede sıklıkla “düşünce kuruluşu” olarak ifade ettiğimiz “think tank” yapılar sosyal, politik, ekonomik ve kültürel alanlarda araştırmalar yapıp analizler üreten, raporlar, yayınlar ortaya koyan, danışmanlık hizmetleri veren analitik merkezler aslında. Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ilişkiler alanında ciddi etki üretmiş bu yapıları Batı’da “Public Policy Research Institute” olarak ananlar da var. Ancak öncelikli kabul, bunların temelde kâr amacı gütmeyen görece özerk “sivil toplum kuruluşları” olduğu yönünde. Tabii “sivil toplum kuruluşu” olarak tanımlanıyor diye de “Sundance Film Festivali” gibi bağımsız inisiyatifler olduğunu düşünmeyin. Düşünce kuruluşları arasında ülkelerin (mesela CIA gibi) istihbarat örgütlerinin ya da dışişleri ve/veya savunma bakanlıklarının doğrudan ya da dolaylı desteğini almış olanlar olduğu gibi bizzat onların desteğiyle kurdurulanlar da var.

Zaten “think tank” terimi de Anglosakson dünyasında ilk önce askeri jargonda belirmiş. II. Dünya Savaşı sırasında kurmay askerler plan ve stratejilerini tartışılabilecekleri güvenli bir yeri tanımlamak için kullanmışlar “think tank” terimini. 1960'larda Amerika Birleşik Devletleri’nde kâr amacı gütmeyen özel kuruluşları ifade etmek için kullanılmaya başlandığında anlamı biraz kaymış doğal olarak. Tabii, askerler tartışmak, planlamak ve strateji üretmek ve bunu yaparken güzel “kamufle” olmak için “sivil toplumu” daha güvenli (!) bulmuş da olabilirler.

 

Bugün hükümetlerle ya da istihbarat teşkilatları ile -doğrudan ya da dolaylı- bir ilişki içinde olmayıp kendince bağımsız yürümeye çalışan yine de “fikir üretimleri” devletler tarafından da dikkatle takip edilen ve zaman zaman onlar için de ufuk açabilen çok sayıda think tank de var.

Think tank’lerden söz açılınca akla tabii ki önce ABD merkezli kuruluşlar geliyor. Pennsylvania Üniversitesi’nin “Think Tanks and Civil Societies” başlığını taşıyan programı kapsamında 2021 yılında yayımlanmış Global Go To Think Tank Index Report 2020” başlıklı raporuna bakılırsa, dünyada en çok think tank’ın olduğu ülke 2203 kuruluşuyla ABD.

Sıralamada ABD’yi 1413 think tank kuruluşuyla Çin takip ederken, üçüncü ve dördüncü sırayı 612 think tank kuruluşuyla Hindistan ve 515 think tank kuruluşuyla İngiltere takip ediyor. Güney Kore 412, Fransa 275 ve Almanya ise 266 kuruluşla sırasıyla beşinci, altıncı ve yedinci. Rusya 143 think tank kuruluşuyla 12. sırayı alıyor. Listenin ilk sıralarına baktığımızda, dünya üzerinde en çok think tank’a sahip olan ülkelerin, küresel ölçekte de bir iddiası, bir bahsi olan ülkeler olduğu dikkat çekiyor. Türkiye, 53 think tank kuruluşuyla 2020 listesinde maalesef ilk 30 ülke arasında bile değil.

ABD’nin sadece Illinois eyaletinde bile Türkiye’nin tamamından fazla (56) think tank var. 85 milyonluk Türkiye ise 53 düşünce kuruluşu ile kendine think tank sıralamasında, bırakın İran (86) ve Yunanistan’ı (57), bir Romanya (58), bir Kenya (64) ya da Peru (55) kadar dahi yer açabilmiş görünmüyor.

Oysa özellikle ABD’de faaliyet gösteren think tankler gerek Amerikan iç ve dış siyasetini şekillendirme noktasında gerekse bu ülkeye bölgesel politikalar üretme, varolanları yönlendirme, tartıştırma adına yoğun bir çaba içerisinde: Dolayısıyla think tank’ların bir anlamda “vizyon malzemesi imalatı” işinde olduklarını da söyleyebiliriz. Bu “imalat tesisleri” devletler ve sermaye tarafından ne ölçüde desteklendiklerine bağlı olarak önümüzdeki dönemde de hem ulusal hem küresel ölçekte ağırlıklarını hissettirmeye devam edecekler, ona şüphe yok.

AKP hükûmeti, bundan 10-15 yıl önce önüne Türkiye için 2023 yılında “dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak” gibi bir hedef koymuştu. Birçok hedef gibi maalesef bu da tutmadı. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) 2023 raporunda, Türkiye’nin 2023 yılı ekonomik büyüklük sırası önce 19’nculuk olarak belirlendi, sonra da iki basamak yükseltildi. Bırakın ilk onda yer almayı, Türkiye ilk 20 liginden dahi düşme riski dillendirilen bir ülke bugün. Dolayısıyla ekonomik ağırlığımızın bile gerisinde bir “düşünce imalatımız” olduğunu söylersek çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız sanıyorum.

Oysa, bize sıklıkla Türkiye’nin kendi üzerinde, dünya üzerinde bir iddiası olduğu söylenir, söyleniyor. Peki buna paralel bir “düşünce imalatımız” var mı? Yok maalesef.

Oysa şöyle düşünün…

BİR) Diyelim, bulunduğunuz coğrafyada bölgesel bir ihtilaf genişleyip sıcak çatışmaya dönerken siz ülke olarak arabulucu rolü oynamak istiyorsunuz. İşte tam o noktada, bunu medya üzerinden iç kamuoyuna şov olsun diye telaffuz etmiyor, hakiki bir niyetten, girişimden söz ediyorsanız, (varsa) bu yöndeki resmi çabalarınızı tamamlayıcı nitelikli imkanlar geliştirebilen think tank kuruluşlarınızın üretimleri büyük önem kazanıyor. Peki var mı bizim böyle yapılarımız?

İKİ) Haydi başka bir örnek… Son yıllarda savunma sanayi ürünlerimize uluslararası arenada çok daha büyük ölçüde yer açma çabası içinde olduğumuz görülüyor. Peki bu iddiamıza eşlik edecek boyutta uluslararası ölçekte de faaliyet gösteren think tank üretimimiz var mı? Uluslararası nitelikli bir tartışma ve fikir alışverişi ortamı sağlamak amacıyla küresel kavrayışlar üretebilecek “fikir kulüplerimiz” var mı? Varsa onların üretimlerini tartışabiliyor muyuz? Kaç gazetecimiz, akademisyenimiz ve genel olarak aydınımız oralardaki düşünce kuruluşlarının yönelttiği sorular, tartıştığı hususlar ve dillendirdiği argümanlar üzerinden (de) dünyayı tartışıp okuyabiliyor? Çok kutuplu dünya düzeni giderek daha belirgin hale gelirken fitili mesela Asya’da ateşlenmiş tartışmalardan hangimiz haberdar?

ÜÇ) “Dünya beşten büyüktür,” diyoruz ama altıncıdan haberimiz var mı acaba? Bugün Avrasya ve Asya’da muazzam bir think tank fikir üretimi var, ama gözlerimizi oraya çevirebilmiş ve oralardaki fikir kulüplerini takip ediyor değiliz. E, biz gözümüzü kulaklarımızı dünyanın farklı yerlerinde filizlenmiş tartışmalara açmaz isek dünyanın farklı merkezlerindeki think tank’lerin ürettiği ya da üretebileceği tartışmalardan, raporlardan haberdar olmaz isek, dünyayı “yarım” ve de “yamalak” okuyabilen şu halimizden nasıl uzaklaşabiliriz?

DÖRT) Hadi bırakalım, başka ülkelerin think tanklarının üretimlerinden haberdar olmayı ya da dünya think tank liginde 30’ncu bile olamayışımızı, kendi meselelerimize ne kadar hakimiz? 6 Şubat’ta Moskova’da Amerikalı gazeteci Tucker Carlson’ın karşısına tarihi bir mülakat için çıkan Rusya lideri Vladimir Putin, Avrupa’nın doğusunda bir işgal ve silahlı çatışmaya yol açmış büyük bir ihtilafın arka planını o coğrafyada 10’ncu yüzyıldaki gelişmelerden ve Rusya tarihinden alıp bugüne getiren bir tarih dersiyle 45 dakika boyunca tane tane anlattı. Ne önünde arada okuduğu bir kâğıt ne de prompter vardı!

Bunu bir Kıbrıs meselesi ya da Kürt meselesinde Batılı bir gazeteci karşısında hangi siyasi parti liderimiz yapabilir? Tarihi olay ve olguları bağlamından saptırmadan hangi liderimiz temel uluslararası ihtilaflarımızı teklemeden bugüne getirerek kendi tezine dayanak olacak şekilde ve ikna edici bir tarzda aktarabilir? Prompter ve kâğıt notlar olmadan!

Galiba bu konularda genelde zayıf performans göstermemizin bir sebebi de küresel meselelere yönelik olgunlaşmış net bir algılayışla veya ideolojik tercihlerimizle değil konjonktürel ve pragmatik gerekliliklerle bakıp sık pozisyon değiştirebilen bir zihniyet yapısına sahip olmamız. (Tabii bu da bir ideoloji, onu inkâr ediyor değilim.) Ancak bizim bu anlamda Romanya’nın bile arkasında ancak sıra tutabilmemizin temelinde ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel etkenler söz konusu olduğu sanırım su götürmez bir gerçeklik. En açık görünen sebep ise, düşünce temelli araştırma & geliştirme merkezlerinin öneminin yeterince idrak edilmemiş olması, bunların Türkiye’nin “soft power” sahibi olmasına katkıda bulunacağına yönelik bir kavrayış içinde olunmaması. Bir de galiba şu var: “rıza imalatına” dahi ihtiyaç duymayabileceğimizi zanneden buyrukçu, otoriter bir özgüven için olmamız.

Oysa örneğin ABD’nin bile en etkili 10 think tank kuruluşunun yıllık bütçeleri toplamda 500-600 milyon dolar. Yani onunun birden bütçesi bir hava savunma sisteminin maliyetini bulmuyor. Üstelik etkisi çok kıymetli. Fakat bunu hissediyor ve önemsiyoruz, diyemeyiz.

Belki faz farkıyla bir zaman sonra yapacağız bunu. Ama o gün belli ki bugün değil. Velhasıl dünya liginde üst sıralara tırmanmanın bir gereği de öncelikle uluslararası nitelikli bir tartışma ve fikir alışverişi ortamı sağlamak amacıyla kurulmuş think tankların çoğalması. Onların düşünce, analiz ve rapor üretiminin yoğunlaştırılması, sonra da bu üretimlerden beslenmeye sıra geliyor.

2023 ile ıskaladığımız hedeflerimizin, fırsatlarımızın üzerini hafızasızlığımızla hemen karartmakta pek mahir davrandık. Aynı mahareti yeni hedefler belirlerken ve onları analitik merkezlerin yaygın düşünce üretimiyle desteklerken de göstermemiz şart.

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da nükleer bir savaşın eşiğinden mi dönüldü?

İddiaya göre, İran’ın bütün altyapısını etkisiz hale getirecek bir elektromanyetik saldırı için nükleer başlıklı silahlarıyla havalanan bir İsrail jeti, Ürdün hava sahasında Rus jetleri tarafından düşürüldü. İddia teyit edilemediyse de pek çok soruyu beraberinde getirdi

Füze saldırılarının görünmeyen koridor boyutu

İsrail ile İran arasındaki karşılıklı füze saldırıları, ABD’nin Orta Doğu'da Çin'in artan nüfuzunu dengeleyecek bir ağırlık merkezinin sacayaklarının inşa sürecine de katkıda bulunuyor

Biri öldürmüş, biri gömmüş, biri de delilleri yok etmiş

Knesset semalarında İran füzeleri görüldü diye dikkatlerden kaçmasın, bayramın son günü İsrail ordusu Gazze’de 3 yüksek okul, bir ilkokul, bir hastane, bir düğün salonu ve bir de camiyi 1 saat içinde yok ederken, işbirlikçileri 1930’ları anımsatan icraatlara imza attı